23 Mayıs 2021 Pazar

Kriz ve Hayatta Kalma/Savunma Araçlarından Biri Olarak Kooperatifler*

https://www.polenekoloji.org/kriz-ve-hayatta-kalma-savunma-araclarindan-biri-olarak-kooperatifler/ bu yazı https://www.demokrathaber.org/yasam/kriz-ve-hayatta-kalmasavunma-araclarindan-biri-olarak-kooperatifler-h113559.html yazıdan güncellenerek özetlenmiştir.

Çözümsüzlük, Derinleşen Emperyalist Rekabet ve Direniş, Çetin Durukanoğlu

https://www.demokrathaber.org/guncel/cozumsuzluk-derinlesen-emperyalist-rekabet-ve-direnis-h113814.html

İşçi sağlığı ve spor - Çetin Durukanoğlu

http://isigmeclisi.org/19865-isci-sagligi-ve-spor-cetin-durukanoglu

İşçilerin yeterli ve dengeli beslenmesi – Çetin Durukanoğlu

http://isigmeclisi.org/19597-iscilerin-yeterli-ve-dengeli-beslenmesi-cetin-durukanoglu

Kriz ve Hayatta Kalma/Savunma Araçlarından Biri Olarak Kooperatifler, Çetin Durukanoğlu

https://www.demokrathaber.org/yasam/kriz-ve-hayatta-kalmasavunma-araclarindan-biri-olarak-kooperatifler-h113559.html">https://www.demokrathaber.org/yasam/kriz-ve-hayatta-kalmasavunma-araclarindan-biri-olarak-kooperatifler-h113559.html

Bir birleşik mücadele alanı olarak İşçi Sağlığı İş Güvenliği ve İSİG MECLİSİ* - Çetin Durukanoğlu

htthttps://isigmeclisi.org/19332-bir-birlesik-mucadele-alani-olarak-isci-sagligi-is-guvenligi-ve-isig-meclisi-cetin-durukanoglu

Taksim İsyanı "Devrim Sanki Göz Kırptı....." Çarşı, "Biz ihale ve rant için dilenenlerin değil,Limon ve sirke ile direnenlerin yanındayız", Devrimci Müslümanlar, "Yasak ne ayol" LGBTT

Yaşanılan sürecin devrim olduğunu savunanlardan, isyan ayaklanma diyene kadar geniş bir yelpaze var. Çarşı'nın pankartında yazan slogan aslında yaşanan olayın niteliğine dair çarpıcı bir tanımlama sunuyor. Hareketin bir süreç olarak ifadesi ve sürekliliğin başlangıç noktasının vurgulanması. İsyanın her anına damgasını vuran "Bu daha başlangıç Mücadeleye Devam" sloganı da bu kendini bilme halini anlatmaktadır. Devrimci Müslümanlar, LGBT, feministler, ulusalcılar, Kürtler, İşçiler , kamuçalışanları, mahalle dernekleri, çevre hareketleri vs..ise direnişçi güçlerin çeşitliliğini göstermektedir. İsyan güncel taleplerin savunulma biçimi ile tarihselleşirken kendi benzerlerine de gönderme yapmaktadır. Sovyetler, komünler, şuralar anımsamaları bu süreçle ilgilidir. I- Tarihsel Arka Plan, I.a Yeryüzündeki dalganın gecikmiş bir parçası 1997 Nato Toplantısı, Brüksel, “21. Yüzyıl Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak.” 2007 İngiltere Savunma Bakanlığı “Küresel Stratejik Eğilimler Raporu 2007-2036” başlıklı raporunda Küresel eşitsizliğin gerilimi ve istikrasızlığı artıracağını bununda düzensizlik, suç, terörizm ve ayaklanmalar biçiminde şiddete dönüşeceği ifade ettikten sonar devam ediyor. “ Bu gelişmeler sadece anti-kapitalist ideolojiler olmayacak; sadece dini, anarşist yada nihilist ayaklanmalarda olmayacak ayrıca popülizm ve Marksizm’in yeniden canlanışına yol açacak.” Bu yeni devrime de proletaryanın değil yeni orta sınıfların önderlik edeceğini yazıyor. Ne diyelim kâhinler haklı çıkıyor! Biraz geriye gidince tarihsel geri çekilme döneminde ayırt edici dönemeçler olduğunu göreceğiz. Kapitalizm yapısal çelişkilerinin farkında olan düzenin sahipleri 20.yy’dan çıkardıkları dersler ışığında iki temel önlem aldılar. Bir kriz yönetimi anlayışı, iki Başını ABD’nin çektiği ama diğer emperyalist güçlerinden onayladığı “Önleyici Savaş Doktrini” aralarındaki rekabetten dolayı bölgesel paktlar ve işbirliği örgütleri oluşturmalarına rağmen asıl tehlikeye karşı ortak bir var olma tepkisi geliştirmektedirler. Üzerinde bu kadar çalıştıkları ayrıntılı raporlar hazırladıkları bu yüzyılda neler olacak biraz bakmakta fayda var. Özellikle Sosyalist Blok’ın dağıldıktan sonraki gelişmeleri belirli bir sadeleşme ve dönemleştirme ile ele alarak emekçilerin siyasal, toplumsal ve ekonomik taleplerinin nasıl geliştiği, bilincin gelişme momentlerinin neler olduğunu görerek bugünkü tepkilerin seyrini öngörebiliriz. 1989 Sosyalist Blok’un Dağılmasından 1998 Seatle’a Sosyalizmin tarihsel yenilgisinin emekçilerin üzerine çöktüğü bu dönemde asıl olarak geçmiş tarihsel dönemde siyasi mücadele açısından öne çıkmayan coğrafyalar daha aktif bir duruma geçtiler. Örgütlülüğün dağılması parçaların gerilimli tepkiler halinde ortaya çıkmasına ve zamana bağlı tarihsel ve eş zamanlı bir birikim sürecinin oluşmasının önünü açtı. Çöküşün hemen ardından gelen 1992 Los Angeles ayaklanması işaret fişeği olarak çaktı. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi kitlesel bir alana yayıldı. Güney Afrika ANC’nin yönettiği, Aperthaid’ın kaldırıldığı bir ülkeye dönüştü. Orta Amerika’da El Salvador ve Guatemala’da barış süreçleri başladı. Latin Amerika’da yeni kitle hareketi askeri faşist diktatörlükler sonrasında savunmadan talep eden konuma geçerek kente ve kırda yükselmeye başladı. 1994 yılının ocak ayında Zapatistalar Meksika’da NAFTA’ya karşı ayaklandılar. İnterneti kullanarak Kıtalararası Buluşmalar örgütlediler. Yerli hakları ile sınıfsal talepleri bir araya getirdiler. 1996 yılında Asya’da, Nepal’da sessiz sedasız halk savaşı başladı. Bolivya’da köylü hareketi yükselmeye başladı. Venezüella’da Chavez seçimleri kazandı. Brezilyada Topraksız İşçiler Hareketi yükseldi. Latin Amerika’da Sao Poulo Forumu ortaya çıktı. Türkiye’de Kamu emekçileri, memur yani kapıkulu kalıplarını kırarak kitlesel militan bir kamu emekçileri hareketi ortaya çıkardılar. Güney Kore’de militan işçi grevleri ve yeni tipte bir sendikal hareket ortaya çıkıyordu. Filipinlerde 1 Mayıs Hareketi yeni tipte bir sendikal hareket olarak, toplumsal hareket sendikacılığının önünü açtı. Brezilyada metal işçilerin grevi ve yeni sendikal hareket ortaya çıktı. 80’li yıllar Latin Amerika’da askeri diktatörlüklere karşı geniş bir kitle hareketinin doğmasına tanıklık ettikten sonra, 90’lar yeni kitle hareketinin yükselişine ve taleplerini ileri sürüşüne tanıklık etti. Dünyanın sömürge, yeni sömürge bölgelerinde yeşeren kapitalizmin 500 yıllık sömürgecilik tarihini sorgulama hareketleri emperyalistlerin hesap-kitap işlerinin dışında tutulan: unutulmuş, horlanmış "yeryüzünün lanetlilerinin" tarih sahnesine çıkışlarının örnekleri ile dolmaya başlamışlardır. 1992’de tüm Amerika kıtasını kapsayan yerli örgütlerinin başını çektiği işgalin 500.yılı protesto etkinlikleri ile sömürgecilerden tazminat talep eden yeni bir hareket başladı. Bu hareket Afrika’da, Zimbabwe ve Güney Afrika Cumhuriyetine sıçrayarak tüm sahra altı Afrika’yı tehdit eder hale geldi. İngiliz dışişlerini bakanını "yaşananlar Britanya’nın sömürgeci geçmişin mirasıdır" demeye iten beyazların ellerindeki çiftliklere el koyma hareketleri süreç devam etmiştir. Avustralya'da Aborjinlerin tazminat ve toprak talepleri, en son yakıcı bir sorun olarak gündeme giren Filistin halkının işgal edilmiş topraklara geri dönüş hakki ile sorun her yerden boy vermeye başlamıştır. Amerika kıtasında kuzey ve güneyi kapsayan bir yerli federasyonu oluşmuştur. Seatle ve Kanada Quebec'te 2001'de yapılan 3. Amerikalar Zirvesi ”Öncelikle Emperyalist zincirin zayıf halkalarında kendini hissettiren kriz sermayenin ulus-üstü entegrasyonu sonucu giderek diğer halkaları da kapsayarak merkeze doğru genişlemiş ve 2000 yılı başlarından itibaren de küresel ölçekte kriz olarak anılmaya başlamıştır. Krizle yasama anlayışı olarak "Kriz Yönetimi" anlayışını geliştiren emperyalizm tarihsel deneyimlerinden çıkardığı derslerle yeni sürecin temel politikasının ilk nüvelerini 2000 yılı yaz aylarında başlayan yeni kontra saldırıları ile ortaya koymuştur. Arjantin, El Salvador Guatemala vs. gibi Latin Amerika ülkelerinde kontrgerilla operasyonları yeniden başladı. Sistemi radikal tarzda zorlayan FARC ve ELN’ ye karşı Kolombiya Planı’nın devreye sokulması ve ABD'de petrol, ilaç ve silah tekellerinin olağan üstü desteği ile "Amerikan rüyasına" gölge düşüren seçim entrikaları ile BUSH’ un başkan seçilmesi ve ardından Irak’ı yeniden bombalanması parçaların giderek birleşmesini sağlıyordu. Tam bu süreçte CIA dünyanın yeni sıcak çatışma bölgelerini içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. İsrail vahşi bir tarzda Filistin halkına karşı saldırıya geçti. Türkiye’de devlet 20 cezaevini birden saldırarak esi görülmemiş bir operasyona yöneldi. Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti devlet başkanına suikast düzenlendi. Kolombiya ABD askerlerinin eğitimleri altında yeni ölüm mangaları ile dolduruldu. Amerikan askerleri sessiz sedasız dünyanın her yerine yerleştirilmeye başladı. Guatemala ve El Salvador topraklarını ABD ordusunu açmış, merkez Asya’da, balkanlarda yeni üsler kurulmuş, Nikaragua'ya asker gönderilmiş vs. Şu an 80 kusur ülkede de ABD askeri ve üsleri bulundurmaktadır. 2000’li yıllar hem baskı dalgasına tanıklık etti hem de yeni mücadele biçimleri ortaya çıktı. Arjantin Piketeros hareketi ile İşsiz İşçiler Hareketini mücadele deneyimlerini kazandırdı. Bolivya’da 2003 ve 2005 ayaklanmaları gerçekleşti. Ekvatorda 2001, 2002 ayaklanmaları ortaya çıktı. Bu iki ülkede sorun çözülen burjuva iktidarının yerine yeni biçimi koyamamak olarak ortaya çıktı. Brezilya’da İşçi Partisi hükümetinin yükselişi başladı, Arjantin’de 2001 ayaklanması gerçekleşti. Uruguay’da kamuya ait petrol şirketinin özelleştirilmesi referandum ile reddedildi. Filistin ikinci intifada ile sürece başladı. Filistin Halkının örgütlülük düzeyi İsrail güvenlik duvarını aştı ve FHKC Genel Sekreterinin öldürülmesine yanıt olarak faşist Turizm Bakanı cezalandırıldı. İsrail Lübnan’da ilk kez yenilgiye uğradı. Hizbullah direnişi ve örgütlülüğü ile Lübnan denkleminde tartışılmaz bir aktör olduğunu dosta düşmana gösterdi. Nepal’da, Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in önderlik ettiği halk savaşı legal siyaset kanallarına yöneldi. Güney Doğu Asya Maoist Partiler Koordinasyon Komitesi’nde birlikte çalıştıkları Hindistanlı Maoist örgütlerin birleşmelerinde pozitif bir rol oynadılar. HKP(M) başını çektiği halk hareketi tüm ülkeye yayılarak ülkenin en önemli gündem maddesi oldu. Hindistan Başbakanı ülkenin en önemli güvenlik sorununu Maoistlerin oluşturduğunu söyledi. Sri Lanka’da Tamiller yarı devlet pozisyonuna ulaştılar. Filipinlerde FKP’nin başını çektiği halk hareketi yeni pozisyonlar almaya başladı. Tayland’da diktatörlüğe karşı mücadelede emekçilerin ağırlığı hissedilmeye başlandı. Afrika’da Nijerya’da Nijer Deltası Kurtuluş Güçleri yerli hakları ile sınıf ilişkileri arasında kurduğu ilişki ile petrol şirketleri ve Nijerya devletine savaş açtı. Onlarca örgütün şemsiye örgütü olarak biçimlenerek yeni bir örgütlenme modeli de geliştirdiler. 2001 yılında başlaya Dünya Sosyal forumu örgütlenmeleri ve anti-küresel hareketin yükselişi sürdü. 2001 Eylül’ünde ABD’ye yapılan saldırılar sonrasında ABD “teröre karşı sonsuz savaş” hedefi ile önleyici savaş doktrinini hayata geçirmeye başladı. ABD ordusu yeni düzenin gereklerine göre yeniden düzenlendi ve konumlandırıldı. NATO tarafından Afganistan saldırı ve işgali başladı. Tarihsel Bir Dönüm Noktası: 2003 Irak İşgali Öncesi Dünya ölçeğinde ortaya çıkan kitle hareketi asıl dönemeç noktası oldu. 1990’da başlayan çöküş, bozgun, dağılma döneminin sonuna 2003’te gelindi. 2003’ten itibaren, hareketin öne doğru hamle yaptığı bir dönem girdi. New York Times İşgal öncesinde “Sokaklardaki Yeni Güç: Dünya Kamuoyu” analizi yaptı. 40 yakın kentte aynı anda eş zamanlı gösteriler düzenlendi. İkinci Süpergüç adı kullanılmaya başladı. (4) Yükseliş Döneminin Birinci Evresi Yerel düzlemde başlayan hareketler ülkesel ve bölgesel güç haline gelirken bütün yerel renkleri ile ortaya çıkıyordu. Emperyalist-kapitalist zincirin farklı halkaları üretim sürecindeki yerine göre ortaya çıkan sınıf dinamiklerini mücadeleye katmaya başlamıştı. 2005 yılında Latin Amerika’da merkez sol hükümetler dalgası kitlelerin bilincinde ortaya çıkan değişimin önemli kilometre taşlarından biri oldu. Siyasal alan ve hedefler kitle hareketinin çıtayı yükselttiğini gösteriyordu. Tarihsel yenilginin ortaya çıkardığı en geri noktalardan hayatta kalma çabaları parça parça, tek tek olan hareketleri benzerleri ile temas koymaktan alıkoyuyordu. Hele yenilginin sorumlusu olan sosyalist partiler, hareketler ve sosyalist eğilimli sendikalardan ve kitle örgütlerinden bilinçli olarak uzak duruyorlardı. Ama kendi öz deneyimleri ile öğrenme süreci giderek parçadan koparak toplumun diğer kesimleri ile dayanışma duyguları ve eylemlerinin önünü açmaya başladı. 22 Mayıs 2006’da Meksika’nın Oaxaca kentinde eğitim emekçilerinin ekonomik taleplerle başlattığı greve 14 Haziranda Oaxaca eyaleti silahlı kuvvetleri bastırmayı denedi. Bu andan itibaren Oaxaca'lı işçi, emekçi, öğrenci, yoksul köylü ve yerli halkların desteğini aldı ve bir halk grevine, ardından saldırılardan sorumlu Vali Ulises Ruiz Ortiz'in istifası talebiyle isyana dönüştü. Oaxaca işçi ve emekçilerinin bu birleşik isyanı büyütmek için kurdukları Oaxaca Halk Meclisi (APPO), kısa zamanda halk iktidarının organına evirildi. Altı ay boyunca kenti APPO yönetti. Dönemin bir komün örneği olarak belleklere kazındı. 2008 baharında Asya da Tamil Halkına yönelik katliam saldırısı ile yeni dönemde İsrail’in Gazze’de uyguladığı toplama kampları stratejisinin yaygınlaşacağı netleşmeye başladı. Sessizlik duvarı içinde BM, ABD, AB, Rusya, Çin ve İsrail’in destekleri ile ormanın yakılması ve suyun kurutulması stratejisi uygulandı. Vahşet, katliam, toplama kampları. Yeni dönemin açık mesajlarından biri daha verilmiş oldu. Tamil Halkının olağan üstü direnişi yeni döneme kalan en önemli direniş mesajlarından biri oldu. Terk edilmeyen ülke, yenilgiye görmesine rağmen ölümüne direniş. Ardından Pakistan’daki Svat vadisinin bombalanması ile tarihin en büyük mülteci hareketlerinden biri yaratıldı. Toplama kampları stratejisinin yeni dönemde devrimci halk hareketlerini bastırmada temel bir yöntem olarak kullanılacağı pratik olarak da gösterildi. Yapıldığı dönemde Hindistan HKP(M) önderliğinde silahlı halk hareketi ülkenin bir numaralı iç tehdit unsuru olarak görülmeye başladı. Nepal’da yasal siyasi alana geçildi. Hindistan da halk hareketi yükseldi. 2008 Krizi ve ikinci dönüm noktası Krizin en ayıt edici özelliği burjuva iktisadının bütün açıklama mekanizmalarını yitirdiğinin ortaya çıkması oldu. Ortada krizin sorumlusu olabilecek ne KİT kalmıştı nede büyük sendikalar. Ama kriz 1929’tan sonra en önemli kriz olarak ortaya çıktı. Önemli paketlerle biraz soluk alındı ama sorun başladığı yerde durmaktadır. Gıda fiyatlarında ortaya çıkan artış krizin bir gıda krizine dönüşmekte olduğunu göstermekteydi. Emperyalist Kapitalistler stratejik olarak gördükleri Honduras’ta askeri darbeyi hayata geçirdiler. Venezüella’da ters tepen darbe, Honduras’ta ayakta kaldı. Halkın oluşturduğu Darbeye Karşı Ulusal Cephe mücadeleye devam etmektedir. Önce Avrupa emekçileri sokakları ısıttılar, ardından kuzey Afrika Kriz dönemlerinin bütün özelliklerini bir kez daha teyit ederek harekete geçti. Olağanüstü dönemlerde kitlelerin davranışlarında olağanüstü değişimler olur. “Sinik”, “mızmız” olduğu söylenen Arap halkları birbiri ardına yeni dönemin bir özelliğini daha teyit ederek harekete geçti. Her yerel hareket hızla bölgesel karakter kazanmaktadır. Krizin Avrupa’da ortaya çıkan protesto grevler dalgası, Yunanistan en üst düzeye çıktı. AB dönem başkanı Yunanistan, İspanya ve Portekiz için askeri darbeler gündeme gelebilir dedi. Asıl “sürpriz” ise Arap coğrafyasından geldi. Kitlelerin hal ve davranışlardaki değişiminin kriz koşullarında nasıl seyredeceğine ilişkin çarpıcı bir örnek teşkil etti. Burada yapılacak olan en gereksiz tartışma ABD ya da CIA’nin işidir deyip hafife almaktır. Önleyici savaş doktrini zaten deneyimleri ışığında gerilimin büyüdüğü yerlerde ısrar etmemeyi ve mümkün olduğunca düzen içinde bir değişimin makul görüleceği üzerine kuruludur. Engelleyemiyorsan yönlendir şiarını uygulamaktadırlar. Sorun harekete geçen kitleler ve bunun doğal sonucu olarak kitleler olmadan siyaset yapılamayacağı bir atmosfere girilmesidir. Deneyimle öğrenme sürüyor. Yazının başından beri altı çizilen tarihsel birikim yaşanan sürecin arka planını oluşturmaktadır. Alt Afrika’da Fildişi sahilindeki seçimleri kaybeden başkanın gitmemekte ısrar etmesi, Nijerya’da ateşkesin bitmesi ve Nijer Deltası Kurtuluş Güçleri (MEND) ile hükümet arasındaki çatışmaların yeniden başlaması bölgesel işaretlerdir. Burada temel önceliğimiz kriz tartışmasının yanına devrimci durum tartışmasını da eklemektir. Yani Küresel kriz aslında küresel devrimci durumun tetikleyicisidir. Durağanlığın süreceği ya da ikinci dip tartışmaları aslında devrimci durumun derinleşeceği anlamına geliyor. Lenin’in klasik tanımının verilerinin aslında 2000’li yılların başından itibaren hayatımızın içine girdiğine tanık oluyoruz. Klasik refah-kriz döngüsünün dışında yapısal krizin yarattığı parçalı devrimci durum örnekleri yoğunlaşarak artmaktadır. Nasıl 90’ların ortalarından itibaren yerel krizlerle başlayan süreç 2008 merkez ülke ABD ile küresel krize dönüşmüşse, yerellerde başlayan yönetilmeme isteği 2005 Latin Amerika seçim dalgası ile başlamış, 2008 krizinde Avrupa’da grev dalgası olarak ortaya çıkmış, Arap dünyasında bölgesel ayaklanma özelliği kazanmıştır. “Olgunlaşmamış ulusal kriz- ulusal kriz” ayrımı yaşananları anlamamız kolaylaştırmaktadır. Geniş emekçi kitlelerin davranışlarında yasal süreci aşan meşruluk temelinde ilerleyen şiddet yöntemlerini de kullanan bir örgütlenme mücadele evresi tanımlamaktadır olgunlaşmamış ulusal kriz. Mücadelenin burjuva kurumları parçaladığı Arjantin, Bolivya, Ekvator vs. ülkelerde iktidar sorunu ve devrimci kriz sorunun ortaya çıkarmıştır. Burjuvazi nasıl ekonomik krize sorumlu bulamıyorsa ( hatırlayalım geçmiş krizlerin iki temel sorumlusu vardı: sendikalar ve KİT’ler), yani krizin kapitalizmin yapısal bir sorunu olduğu gözler önüne serilmişti. Sosyalistlerin ve sendikaların güçsüz olduğu tarihsel koşullarda kendi mezar kazıcıları sınıfsal taleplerle ama kendiliğinde harekete geçmeye başlıyor. Tam olarak devrimci bir krizden söz edilemese de geniş kitlelerde yönetilmeme isteği giderek daha fazla ölçüde pratik olarak dışa vuruyor. Yönetenler eskisi gibi yönetmekte zorlanıyorlar. Tarihsel yenilgiyi yaşamamış bir emekçiler kuşağı bütün deneyimsizliğine rağmen hayata müdahale ediyor. Öğreniyor, baskı aygıtlarını işlevsizleştiriyor. Kitlesel davranış biçimleri hızlı bir değişikliğe uğruyor. 20. ve 21.Yüzyıl karşılaştırmalarında bir önceki dönemin Nepal, Bolivya, Venezüella gibi “daha sessiz coğrafyaları ve ülkeleri” emperyalist-kapitalist sistemde gedikler açıp, mevziler oluşturarak emperyalist-kapitalist zincirin zayıf halkalardaki yeni kırılgan alanları oluşturmaktadırlar. Latin Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu’da tarihe “yeni özneler” giriyor. Birikim harmanlanıyor, yayılıyor…Bölgesel özellikler taşıyor.. Evet şimdi “başka bir dünya mümkündür.”den “Ayaklanma mümkündür.”e geçişin sancıları ve ayak sesleri ortaya çıkmaktadır. Bu süreci daha yakından takip edebilmek için 2012 sonbaharı ve 2013 ilkbaharı arasında ortaya çıkan barış görüşmeleri ve ateşkes önerileri kısaca bakalım. 1- Filipinler Komünist Partisi Yeni Halk Ordusu ile Filipin Devleti 2- Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri ile Kolombiya Devleti 3- Kürdistan İşçi Partisi ile Türkiye Devleti 4- M-23 ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti 5- Sudan, Güney Sudan askerden arındırılmış bölgede görüşürken Darfur bölgesinden Özgürlük ve Adalet Hareketide barış görüşmelerine katıldı. 6- Etopya devleti ile Ogaden Ulusal Kurtuluş Cephesi arasında barış görüşmeleri başladı 7- ETA ile İspanya Devleti arasında barış görüşmeleri başladı. 8- Orta Afrika Cumhuriyeti ve İslamcı İsyancılar arasındaki görüşmeler 9- Nijerya Hükümeti İslamcı Boko Haram'a barış görüşmeleri teklif etti. 10- İsrail- Filistin barış görüşmeleri, El Fetih Gazzede miting yaptı. İsrail tanınması koşulu ile barış görüşmeleri yapılabilkeceği İsrail tarafından önerildi. 11- Pakistan Talibana barış görüşmeleri teklifi yaptı. 12- Burma Devleti ile Kaçin Kurtuluş Ordusu arasında barış görüşmeleri başladı. 13- Hindistan Devleti ile Açik Ulusal Gönüllü Güçleri arasında anlaşma imzalandı. Bu kadar eşzamanlı barış görüşmelerinin bir maddi temeli Derinleşen kriz dünya çapında kitlesel hareketlilik süreçlerini tetiklemektedir. Çelişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak sokak çatışmalarından silahlı biçimlere kadar geniş bir eksen ortaya çıkarmaktadır. Avrupa genel grev ve direnişle, meydan işgalleri ile yüz yüze kalırken emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halkalarında çatışmalar silahlı biçimler almaktadır. Bu çatışmaların bir kısmı Önleyici Savaş doktrini altında Emperyalistler tarafından çıkarılmakta, kışkırtılmaktadır. Libya, Suriye vs. Bir kısmı da dinsel ve ulusal ideolojilerle savunma stratejisi geliştirenler tarafından uygulanmaktadır. Nijerya'da Nijer Deltası Kurtuluş Güçler ( MEND) (Delta'da yaşayan yoksul halk için adalet ve daha iyi bir hayat talep etmektedir.) , Orta Afrika Cumhuriyeti İslamcı ayaklanma Sudan tarafından desteklenmektedir. Libya'da Mali'li paralı askerler rejim devrildikten sonra ülkeleri Mali'ye geçmiş ve İslamcı ayaklanmanın temel güçlerini oluşturmuşlardır. Arkasında gerilla hareketleri olan devletlerin ordularının müdahale gücü olarak kullanılması mümkün değildir. Kolombiya, Türkiye, Etopya, Nijerya vs.. Ezilen ve sömürülenlerin tarihsel askeri birikimlerinin mücadeleye yeni girenler tarafında edinilmesinin önünü kesmek gerekmektedir. Bu hareketlerden Kolombiya Silahlı Devrimci Kuvvetler (FARC), Partiya Karkaren Kurdistan- Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Filipinler Komünist Partisi-Yeni Halk Ordusu (FKP-YHO), Bask Vatanı ve Özgürlük (ETA) sosyalist yada sosyalist eğilimli Ulusal kurtuluş Hareketi örgütler olarak tasfiye edilmeleri gerekmektedir. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları'ndan HKP(M)'nin elde etiği deneyim, İRA tarfından eğitilen FARC'ın kazandığı deneyim bu kanalların kapatılmasını zorunlu kılmaktadır. Yada 60 ve 70'lerde Filistin Devriminin dünya devriminin eğitim merkezi gibi çalışması yeni dönemde emperyalistleri daha hazırlıklı olmaya itmektedir. Zayıf halkalarda bölgesel olarak mevzi oluşturacak bütün tarihsel deneyim ve birikim tasfiye edilmek istenmektedir. Tüm olgular içinde asıl olarak ayaklanmanın dilini öğrenenler kendi yollarında yıkıp-yapmanın diyalektiğini de üreteceklerdir. 1905 Devriminde ortaya çıkan Sovyetler 20.yy deneyimi olarak göz kırpıyor bize. Hayat arındırıyor, zihinlerimiz açıyor, yüzlerimizi güzelleştiriyor. Evet bu dönemde komplo teorisyenlerini “haklı” çıkaracak ilişkilere de rastlamak mümkün. Örneğin Mübarek Rejiminin destekçisi ABD’nin, Mısırda 6 Nisan Hareketi, Kübra hareketi gibi organizasyonlara Amerika’daki Demokrasi Geliştirme Vakfı aracılığıyla kaynak aktardığını da biliyoruz. (Michel Chossudovsky, Globalresearch.com). Süreç karmaşık ilişkilerden, ideolojik karmaşadan arınarak gelişecek. Devrimci bir programın önemin arttığı ama “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.” (6) saptamasının yol gösterdiği bir dönemin içindeyiz. Egemenler “kâhin” olarak 21. yüzyılda olacakları tahmin ettiler. Hazırlıklarını ona göre yaptılar. “Biz” de biliyorduk olacakları, zaman konusunda bir sorunumuz vardı. Onu da tarihin yapıcı gücü kitleler çözüyor. Şimdi yeni bir toplumun nasıl kurulacağını bugünde yarına uzanan bir yıkıcı-kurucu politik-toplumsal bir çerçeve oluşturmak gerekiyor. Ama artık kendi hayal dünyamızın değil hayatın, sokağın, sınıf mücadelesinin içinde sorunları tartışmanın zemini güçleniyor. Sınıf mücadelesi sertleşirken bütün barışçıl hayaller yavaş yavaş buharlaşıyor. Yeni bir devrimci dönemin başında olduğumuzun işaretleri ile karşıyayız. Dönem öznelerini çağırıyor. I.b Yeni faşist rejimin politikalarına parça parça direnişten bütünlüklü direnişe: Biber gazı ittifakı Orta Vadeli Programda ifade edilen Yeni sermaye birikimi sürecinde "devletin yeniden düzenlemesi" aslında faşist devlet aygıtının "ileri demokrasi" söylemi ile yeniden tahkim edilmesi ve bir kitle tabanı üzerine oturtulması süreci sınıf mücadelesini dizginleyecek yeni faşist rejimin biçim almasıydı. OVP'de belirlenen bu politikaların uygulanabilmesi için önleyici kolluk hizmetlerinin arttırılacağı ifade ediliyordu. Bu geçiş sürecinde yaşanan klasik devlet elitleri ile yeni devlet elitleri çatışmasının dışında gelişen protestolara da bakalım.. Yerel düzeyde 2007 yılında Taksim 1 Mayıs süreçleri ile başlayan, Sağlık yasasına karşı mücadele, Tekel direnişi, Hopa, ODTÜ direnişleri , stadlarda estirilen törör, futbolun siyasallaşması, KCK davaları, 2013 Taksim Direnişi ve kentsel yağmanın deprem hazırlığı altında sürdürülen dönemin parçası olarak ortaya çıktı. Kürt illerindeki ve kürtler üzerindeki baskı ve sindirme süreci...yaşamın kendisine ve yaşam alanlarına yapılan müdahale vs.. II. Hareketin dikkat çeken özellikleri... Ülke tarihinin en "apolitik kuşağı" en politik eylemin öznesi oldu. direnişçilerin yaş ortalaması 2002'de hükümet olan AKP hükümetinden ve onun mızmız muhaliflerinden başka bir şeye tanık olmadıklarını gösteriyordu. Onun için sandığa sıcak bakmıyor, oy kullanmayı düşünmüyorlar. Hareketin asıl dönüm noktası 31 Mayıs akşamı yaşanan direniş oldu. Devletin şiddetini görenler asıl olarak bu mihvalde tepki verdiler. Korku duvarı aşıldı. Hareket son yıllarda devlet baskısında nasibini almış herkesi bir araya getirdi. "faşizme karşı omuz omuza" sloganı parça parça kendi kabuğunda yaşamaya çalışan muhaliflerin bilincindeki ortak sıçramayı ifade ediyordu. Bir hafta önce birbirlerini bıçaklayan öldüren taraftar grupları öfkelerini sisteme yönelttiklerinde dostluğun arkadaşlığın nüve halinde de olsa "yoldaşlığın" unutulmaz tadını aldılar. Olayların hangi noktasında parka gelmeye karar verdiniz? Gezi Taksim projesini duyduğumda 10,2 Ağaçları sökmeye giriştiklerinde 19,0 Polisin şiddetini görünce 49,1 Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını duyunca 14,2 Taksim’deki ortamı görünce 4,3 Diğer 3,2 Toplam 100,0 Kaynak: Konda "Bu kadar güzel insan varmıydı" diye soran "bize bunu yapanların kürtlere neler yapmış olacağını tahayyül edemiyorum" diyen direnişçiler, yeni bir dayanışma ve yaşam kültürünü ifade diyordu. Hareket İşgal eylemlerinden kurduğu barikatlarla ayrılıyordu. Buda Gezi Parkı dışında Taksimin gösterilere kapatılmasıyla ilişkisi vardı. Taksime polis barikatları aşılıp girilmişti ve Yığınlar bu alanın ancak barikatlarla korunabileceğini içgüdüsel olarak kavramışlardı. Resmi olarak polis yoktu ama sivil olarak taksimde ve parkta yoğun olarak faaliyet sürdürdüler. Barikatlar kurulma mantığı ile çok ilkel görünsede ( TOMA lara karşı kuruldu, yanları yaya yürüyüşüne açıktı. Kendiliğinden ve bazı caddelerde onlarca kuruldu. Bir kaçı güçlendirilip barikatlar azaltılabilirdi. Polis bütün barikatları yürüyerek geçti. En güçlü olan barikatlarda bile direniş çok uzun sürmedi. Barikatlardaki kitle ile taksim dayanışması arasındaki gerilimde barikatların güçsüz kalmasını sağladı. Bir yerden sonra barikatlar yük olmaya başladı.) Komünal hayatın (Hızla yeni bir yaşamın ilk nüveleri boy vermeye başlıyor. Revirler ücretsiz hizmet veriyor. Devrim Market Barikat Büfe vs ücretsiz yiyecek dağıtıyor. Çapulcu kütüphaneleri ücretsiz kitap dağıtımı yapıyor. Bostanda ekimler başlıyor. Çocuk bakım ve emzirme odaları faaliyete geçiyor. Demokrasi Atölyesinde Forumlar başlıyor. Dilek ağaçı. Film gösterimleri, konserler. Taksim Dayanışması Koordinasyon Merkezinde serbest kürsü kuruluyor. Yoğun bir ziyaretçi akını var. Hatıra fotoğrafı çektirmek bir faaliyet biçimine dönüşüyor.) nüveleri filizlenmişti. Ama parayla yiyecek alımı da çok yaygındı. Bu açıdan Gezi Parkı ve Meydan devletten arınmıştı ama sivil polislerin cirit attığı bir ortamdı aynı zamanda. İsyanının komün hayatını filizlendirdiği, değişim değerinden ziyade ürünlerin ve hizmetlerin paylaşılması, kültürünü dayanışmacı bir ortamda gerçekleştirilmesi bireyciliğe karşı çok güçlü bir panzehir oluşturdu. Gündelik hayatın sorunları da çığ gibi büyüyor. Barikatlarda bekleyen nöbetçilerde gaz maskesi bile yokken park için gaz maskeleri ile dolaşanların sayısı hayli fazla olması, Seyyar satıcılar güvenlikten sorumlu insanlar saldırıyor, bıçaklananlar oluyor. Alkol satışı ve tüketimi de ayni sonuçları üretiyor. Kürtler yönelik provokasyon girişimlerinde artış var. Yapanların polis oldukları ortaya çıkıyor. Alanda çok sayıda sivil polis var ve sürekli bir kışkırtma içindeler. Alanın bazı bölgelerin tuvalet olarak kullanılması ağır bir kokunun oluşmasına neden oluyor. Sağlık sorunları ( çok fazla insan isal olarak revirler başvuruyor) ve salgın hastalık riski artıyor. Güvenlik komitesi sorunlara yetişemiyor. Çadır sayısı olağan üstü sayıya ulaşıyor. Yangın tehlikesi büyüyor. Tribünlerin biber gazı ile ilgili sloganı harekete mal olmuştu. Biber gazı, hükümet istifa sloganları hareketin karakterini de ele veriyordu. Duvar yazıları yaratıcılığı gösterirken cinsiyetçi küfürler çok yaygındı. Feministler ve buna karşı bir kampanya başlattılar. "Küfürle değil inatla diren" sloganı bunu ifade etti. Hareketin katılımcıları ve barikatları kuranlarla Taksim Dayanışması arasındaki çelişki hep sürdü. Barikatların kaldırılması tartışmalarında da, Gezi parkında tek bir koordinasyon nöbetçi çadırı açılması tartışmalarında da. Kitlenin genel ruh hali örgütlü güçlerin çok ötesine geçmişti. Taksim Dayanışması zorunlu olarak koordinasyonu üstleniyor. Herkesin ezberi bozulmuş ve şaşkınlık hali kalıcı. Kimsenin birbirini dinlemediği, divanın kontrol etmekte zorlandığı verimsiz toplantılar bu zorunluluk halini anlatıyor. Taksim Dayanışmasının genel kitlenin % 10 nunu temsil ettiğini söyleyenler bir Taksim Meclisi oluşturulması gerektiğini söylemelerine rağmen içsel bir dirençle engellenen süreç nihayet 13 haziranda kırılıyor. Taksim Dayanışması Parkı 7 bölgeye ayırarak forumlar düzenliyor. 7 forumun ortak sonucu taleplerin karşılanmadığı ve direnişin sürdürülmesi gerektiğidir. Bu yedi forum karar alma süreçlerinde en geniş katılım olduğu bir süreç olarak biçimlendi. Taksim Dayanışmasındaki kurumsal temsiliyet dışında ilk kez eylemin asli unsurlarının önemli bir bölümü görüşlerini ifade etti. Forumlardan seçilen temsilciler Taksim Dayanışması toplantısında görüşlerini ifade ettikten sonra, Taksim Dayanışmasının kendilerini önemsemediğini düşünerek 15 Haziran Cumartesi akşamına bir toplantı yapma kararı aldılar. Parktaki yedi bölgenin temsilcilerinden oluşan bir koordinasyon toplantısı olarak şekillenmesi düşünülüyordu. Aynı zamanda ortak tavır belirleme noktasında bir adım olacaktı. Cumartesi saldırısı bu toplantının gerçekleşmesini de engelledi. Yeni tarihsel döneme girerken bir kuşak çok yoğun kolektif bir eğitimden geçti. Polis saldırılarında “sakin olun “ çağrıları bir çok yerde ezilmeleri önledi. Kurulan barikatlar ve savunulmalarındaki eksiklikler önemli dersler bıraktı. Biber gazına karşı hazırlık ve önlemler sahra revirlerinden baret, gözlük maskeye kadar herkesin hazırlıklı gelmesini sağladı. 15 Haziran gecesi parka atılan ses bombalarının yarattığı atmosfer öncelikle paniğe neden olmuş olsa da, hızla toparlanıp "sakin olun" çağrısı ile düzenli ve yavaş biçimde çekilme gerçekleştirildi. Şiddet meselesi ise farklı bir tartışma boyutu açtı. Pasif ve masum bir eylem çizgisi olarak tasnif edilmesi ve yeni dönemin politikası olarak lanse edilmesi gerçeklikle ne kadar ilişkilidir. Doğru kendisi şiddet kullanmakta tasarruflu bir hareketti. Ama devlet şiddetine karşı yığınsal bir karşı koyuş, barikat ve taş kitlesel şiddete dayalı savunma biçimleri olarak hareket derin bir nefes aldırdı. Bu sayededir ki "Derin bir nefes al, bizim yüzyıllımız yeni başlıyor" duvar yazısı anlam kazanmıştır. Hareket şiddete dayalı biçimlerle pasif direniş biçimlerini harmanlayarak hayat bulmaktadır. Pasif direniş biçimleri devlet şiddetinin polis, jandarma ve TSK'nin birlikte alana sürülme tehdidi karşısında direnişi sürdürme biçimi olarak ortaya çıkmıştır. AKP'yi hükümet yapan tarihsel egemen bloktaki çatlamaların ( çatlağın oluşmasında Kürtler karşısında alınan yenilgi ve Suriye politikasının iflas etmesi) üzerine tuz biber oldu. Ard arda gelen üç yenilgi Egemen bloğun siyasi temsilcisi olan AKP'yi oldukça zor bir durumda bıraktı. Kürtler ve ve Gezi tartışmalarına nasıl bakmalı Kürtlerin temkinli hali bir çok yazarı Kürtleri süreci okuyamamakla suçlamasına kadar gitmiştir. Hatta buna Sırrı Süreyya Önderin DTK tavırsız kaldı açıklamaları da dayanak oluşturmuştur. Abdullah Öcalan ve KCK'nın açıklamalarından sonra kürtlerin pozisyonu netleşti. Burada kürtlerin harekete katılımı konusundaki tartışmalara fazla girmeden bir kaç noktaya bakmak gerekiyor. Tarlabaşı bulvarı, Talimhane çatışmalarındaki kürtlerin rolü Gezi parkı içindeki konumları vs. tartışma götürmez biçimde nettir. Sorun çok daha fazla gücü sürebilirlerdi de görünüyor. Kürtlerin sürecin içinde olmaması çok daha pozitif olmuştur. Batı ile doğu arasındaki algının çok kısa bir zaman dilimi içinde tersine döneceğini düşünmek sürecin dialektiğine aykırıdır. Ama " Bize bunları yapanın kürtlere neler yapmış olacağını tahayyül etmek istemiyoruz" düşüncesi hareketin genç kuşağının ortak düşüncesi oluyor. Bu anlamı ile milliyetçilik törpüleniyor, kendi gerçekliği ile yüzyüze kalan bir nesil geleceğe ilişkin pratik tavır oluşturma noktasında bir zihin kırılması yaşıyordu. Kürt Özgürlük Hareketinin geri çekilmesi süreci aslında yeni faşist rejiminin deşifre edilmesinde önemli bir rol oynamıştır. "İleri demokrasi" maskesi çok kısa bir zaman içinde çökmüştür. Kürt Özgürlük Hareketinin tereddüdünü sürekli bir anımsatma aslında sosyal şovenizmin daha inceltilmiş bir biçimde sürdürülmesi olarak görünmektedir. Hareketin Dinlenme ve demlenme yeri olarak Parklar Hareket parklara çekilirken hem dinlenmekte hem de doğrudan demokrasi deneyimi olarak forumlar örgütlemektedir. Bu parklarda atölyeler ve çalışma grupları biçimlenmekte. Ortak eylem kararları alınmaktadır. Öz güvene dayalı öz deneyim ile öğrenme süreci yeni bir aşamaya geçti. Protestocu bir kültürden direnişçi bir kültüre geçişi simgeleyen "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" sloganı nerede olduğumuzu bilen bir konumu işaret etmektedir.

Derinleşen Kriz: Yaygınlaşan Savaş Politikaları, Berraklaşan Toplama Kampları Stratejisi Ve Birkaç Örnek

GİRİŞ Uzun zamandır baskı ve güvenlik politikalarını derinleştiren emperyalist sistem tarihin en büyük krizi derinleşirken keskinleşen sınıf mücadelelerine paralel olarak imha, katliam ve toplama kampı stratejilerini de hayata geçiriyor. ABD’de Federal Acil durum Yönetim Teşkilatı (FEMA)’nın boş kampları ve Katrina Kasırgası sonrasında New Orleans’taki pratiği İngilizlerin Afrika ve Asya’da, Fransızların Cezayir ve Libya’da Almanların İkinci paylaşım savaşı da Avrupa’da uygulamaya soktuğu Toplama kampları çözümü, CİA’nin düşük yoğunluklu savaş konseptine paralel olarak 60’lar dan itibaren denizi kurutmak adına yüz binlerce insanın yerlerinden yurtlarından sürülmeleri ile devam etti. Yeni dönem yeni hazırlıklarla sürüyor. ABD’nin bu hazırlıklarını en önemli uygulama alanı İsrail’in GAzze kuşatmasıdır. Milyonlarca insan açık bir hapishanede yaşamaya zorlanıyor. Krizle birlikte bu strateji yaygınlaşmaya başladı. Hem bu stratejiye hem de ortaya çıkaracağı yeni sonuçlara hazırlıklı olmak gerekiyor. Yüksek güvenlikli cezaevleri, toplama ve çalışma kampları önümüzdeki dönem çok yaygın karşılaşacağımız mekanlar olarak ortaya çıkmaktadır. AFRİKA: NİJERYA VE NİJER DELTASI KURTULUŞ GÜÇLERİ Petrol gelirlerin Nijer deltasında yaşayan halkın ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak için 2006 yılında kurulan Nijer Deltası Kurtuluş Hareketi (MEND) petrol boru hatlarına yaptığı saldırılar ile Nijerya’nın petrol üretimini 2.4 milyon varilden 1.3 milyon varile düşürdü. ABD'nin Nijerya'dan ithal ettiği petrol toplam ithalatında % 14'den % 25'e çıktı. ABD’nin bölgeye ilgisinin oldukça geçerli bir nedeni var. 13 Mayıs 2009 tarihinde savaş uçakları ve hücumbotlar kullanan Nijerya silahlı kuvvetleri Nijer deltası halkına karşı topyekün bir saldırı başlattı. 30.000'e yakın insan Nijerya silahlı kuvvetleri ile Nijer Deltası Kurtuluş Hareketi (MEND) arasında savaş sırasında ordu güçleri tarafından köyleri yakılarak, yıkılarak sürüldüler. Gazze politikası yeni bir uygulama alanı olacağı işaretlerini vermektedir yaşananlar. Yiyecek, su ve tibbi bakım olanaklarından mahrum olan ormanlarda yaşayan insanlar internet aracılığıyla seslerini dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Nijerya hükümeti silahları bırakan MEND üyelerini kapsayan bir affı uygulamaya sokacağını 25 Haziran 2009'da açıkladıktan sonra MEND bugüne kadar yapılan saldırıları en büyüklerinden birini gerçekleştirerek Chevron petrol şirketine ait bir platformu havaya uçurdu. Hükümet bu gelişmelere rağmen affın MEND lideri Henry Okah'ı da kapsayacağını kamuoyuna açıkladı. MEND Henry Okah'ın serbet bırakılması ile iki aylık geçici ateş kes ilan etti. Hükümet 6 Ağustos 2009 günü rehebilatasyon programının uygulamaya koymaya başlayacak. Silahlarını teslim eden her MEND üyesine aylık 65.000 naira (433 Dolar) sterlin yiyecek ve asgari geçim yardımı yapılacak. MEND yaptığı açıklamada ayaklanmaya başlama sebeplerinin sürdüğü sürece affın çözüm olamayacağını kamuoyuna açıkladı. Hükümetin af kapsamında silah bırakılmaya başlaması açıklamasına cevap veren Henry Okah, sadece af için mücadele etmediklerine 50 yıldır Delta halkının daha iyi bir yaşam sürmesi be kendi kaderini belirlemesi mücadelesi yürüttüklerini, bu nedenle hükümetin silah teslimatı ile açıklamalarını bir şaka olarak algıladıklarını ifade etti. MEND üyeleri hala silah teslimi için Silah toplama merkezlerine gelmemiş durumdalar ve eylemlerine devam ediyorlar. ASYA: HİNDİSTAN, SRİ LANKA, AFGANİSTAN, PAKİSTAN Hindistan İçişleri Bakanlığı iç hizmetler komitesi Eylülün üçüncü haftasında başlamak üzere Hindistan Komünist Partisi (Maoist) öncülüğünde gelişen halk hareketine karşı topyekun saldırıya geçmeye hazırlanıyor. Hindistan devleti bu komitesinde Ordu, hava kuvvetleri, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin temsilcileri bulunuyor. Hindistan Devleti, ABD’nin zorlamasıyla Pakistan ile olan sorunlarını askıya alıp Keşmir ve Jumma’daki askerlerini operasyon bölgesine kaydırmaya hazırlanıyor. Burada Pakistan’ında bu bölgedeki askerlerini Taliban’la savaş için kuzeye naklettiğini hatırlamakta fayda var. Hava indirme birlikleri de bu nakile dahil edilecek. Üç yıl önce İsrail’den satın aldıkları insansız keşif uçakları Heronları Chhattisgarh and Jharkhand eyaletlerinde hem merkez hem de eyalet kuvvetleri kullanmaktadırlar.. 5 Ağustosta görevleri biteb 15 tabur askeri Keşmir ve Jammu’dan Chhattisgarh merkez olmak üzere Jharkhand ve Orissa’ya gönderecekler. Tüm eyalet yönetimlerine istikrar için gerekli önlemleri almalarını iç işleri bakanlığı istedi. Topyekun saldırı başladığı zaman eyalet bürokrasilerinin saldırının hızını kesmemelerini istiyorlar. 17 Ağustos’ta eyalet başkanları ile başbakanın yapacağı toplantı sonrasında yapılacakları netleştirecekler. İç ileri bakanı “yılardan beri süre gelen bu meydan okumayı küçümsemekle büyük bir hata yaptıklarını” söyledi. 12 Temmuz tarihli açıklamasında HKP(M) TEKK yenilgisinden dersler çıkardıklarını, TEKK düşmanın değişen taktikleri, savaş kapasitesi ve emperyalistlerin açık desteğini almalarını anlamamakla büyük bir hata yaptıklarını ama kendilerinin önemli dersler çıkararak sürece hazırlandıklarını yazdı. Ayrıca Sonia-Manmohan-Chidambaram üçlüsünün topyekûn bir saldırıya hazırlandığını, halın bugüne kadar karşılaşmadığı ölümcül ve vahşi bir baskı ve zülüm politikası ile karşı karşıya kalacağının vurguladı. Sonia Gandi’yi eğer bu politikaları uygulamaya sokarsa kitlesel silahlı direnişten kendisine yönelik suikast eylemlerine kadar her türlü eyleme kullanacaklarını kamuoyuna açıkladılar. SRİ LANKA TAMİL KAPLANLARI Sri Lanka Ordusu Kasım 2008’de Tamil bölgesine kara deniz ve hava kuvvetlerini kullanarak ağır bir saldırı başlattı. ABD gözetiminde Çin tarafından modern silahlarla donatılan Sri Lanka ordusu ABD- AB- Rusya- Çin, Hindistan ve BM’in ortak mutabakatı sonucu Tamil Elam Kurtuluş Kaplanlarını (LTTE)’nı askeri olarak ezme kararı aldı. Saldırı boyunca uluslararası toplum Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nın sivil Tamilleri canlı kalkan olarak kullandığı propagandasını yaptı. Yıllarca kendi kendini yönetmeye ve özgürlüğü yaşamış bir halkın Sri Lanka Ordusu tarafından neler yapılacağını bildiği için Tamil Kaplanlarının bulunduğu bölgede kalmak istemesini “canlı kalkan” olarak değerlendirdiler. Yeni dönemin kitleselleşmiş halk hareketi haline dönüşmüş eşitlik ve adalet isteyen hareketlere egemenlerin yaklaşımına çok canlı bir örnek teşkil etmektedir yaşananlar. Dünyanın gözü önünde LTTE’nin sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı yalanını BM merkezli bu ülkelerin sivil toplum kuruluşları sürekli gündemde tuttular. Elleri serbest kalan Sri Lanka devleti nihai çözümü Tamil Halkına toplama kamplarını dayattı. TAMİL BİRLEŞİK CEPHESİ milletvekili Chandrakanthan Chandraneru, “Sri Lanka politik bir çözüm aramıyor. Doğuda halk nasıl özgürce konuşamıyorsa kuzeyde de aynı şey olacak. Herkes doğunun bir açık cezaevi olduğunu biliyor.” Dikenli tellerle çevrilmiş kamplar. İsrail ve ABD çözümü yaygınlaşıyor. İsrail Gazze’yi açık hapishaneye çevirirken. ABD FEMA kampları ile gündeme geliyor. Yüzlerce boş kamp faal biçimde tutuluyor ABD’lerinde. Kitlesel kapatma, kitlesel hapsetme! Tamil Halkı soykırımın ardındaki güçleri teşhir ediyor. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış Tamil halkı protestolar ile sorunu gündeme taşıyor. Hindistan Sri Lanka’ya sevk edilen askeri araçları Tamil Nadu eyaletindeki Tamiller ateşe veriyorlar. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları (LTTE) “ Tamil halkı özgürlük ve adalet istediği zaman aldığı karşılığı hiçbir zaman unutmayacak! Son savaşçımıza kadar savaşacağız! Asla teslim olmayacağız!” açıklaması bağlı kalarak Liderleri Prabakaran dahil olmak üzere güçlerinin sonuna kadar savaştılar. Nazi kampları gibi Evlerinden edilen 300 bin kadar sivil Nazi sistemini andırdığı kaydedilen tel örgüler ardındaki kamparda yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor. Kızılhaç görevlilerine kaplara girişlerine yine izin verilmedi. Sivillerin çoğu büyük kamp olan MANİK FARM adlı kampta bulunuyor. Haftada 1400’e yakın Tamil’in öldüğünü uluslararası basın ajanslarına düşmeye başladı. Sri Lanka ordusu son saldırının başlamasından bu yana 22 bin Tamil gerillasının öldürüldüğünü, çatışmalarda 6200 askerin de öldüğünü açıklamıştı. Tamil kaynakları ise savaş başladığında 24.000 TEKK savaşçısı olduğunu bunların 7.000’nin öldüğümü, son savaşta 10.000 savaşçının bulunduğunu, yaklaşık 2500 gerillanında Junglda birbirleriyle bağlantı olmadan saklandıklarını söylüyor. Askeri Yenilgi sonrası TEKK liderliğine getirelen PK Karşı-İstihbarat Merkezleri’nin ortak operasyonu ile yakalanarak Sri Lanka Hükümetine teslim edildi. Kuzeyde Tamil bölgesinde postalların gölgesinde yapılan, katılımın 5 25 olduğu seçimlerde iki büyük şehirden Faffna’da Devlet başkanı Raspaksa’nın partisinin öncülüğünü yaptığı ittifak, Vavuniya’da ise Tamil Ulusal İttifakı seçimi kazandı. Seçime katılımın en yüksek olduğu yer Vavuniya’a olarak kayıtlara geçti. Tamillerin yaşadığı doğu ve kuzey bölgeleri açık hapishane koşullarını sürdürüyor. Temsi toplama kamplarında ölüm açlık ve bakımsızlık kol geziyor. AFGANİSTAN-PAKİSTAN Swat vadisinde Taliban’ın başlattığı saldırı sonucu geri çekilmek zorunda kalan Pakistan güçleri, Hindistan ile varılan anlaşma sonrasında Hindistan sınırındaki birliklerini Taliban ile savaşmak üzere ülkenin kuzeyine kaydırdı. Sri Lanka’nın Tamil Kaplanlarına yönelik saldırısı ile aynı zaman dilimine denk düşen bir topyekum saldırı kampanyası başlattılar. Önce havadan yerleşim yerlerine bölgeyi boşaltmalarını, kalanların Taliban işbirlikçisi olacağına dair bildiriler attılar. Ardından hava bombardımanı başladı. Sonuç ordu Swat vadisine yeniden girdi ama iki milyona yakın mülteci. Gazze politikası yaygınlaşıyor. Mültecileştir, kamplarda kontrol altında tut, yavaş yavaş öldür. Pakistan hükümeti Swat vadisindeki militanların varlığına sın verene kadar sürecek olan operasyonlar kapsamında yerlerinden sürülen 2 milyona yakın insanın kamplarda yaşadıklarını kamuoyuna açıkladı. LATİN AMERİKA, KOLOMBİYA ve FARC Tarihsel kurucusu Marulanda, Uluslarası barış görüşmelerini yürüten Simon Trinidad’ın Ekvator’un başkentinde kaçırılarak Kolombiya’ya oradan da ABD’ye iade edilmesi, savaş tutsaklarının değişimi görüşmelerimde ortaya çıkan güvenlik zafiyetinde Raul Reyes’i korumasının ihaneti sonucu İvan kaybeden FARC, tarihi boyunca en büyük üst düzey kayıplarla karşı karşıya kaldı. Güvenlik açıklarını kapatmadan Kızılhaç şemsiyesini kullanan Kolombiya ordusunun İsrail ve ABD desteği ile yaptığı operasyon sonucu elinde önemli savaş esirlerinde üç CİA ajanı ve Fransız asıllı Başkan Adayı Bencourt elinden kaçırdı. Ortaya çıkan durumu hızlı değerlendirip yeni bir konumlanma stratejisi ortaya koyan FARC geçen yıl başlattığı karşı hamle ile yapısal koordinasyonu yeniden sağladığını ortaya koydu. FARC-EP eylemleri sırasında, 2 helikopter düşürüldü, 6 tanesi hasar gördü, aynı şekilde 1 uçak ve 2 hücum botu vuruldu. 5 enerji santrali hasar gördü ve bir petrol boru hattı dinamitlendi. Bogota, Neiva, Girardot şehirlerinde LEY II (FARC`ın vergi yasası, geliri 1 milyon doları aşan kişi ya da şirketlerden gelirinin % 10`u barış vergisi olarak alınıyor) kapsamında vergi yükümlülüğünü yerine getirmek istemeyen 20 şirkete sabotaj eylemi gerçekleştirildi. FARC’ın yeniden mücadeleyi ve örgütlenmeyi güçlendirmesi, ABD ve işbirlikçisi faşist Alvaro Uribe yönetimini tedirgin etmektedir. ALBA’ya katılan bütün ülkelerin etkisizleştirilmeleri ve ALBA’nın dağıtılması için bugüne kadar kullanılmış olan demokrasi ve seçim taktikleri bir kenara bırakılmıştır. Bolivya, ekvator, Nikaragua, El Salvador ve Honduras’taki merkez sol hükümetlere tahammül edemeyen ABD ve işbirlikçileri sokak gösterilerinden darbelere ve provokasyonlara kadar bir dizi faaliyeti sürdürmektedirler. Bolivya Venezüella Kolombiya doğalgaz ve petrol sahasını kontrolünü elinde tutmak için Kolombiya Merkezli bir strateji hayat geçirilmeye başlandı. Ekvatordaki Manta üssünün anlaşma süresinin uzatılmaması sonucu ABD Kolombiya’ya yedi üs kuruyor. FARC’ın elindeki silahların bir kısmının İsveç tarafından Venezüella hükümetine satıldığını ve FARC’ta ne işi olduğu soruluyor. Chavez kendi yönetimi öncesinde FARC’ın bir sınır karakolunu baskınından sonra bu silahları ele geçirdiği açıklamasına rağmen kampanya sürüyor. Diğer yandan FARC’ın Ekvator seçimleri için Corre’ya para yardımı yaptığı bir FARC komutanın konuşmasını içeren sahte bir video ile kamuoyuna duyuruluyor. FARC resmi bir açıklama ile videonun düzemece olduğunu kamuoyuna açıkladı. : “Herhangi bir komşu ülkenin herhangi bir seçim kampanyası için para verdiğimize dair iddiaları kesin olarak reddediyoruz. Ekvator Devlet Başkanı Rafael Correa`ya saldırmak için bir sis perdesi yaratan Washington ve Bogota hükümetleri FARC`ın bir videosunu manipüle etmişlerdir”. Ekvador Hükümeti Savunma Bakanı Javier Ponce, Kolombiya Gerilla Hareketi FARC-EP tarafindan yapılan, kendilerinin 2006 yılında Rafael Correa`nın seçim kampanyasını maddi olarak desteklediklerine dair iddiaları yalanladıkları açıklamayı “önemli bir belge” olarak nitelendirdi. Ekvadorlu yetkililer bu mesajı “konuyu tamamen kapatıp-kapatmayacakları”na dair karar vermek için tekrar gözden geçireceklerini ifade ettiler. Geçtiğimiz günlerde Correa, FARC-EP`den defalarca bu iddiaların doğru olup olmadığını açıklamasını istemişti. Bu Salı günü FARC-EP Sekreteryası tarafından yapılan bir açıklamada konu ile ilgili şu ifadeler yer aldı. Diğer taraftan bugün Ekvador yetkilileri tarafından video üzerinde yapılan incelemelere dair yapılan açıklamalarda, gözle bile görülebilecek montajların olduğu ve farklı videoların birleştirildiğini açıklandı. Birleşik Devletler Senatörü Bill Nelson, Nisan 2008’de bölgede bir donanmanın sürekli hazır tutulmasının gerekçelerini “Brezilya’nın yükselen ekonomik gücü, Venezüella’nın saldırganlığı, Panama Kanalı’ndaki artan ticaret hacmi ve Küba lideri Fidel Castro’nun yaşı” olarak göstermişti. Nelson ayrıca konuşlanacak filonun bir oramiral yönetiminde birkaç yüz askerden oluşması ve amfibiuslarla (hem karada hem denizde hareket edebilen ve genellikle askeri çıkarma yönteminde kullanılan bir tür deniz aracı-ç.n.) ve nükleer silaha sahip bir uçak gemisiyle desteklenmesi gerektiğini de belirtmişti. Bunun üzerine 4. Filo yeniden aktif hale getirildi. Honduras darbesi bu bağlamda ABD tarafından örgütlendi. Orta Amerika’daki FMLN’nin El Salvador seçimlerini kazanmasından sonra son kalan üssünü kaybetmek istemedi ABD. Venezuella Devlet başkanı Hugo Chavez herkesin Kolombiya ve ABD’den gelecek saldırıya karşı hazırlıklı olması talimatını verdi. Kolombiya’nın ikinci büyük gerilla örgütü ELN 4 Ağustosta FARC’a kuvvetlerini ABD müdahalesine karşı birleştirmeyi önerdi. Kolombiya’’da savaşın sonucu olan savaş esirleri sorunu hala can alıcı biçimde gündemdedir. FARC’ın elimdeki savaş esirlerini sürekli gündemde tutan uluslararası basın Kolombiya Devleti’nin elindeki FARC savaşçılarının hangi koşullar altında tutulduklarını hiç yazmamaktadırlar. FARC’ın tek taraflı esir serbest bırakması da süreci hızlandırmamış, Kolombiya cezaevlerindeki yüzlerce FARC tutuklusu hiç yokmuş gibi davranılmaktadır. ABD ve Kolombiya son stratejinin Latin Amerika ayağını uygulamaya sokmakta tereddüt etmeyeceklerini pratik olarak ortaya koymaktadırlar. SONUÇ NİYETİNE; Kriz sınıf mücadelesini bütün kıtalarda tetiklemektedir. Devletler aralarındaki çelişkileri bir kenara bırakarak isyancı güçlerle birlikte mücadele etme deneyimlerini arttırmaktadırlar. Kendi halklarını bombalamakta ve katliama uğratmakta sınır tanımayacaklarını Sri Lanka ve Pakistan pratiği ortaya koymakta. Hindistan için süreç işlemektedir. Bu politika sınıf mücadelesini ve kurtuluş savaşını yürüten bütün güçleri hedeflemektedir. İster “sessiz ölüm hücrelerinde” ister “kitlesel açık cezaevlerinde” tüm sınıf kardeşlerimizle dayanışma içinde olma zamanıdır. ...

Arap Dünyasında Kitlesel Siyasallaşma, Yükseliş Döneminin Bölgesel Ayaklarından Biri…

1997 NATO TOPLANTISI, BRÜKSEL, “21. Yüzyıl Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak.” 2007 İngiltere Savunma Bakanlığı “Küresel Stratejik Eğilimler Raporu 2007-2036” başlıklı raporunda Küresel eşitsizliğin gerilimi ve istikrasızlığı artıracağını bununda düzensizlik, suç, terörizm ve ayaklanmalar biçiminde şiddete dönüşeceği ifade ettikten sonar devam ediyor. “ Bu gelişmeler sadece anti-kapitalist ideolojiler olmayacak; sadece dini, anarşist yada nihilist ayaklanmalarda olmayacak ayrıca popülizm ve Marksizm’in yeniden canlanışına yol açacak.” Bu yeni devrime de proletaryanın değil yeni orta sınıfların önderlik edeceğini yazıyor. Ne diyelim kâhinler haklı çıkıyor! Biraz geriye gidince tarihsel geri çekilme döneminde ayırt edici dönemeçler olduğunu göreceğiz. Kapitalizm yapısal çelişkilerinin farkında olan düzenin sahipleri 20.yy’dan çıkardıkları dersler ışığında iki temel önlem aldılar. Bir kriz yönetimi anlayışı, iki Başını ABD’nin çektiği ama diğer emperyalist güçlerinden onayladığı “Önleyici Savaş Doktrini” aralarındaki rekabetten dolayı bölgesel paktlar ve işbirliği örgütleri oluşturmalarına rağmen asıl tehlikeye karşı ortak bir var olma tepkisi geliştirmektedirler. (1) Üzerinde bu kadar çalıştıkları ayrıntılı raporlar hazırladıkları bu yüzyılda neler olacak biraz bakmakta fayda var. Özellikle Sosyalist Blok’ın dağıldıktan sonraki gelişmeleri belirli bir sadeleşme ve dönemleştirme ile ele alarak emekçilerin siyasal, toplumsal ve ekonomik taleplerinin nasıl geliştiği, bilincin gelişme momentlerinin neler olduğunu görerek bugünkü tepkilerin seyrini öngörebiliriz. 1989 SOSYALİST BLOK’UN DAĞILMASINDAN 1998 SEATLE’A Sosyalizmin tarihsel yenilgisinin emekçilerin üzerine çöktüğü bu dönemde asıl olarak geçmiş tarihsel dönemde siyasi mücadele açısından öne çıkmayan coğrafyalar daha aktif bir duruma geçtiler. Örgütlülüğün dağılması parçaların gerilimli tepkiler halinde ortaya çıkmasına ve zamana bağlı tarihsel ve eş zamanlı bir birikim sürecinin oluşmasının önünü açtı. Çöküşün hemen ardından gelen 1992 Los Angeles ayaklanması işaret fişeği olarak çaktı. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi kitlesel bir alana yayıldı. Güney Afrika ANC’nin yönettiği, Aperthaid’ın kaldırıldığı bir ülkeye dönüştü. Orta Amerika’da El Salvador ve Guatemala’da barış süreçleri başladı. Latin Amerika’da yeni kitle hareketi askeri faşist diktatörlükler sonrasında savunmadan talep eden konuma geçerek kente ve kırda yükselmeye başladı. 1994 yılının ocak ayında Zapatistalar Meksika’da NAFTA’ya karşı ayaklandılar. İnterneti kullanarak Kıtalararası Buluşmalar örgütlediler. Yerli hakları ile sınıfsal talepleri bir araya getirdiler. 1996 yılında Asya’da, Nepal’da sessiz sedasız halk savaşı başladı. Bolivya’da köylü hareketi yükselmeye başladı. Venezüella’da Chavez seçimleri kazandı. Brezilyada Topraksız İşçiler Hareketi yükseldi. Latin Amerika’da Sao Poulo Forumu ortaya çıktı. Türkiye’de Kamu emekçileri, memur yani kapıkulu kalıplarını kırarak kitlesel militan bir kamu emekçileri hareketi ortaya çıkardılar. Güney Kore’de militan işçi grevleri ve yeni tipte bir sendikal hareket ortaya çıkıyordu. Filipinlerde 1 Mayıs Hareketi yeni tipte bir sendikal hareket olarak, toplumsal hareket sendikacılığının önünü açtı. Brezilyada metal işçilerin grevi ve yeni sendikal hareket ortaya çıktı. 80’li yıllar Latin Amerika’da askeri diktatörlüklere karşı geniş bir kitle hareketinin doğmasına tanıklık ettikten sonra, 90’lar yeni kitle hareketinin yükselişine ve taleplerini ileri sürüşüne tanıklık etti. 1998 YILINDA SEATLE’DA BAŞLAYAN ANTİ-KÜRESEL HAREKET BAŞKA BİR DÜNYANIN MÜMKÜN OLDUĞUNU YENİ BİR İŞARET FİŞEĞİ OLDU. 90'larda Francis Fukuyama tarafından, kaleme alınan "Tarihin Sonu ve Son İnsan" ilerlemenin sonuna gelindiğini söyleyerek "bati liberal demokrasilerinin" evrensel karakterini ilan etmişti. Aslında gerçek ilişkileri gizlemenin önemli bir aracı olan bu "ilerleme" mitinin altında neler yatmaktadır? Sanırım biraz üstünü kazımakta fayda var. Francis Fukuyama'nın 11 Eylül 2001 de pentagona ve ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra kaleme aldığı yazısında, 10 yıl önceki çalışmasına gönderme yaparak sonu gelen tarihin artık insan toplumunun farklı yönetim biçimlerine doğru evriminin durduğunu artık ilerlemediğini ve kendini gerici güçlere - İslami faşistler- karşı savunma aşmasına geçtiğini söylüyor. Tarihin mantığı ilerleme yönünde değil; yatay genişleme yönünde akmaktadır. Bunu da kapitalizm ve demokrasi arasındaki ilişkiye ya da modern demokrasinin Hıristiyanlığın evrensel insan eşitliği doktrininin laik bir versiyonu olmasına dayandırmaktadır.(3) Bu tez İkiz Kulelere yapılan saldırının ilk günlerinde Bush'un ağzından çıkan haçlı seferleri benzetmesi, yine Samuel Hundigton’ın "medeniyetler çatışması" tezi ile de paralellik taşımaktaydı. Yani asil olarak dinamik yaşam sürecinin diyalektiğinin üstü örtülü biçimde kabulüydü. Sınıflar gerçeğinin belirlediği emperyalizm ve sömürgecilik ilişkilerinin yeni bir biçim altında yeniden üretileceğinin kabulü anlamına geliyordu. “Sonsuz barış dönemi” barutunu çok çabuk tüketmiş hiç kimsenin düşman olmadığı ve herkesin düşman olduğu ne zaman biteceği belirsiz “Sonsuz Savaş dönemine” girilmişti. 10 yıllık kısa bir zaman dilimi içinde körfez savaşı sanal naklen yayın savaş izletilmesi ile yaratılan küresel medyatik yanılsama gerçeklikle teması sürdükçe aşınmış ve nihai olarak gerçeklik karşısında havlu atmıştır. Görüldüğü gibi ilerleme mevzusunda liberal yeni solla burjuvazi arasında bir çatlak oluşmuştu. Liberal yeni sol kapitalizmin daha ileri bir aşamaya imparatorluk aşamasına geçtiğini söylerken burjuvazi gelip dayanılan son noktada liberal batı demokrasilerini kendilerini gericilere karşı savunma ve pazar dışı ülkeleri de "ikna" ederek yatay genişleme aşamasına geçtiğini söylüyordu. Ulaşılması gereken en son biçim "liberal bati demokrasileri" olunca bunun dışında kalan ülkelere de "muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak" kalıyor. gönül rızanız yok mu? önemli değil 11 Eylülden sonra olduğu gibi bomba yağmuru altında kalarak ta ulaşabilirsiniz. yani ilerlemek tarihsel bir eylem olarak hizaya gelmeyen halklara "kader" olarak dayatılıyor, örnek olarak ta 17/02/2002 tarihinde BBC'de Afganistan ve Pakistan medreseler karşılaştırılıyorlardı. Afganistan'daki medreselerde bizim yakından aşina olduğumuz kuran kurslarını hatırlatan görüntüler varken, Pakistan'daki medreselerde bilgisayar sistemleri ve İnternet eşliğinde modern eğitim yapılıyordu. Ya da Newsweek'in ayni sayısında 21.yy'ın teknisyeni olarak Fas'ta çekilmiş bir resim okuyucuya sunuluyordu. Medya aracılığıyla gerekli mesaj veriliyordu. Batı projektörü sürekli olarak İslam üzerinde tutmaya çalışıyordu. Ama hayat her zaman salt tek yönlü iradelerle yürümez. Zaman gelir ayni tarihsel surece başka güçlerde müdahale eder ve tek taraflı yapılan bir düzenleme ve planlama hayata çarparak dağılmaya baslar. Dünyanın sömürge, yeni sömürge bölgelerinde yeşeren kapitalizmin 500 yıllık sömürgecilik tarihini sorgulama hareketleri emperyalistlerin hesap-kitap işlerinin dışında tutulan: unutulmuş, horlanmış "yeryüzünün lanetlilerinin" tarih sahnesine çıkışlarının örnekleri ile dolmaya başlamışlardır. 1992’de tüm Amerika kıtasını kapsayan yerli örgütlerinin başını çektiği işgalin 500.yılı protesto etkinlikleri ile sömürgecilerden tazminat talep eden yeni bir hareket başladı. Bu hareket Afrika’da, Zimbabwe ve Güney Afrika Cumhuriyetine sıçrayarak tüm sahra altı Afrika’yı tehdit eder hale geldi. İngiliz dışişlerini bakanını "yaşananlar Britanya’nın sömürgeci geçmişin mirasıdır" demeye iten beyazların ellerindeki çiftliklere el koyma hareketleri süreç devam etmiştir. Avustralya'da Aborjinlerin tazminat ve toprak talepleri, en son yakıcı bir sorun olarak gündeme giren Filistin halkının işgal edilmiş topraklara geri dönüş hakki ile sorun her yerden boy vermeye başlamıştır. Amerika kıtasında kuzey ve güneyi kapsayan bir yerli federasyonu oluşmuştur. Yani asil olarak Seatle'la başlayan süreç 2001 1 Mayıs'ın öngünlerinde Kanada Quebec'te yapılan 3. Amerikalar Zirvesinde anti-kapitalist kitle hareketinin önemli bir dönüm noktasına ulaşmıştır. ”Öncelikle Emperyalist zincirin zayıf halkalarında kendini hissettiren kriz sermayenin ulus-üstü entegrasyonu sonucu giderek diğer halkaları da kapsayarak merkeze doğru genişlemiş ve 2000 yılı başlarından itibaren de küresel ölçekte kriz olarak anılmaya başlamıştır. Krizle yasama anlayışı olarak "Kriz Yönetimi" anlayışını geliştiren emperyalizm tarihsel deneyimlerinden çıkardığı derslerle yeni sürecin temel politikasının ilk nüvelerini 2000 yılı yaz aylarında başlayan yeni kontra saldırıları ile ortaya koymuştur. Arjantin, El Salvador Guatemala vs. gibi Latin Amerika ülkelerinde kontrgerilla operasyonları yeniden başladı. Sistemi radikal tarzda zorlayan FARC ve ELN’ ye karşı Kolombiya Planı’nın devreye sokulması ve ABD'de petrol, ilaç ve silah tekellerinin olağan üstü desteği ile "Amerikan rüyasına" gölge düşüren seçim entrikaları ile BUSH’ un başkan seçilmesi ve ardından Irak’ı yeniden bombalanması parçaların giderek birleşmesini sağlıyordu. Tam bu süreçte CIA dünyanın yeni sıcak çatışma bölgelerini içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. İsrail vahşi bir tarzda Filistin halkına karşı saldırıya geçti. Türkiye’de devlet 20 cezaevini birden saldırarak esi görülmemiş bir operasyona yöneldi. Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti devlet başkanına suikast düzenlendi. Kolombiya ABD askerlerinin eğitimleri altında yeni ölüm mangaları ile dolduruldu. Amerikan askerleri sessiz sedasız dünyanın her yerine yerleştirilmeye başladı. Guatemala ve El Salvador topraklarını ABD ordusunu açmış, merkez Asya’da, balkanlarda yeni üsler kurulmuş, Nikaragua'ya asker gönderilmiş vs. Şu an 80 kusur ülkede de ABD askeri ve üsleri bulundurmaktadır. 2000’li yıllar hem baskı dalgasına tanıklık etti hem de yeni mücadele biçimleri ortaya çıktı. Arjantin Piketeros hareketi ile İşsiz İşçiler Hareketini mücadele deneyimlerini kazandırdı. Bolivya’da 2003 ve 2005 ayaklanmaları gerçekleşti. Ekvatorda 2001, 2002 ayaklanmaları ortaya çıktı. Bu iki ülkede sorun çözülen burjuva iktidarının yerine yeni biçimi koyamamak olarak ortaya çıktı. Brezilya’da İşçi Partisi hükümetinin yükselişi başladı, Arjantin’de 2001 ayaklanması gerçekleşti. Uruguay’da kamuya ait petrol şirketinin özelleştirilmesi referandum ile reddedildi. Filistin ikinci intifada ile sürece başladı. Filistin Halkının örgütlülük düzeyi İsrail güvenlik duvarını aştı ve FHKC Genel Sekreterinin öldürülmesine yanıt olarak faşist Turizm Bakanı cezalandırıldı. İsrail Lübnan’da ilk kez yenilgiye uğradı. Hizbullah direnişi ve örgütlülüğü ile Lübnan denkleminde tartışılmaz bir aktör olduğunu dosta düşmana gösterdi. Nepal’da, Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in önderlik ettiği halk savaşı legal siyaset kanallarına yöneldi. Güney Doğu Asya Maoist Partiler Koordinasyon Komitesi’nde birlikte çalıştıkları Hindistanlı Maoist örgütlerin birleşmelerinde pozitif bir rol oynadılar. HKP(M) başını çektiği halk hareketi tüm ülkeye yayılarak ülkenin en önemli gündem maddesi oldu. Hindistan Başbakanı ülkenin en önemli güvenlik sorununu Maoistlerin oluşturduğunu söyledi. Sri Lanka’da Tamiller yarı devlet pozisyonuna ulaştılar. Filipinlerde FKP’nin başını çektiği halk hareketi yeni pozisyonlar almaya başladı. Tayland’da diktatörlüğe karşı mücadelede emekçilerin ağırlığı hissedilmeye başlandı. Afrika’da Nijerya’da Nijer Deltası Kurtuluş Güçleri yerli hakları ile sınıf ilişkileri arasında kurduğu ilişki ile petrol şirketleri ve Nijerya devletine savaş açtı. Onlarca örgütün şemsiye örgütü olarak biçimlenerek yeni bir örgütlenme modeli de geliştirdiler. 2001 yılında başlaya Dünya Sosyal forumu örgütlenmeleri ve anti-küresel hareketin yükselişi sürdü. 2001 Eylül’ünde ABD’ye yapılan saldırılar sonrasında ABD “teröre karşı sonsuz savaş” hedefi ile önleyici savaş doktrinini hayata geçirmeye başladı. ABD ordusu yeni düzenin gereklerine göre yeniden düzenlendi ve konumlandırıldı. NATO tarafından Afganistan saldırı ve işgali başladı. TARİHSEL BİR DÖNÜM NOKTASI: 2003 IRAK İŞGALİ ÖNCESİ Dünya ölçeğinde ortaya çıkan kitle hareketi asıl dönemeç noktası oldu. 1990’da başlayan çöküş, bozgun, dağılma döneminin sonuna 2003’te gelindi. 2003’ten itibaren, hareketin öne doğru hamle yaptığı bir dönem girdi. New York Times İşgal öncesinde “Sokaklardaki Yeni Güç: Dünya Kamuoyu” analizi yaptı. 40 yakın kentte aynı anda eş zamanlı gösteriler düzenlendi. İkinci Süpergüç adı kullanılmaya başladı. (4) Yükseliş Döneminin Birinci Evresi Yerel düzlemde başlayan hareketler ülkesel ve bölgesel güç haline gelirken bütün yerel renkleri ile ortaya çıkıyordu. Emperyalist-kapitalist zincirin farklı halkaları üretim sürecindeki yerine göre ortaya çıkan sınıf dinamiklerini mücadeleye katmaya başlamıştı. 2005 yılında Latin Amerika’da merkez sol hükümetler dalgası kitlelerin bilincinde ortaya çıkan değişimin önemli kilometre taşlarından biri oldu. Siyasal alan ve hedefler kitle hareketinin çıtayı yükselttiğini gösteriyordu. Tarihsel yenilginin ortaya çıkardığı en geri noktalardan hayatta kalma çabaları parça parça, tek tek olan hareketleri benzerleri ile temas koymaktan alıkoyuyordu. Hele yenilginin sorumlusu olan sosyalist partiler, hareketler ve sosyalist eğilimli sendikalardan ve kitle örgütlerinden bilinçli olarak uzak duruyorlardı. Ama kendi öz deneyimleri ile öğrenme süreci giderek parçadan koparak toplumun diğer kesimleri ile dayanışma duyguları ve eylemlerinin önünü açmaya başladı. 22 Mayıs 2006’da Meksika’nın Oaxaca kentinde eğitim emekçilerinin ekonomik taleplerle başlattığı greve 14 Haziranda Oaxaca eyaleti silahlı kuvvetleri bastırmayı denedi. Bu andan itibaren Oaxaca'lı işçi, emekçi, öğrenci, yoksul köylü ve yerli halkların desteğini aldı ve bir halk grevine, ardından saldırılardan sorumlu Vali Ulises Ruiz Ortiz'in istifası talebiyle isyana dönüştü. Oaxaca işçi ve emekçilerinin bu birleşik isyanı büyütmek için kurdukları Oaxaca Halk Meclisi (APPO), kısa zamanda halk iktidarının organına evirildi. Altı ay boyunca kenti APPO yönetti. Dönemin bir komün örneği olarak belleklere kazındı. 2008 baharında Asya da Tamil Halkına yönelik katliam saldırısı ile yeni dönemde İsrail’in Gazze’de uyguladığı toplama kampları stratejisinin yaygınlaşacağı netleşmeye başladı. Sessizlik duvarı içinde BM, ABD, AB, Rusya, Çin ve İsrail’in destekleri ile ormanın yakılması ve suyun kurutulması stratejisi uygulandı. Vahşet, katliam, toplama kampları. Yeni dönemin açık mesajlarından biri daha verilmiş oldu. Tamil Halkının olağan üstü direnişi yeni döneme kalan en önemli direniş mesajlarından biri oldu. Terk edilmeyen ülke, yenilgiye görmesine rağmen ölümüne direniş. Ardından Pakistan’daki Svat vadisinin bombalanması ile tarihin en büyük mülteci hareketlerinden biri yaratıldı. Toplama kampları stratejisinin yeni dönemde devrimci halk hareketlerini bastırmada temel bir yöntem olarak kullanılacağı pratik olarak da gösterildi. Yapıldığı dönemde Hindistan HKP(M) önderliğinde silahlı halk hareketi ülkenin bir numaralı iç tehdit unsuru olarak görülmeye başladı. Nepal’da yasal siyasi alana geçildi. Hindistan da halk hareketi yükseldi. 2008 Krizi ve ikinci dönüm noktası Krizin en ayıt edici özelliği burjuva iktisadının bütün açıklama mekanizmalarını yitirdiğinin ortaya çıkması oldu. Ortada krizin sorumlusu olabilecek ne KİT kalmıştı nede büyük sendikalar. Ama kriz 1929’tan sonra en önemli kriz olarak ortaya çıktı. Önemli paketlerle biraz soluk alındı ama sorun başladığı yerde durmaktadır. Gıda fiyatlarında ortaya çıkan artış krizin bir gıda krizine dönüşmekte olduğunu göstermekteydi. Emperyalist Kapitalistler stratejik olarak gördükleri Honduras’ta askeri darbeyi hayata geçirdiler. Venezüella’da ters tepen darbe, Honduras’ta ayakta kaldı. Halkın oluşturduğu Darbeye Karşı Ulusal Cephe mücadeleye devam etmektedir. Önce Avrupa emekçileri sokakları ısıttılar, ardından kuzey Afrika Kriz dönemlerinin bütün özelliklerini bir kez daha teyit ederek harekete geçti. Olağanüstü dönemlerde kitlelerin davranışlarında olağanüstü değişimler olur. “Sinik”, “mızmız” olduğu söylenen Arap halkları birbiri ardına yeni dönemin bir özelliğini daha teyit ederek harekete geçti. Her yerel hareket hızla bölgesel karakter kazanmaktadır. Krizin Avrupa’da ortaya çıkan protesto grevler dalgası, Yunanistan en üst düzeye çıktı. AB dönem başkanı Yunanistan, İspanya ve Portekiz için askeri darbeler gündeme gelebilir dedi. Asıl “sürpriz” ise Arap coğrafyasından geldi. Kitlelerin hal ve davranışlardaki değişiminin kriz koşullarında nasıl seyredeceğine ilişkin çarpıcı bir örnek teşkil etti. Burada yapılacak olan en gereksiz tartışma ABD ya da CIA’nin işidir deyip hafife almaktır. Önleyici savaş doktrini zaten deneyimleri ışığında gerilimin büyüdüğü yerlerde ısrar etmemeyi ve mümkün olduğunca düzen içinde bir değişimin makul görüleceği üzerine kuruludur. Engelleyemiyorsan yönlendir şiarını uygulamaktadırlar. Sorun harekete geçen kitleler ve bunun doğal sonucu olarak kitleler olmadan siyaset yapılamayacağı bir atmosfere girilmesidir. Deneyimle öğrenme sürüyor. Yazının başından beri altı çizilen tarihsel birikim yaşanan sürecin arka planını oluşturmaktadır. Alt Afrika’da Fildişi sahilindeki seçimleri kaybeden başkanın gitmemekte ısrar etmesi, Nijerya’da ateşkesin bitmesi ve Nijer Deltası Kurtuluş Güçleri (MEND) ile hükümet arasındaki çatışmaların yeniden başlaması bölgesel işaretlerdir. Burada temel önceliğimiz kriz tartışmasının yanına devrimci durum tartışmasını da eklemektir. Yani Küresel kriz aslında küresel devrimci durumun tetikleyicisidir. Durağanlığın süreceği ya da ikinci dip tartışmaları aslında devrimci durumun derinleşeceği anlamına geliyor. Lenin’in klasik tanımının verilerinin aslında 2000’li yılların başından itibaren hayatımızın içine girdiğine tanık oluyoruz. Klasik refah-kriz döngüsünün dışında yapısal krizin yarattığı parçalı devrimci durum örnekleri yoğunlaşarak artmaktadır. Nasıl 90’ların ortalarından itibaren yerel krizlerle başlayan süreç 2008 merkez ülke ABD ile küresel krize dönüşmüşse, yerellerde başlayan yönetilmeme isteği 2005 Latin Amerika seçim dalgası ile başlamış, 2008 krizinde Avrupa’da grev dalgası olarak ortaya çıkmış, Arap dünyasında bölgesel ayaklanma özelliği kazanmıştır. “Olgunlaşmamış ulusal kriz- ulusal kriz” ayrımı yaşananları anlamamız kolaylaştırmaktadır. Geniş emekçi kitlelerin davranışlarında yasal süreci aşan meşruluk temelinde ilerleyen şiddet yöntemlerini de kullanan bir örgütlenme mücadele evresi tanımlamaktadır olgunlaşmamış ulusal kriz. Mücadelenin burjuva kurumları parçaladığı Arjantin, Bolivya, Ekvator vs. ülkelerde iktidar sorunu ve devrimci kriz sorunun ortaya çıkarmıştır. Burjuvazi nasıl ekonomik krize sorumlu bulamıyorsa ( hatırlayalım geçmiş krizlerin iki temel sorumlusu vardı: sendikalar ve KİT’ler), yani krizin kapitalizmin yapısal bir sorunu olduğu gözler önüne serilmişti. Sosyalistlerin ve sendikaların güçsüz olduğu tarihsel koşullarda kendi mezar kazıcıları sınıfsal taleplerle ama kendiliğinde harekete geçmeye başlıyor. Tam olarak devrimci bir krizden söz edilemese de geniş kitlelerde yönetilmeme isteği giderek daha fazla ölçüde pratik olarak dışa vuruyor. Yönetenler eskisi gibi yönetmekte zorlanıyorlar. Tarihsel yenilgiyi yaşamamış bir emekçiler kuşağı bütün deneyimsizliğine rağmen hayata müdahale ediyor. Öğreniyor, baskı aygıtlarını işlevsizleştiriyor. Kitlesel davranış biçimleri hızlı bir değişikliğe uğruyor. Mahir Çayan’ın “evrim-devrim aşamalarının iç içe geçmesi”, “olgunlaşmamış milli kriz”, “sürekli bunalım içindeki yeni-sömürge ülke”, “suni denge” oligarşik dikta-sömürge tipi faşizm ( Açık ve gizli) kavramlaştırılması Lenin’in Emperyalizm ve Proleter Devrimler çağı analizinin 3. Bunalım Dönemine uyarlanması idi. Aynı çözümleme yöntemi ile yeni tarihsel dönemin özelliklerini dile getirmek gerekiyor. (5) Buradan anlaşılması gereken emperyalizm ve Proleter Devrimler çağının yeni bir evresinde olduğumuzdur. Yeni evrenin özellikleri, bir önceki evrenin özellikleri ile karşılaştırılarak çözümlenebilir. 20. ve 21.Yüzyıl karşılaştırmalarında bir önceki dönemin Nepal, Bolivya, Venezüella gibi “daha sessiz coğrafyaları ve ülkeleri” emperyalist-kapitalist sistemde gedikler açıp, mevziler oluşturarak emperyalist-kapitalist zincirin zayıf halkalardaki yeni kırılgan alanları oluşturmaktadırlar. Latin Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu’da tarihe “yeni özneler” giriyor. Birikim harmanlanıyor, yayılıyor…Bölgesel özellikler taşıyor.. Evet şimdi “başka bir dünya mümkündür.”den “Ayaklanma mümkündür.”e geçişin sancıları ve ayak sesleri ortaya çıkmaktadır. Ayaklanmanın dilini öğrenenler kendi yollarında yıkıp-yapmanın diyalektiğini de üreteceklerdir. 1905 Devriminde ortaya çıkan Sovyetler 20.yy deneyimi olarak göz kırpıyor bize. Hayat arındırıyor, zihinlerimiz açıyor, yüzlerimizi güzelleştiriyor. Evet bu dönemde komplo teorisyenlerini “haklı” çıkaracak ilişkilere de rastlamak mümkün. Örneğin Mübarek Rejiminin destekçisi ABD’nin, Mısırda 6 Nisan Hareketi, Kübra hareketi gibi organizasyonlara Amerika’daki Demokrasi Geliştirme Vakfı aracılığıyla kaynak aktardığını da biliyoruz. (Michel Chossudovsky, Globalresearch.com). Süreç karmaşık ilişkilerden, ideolojik karmaşadan arınarak gelişecek. Devrimci bir programın önemin arttığı ama “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.” (6) saptamasının yol gösterdiği bir dönemin içindeyiz. Egemenler “kâhin” olarak 21. yüzyılda olacakları tahmin ettiler. Hazırlıklarını ona göre yaptılar. “Biz” de biliyorduk olacakları, zaman konusunda bir sorunumuz vardı. Onu da tarihin yapıcı gücü kitleler çözüyor. Şimdi yeni bir toplumun nasıl kurulacağını bugünde yarına uzanan bir yıkıcı-kurucu politik-toplumsal bir çerçeve oluşturmak gerekiyor. Ama artık kendi hayal dünyamızın değil hayatın, sokağın, sınıf mücadelesinin içinde sorunları tartışmanın zemini güçleniyor. Sınıf mücadelesi sertleşirken bütün barışçıl hayaller yavaş yavaş buharlaşıyor. Yeni bir devrimci dönemin başında olduğumuzun işaretleri ile karşıyayız. Dönem öznelerini çağırıyor. KAYNAKLAR: (1) Bu strateji ABD merkezlidir. Fakat diğer emperyalist güçler bunu referans alıp yeniden yapılanmaktadırlar. bu stratejinin yedi temel ayağından söz edebiliriz. a- açık ve gizli cezaevleri, b- uluslararası güvenlik akademileri, c- karşı-terör istihbarat merkezleri, d- terörle mücadele yasaları, e- iade ve avrupa’daki yakalama garantisi hakkındaki anlaşmalar, göçmenlerin gözaltına alınması, kontrolü ve baskı altında tutulmaları, kara listeler, f- iklim değişimi silahı olarak jeo-mühendislik yada atmosferin askerileştirilmesi, g- uzayın askerileştirilmesi (2) Francis Fukuyama, "Hedefleri: Modern Dünya", Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002 (3) Francis Fukuyama, "Hedefleri: Modern Dünya", Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002 (4) Newyork Times, 17 Şubat 2003, http://www.nytimes.com/2003/02/17/world/threats-and-responses-news-analysis-a-new-power-in-the-streets.html (5) Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim I-II-III, Bütün Yazılar (6) K. Marx, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, W. Bracke’ye Mektup, Londra, 5 Mayıs 1875 İmralı'da Abdullah Öcalanla Görüşme hangi ihtiyacın ürünü? 2008'den beri gündemden düşmeyen emperyalist-kapitaalist sistemin krizi son OECD raporu ile bir kez daha tescillendi. Burjuva iktisatçılarının % 2,5 lik büyüme oranını durgunluk olarak değerlendirdikleri göz önüne alındığında raporda ifade edilen "50 yıllık bir zaman diliminde % 3 lük bir büyüme oranı öngörüsü yıllara yayılan bir durgunluk sürecinin kabülünü getirmektedir." (1) Peki bu kabülün siyasi ve askeri alanlara tercümesi nasıl olmaktadır sorusunun cevabıda İNGİLTERE SAVUNMA BAKANLIĞI STRATEJİK EĞİLİMLER PROGRAMI metninde bulunmaktadır. İngiltere Savunma Bakanlığının 2007-2036 Stratejik Eğilimler Programı Kitabında bu otuz yılın halkçı, marksist eğilimli ayaklanmaların damgasını vuracağu yazılıyordu. (2) Birbiriyle içiçe geçmiş bulunan hayatın düzeyleri arasındaki geçişler oldukça. Burjuva iktisatçıların durgunluk dedikleri mesele bizim için kriz- devrimci durum ilişkisidir. Yani Dünya çapında derinleşen ekonomik kriz, aşağıdakilerin yönetilmek istemeyişi, yukarıdakilerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyişi koşullarının uç verdiği bir tarihsel döneme giriliyor. İşte bu tarihsel döneme girilirken Abdullah Öcalan-Hakan Fidan görüşmesi gündeme oturdu. Bir şaşkınlık hali heryerde ortaya çıktı. Bir barış havası estirildi. Sanki herşey güllük gulistanlık olacaktı. Hükümet yanlısı basın abarttı.. Birgün gazetesinden Selami İnce Kolombiya, İspanya, Türkiye örneklerini karşılaştırmalaı bir incelemeye tabi tuıttu ama oda sade barış görüşmelerinin akışı ve devletlerin tavrı üzerine yoğunlaştı. Verdiği örnekler devletlerin tasfiyeye yöneldiğini açıkca gösteriyordu. Dünyanın içine girdiği koşullar ışığında başka yerlerde neler oluyor kısaca bir bakalım. Son 6 ayda ortaya çıkan barış görüşmeleri ve ateşkes önerileri: 1- Filipinler Komünist Partisi Yeni Halk Ordusu ile Filipin Devleti 2- Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri ile Kolombiya Devleti 3- Kürdistan İşçi Partisi ile Türkiye Devleti 4- M-23 ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti 5- Sudan, Güney Sudan askerden arındırılmış bölgede görüşürken Darfur bölgesinden Özgürlük ve Adalet Hareketide barış görüşmelerine katıldı. 6- Etopya devleti ile Ogaden Ulusal Kurtuluş Cephesi arasında barış görüşmeleri başladı 7- ETA ile İspanya Devleti arasında barış görüşmeleri başladı. 8- Orta Afrika Cumhuriyeti ve İslamcı İsyancılar arasındaki görüşmeler 9- Nijerya Hükümeti İslamcı Boko Haram'a barış görüşmeleri teklif etti. 10- İsrail- Filistin barış görüşmeleri, El Fetih Gazzede miting yaptı. İsrail tanınması koşulu ile barış görüşmeleri yapılabilkeceği İsrail Tarafından önerildi. 11- Pakistan Talibana barış görüşmeleri teklifi yaptı. 12- Burma Devleti ile Kaçin Kurtuluş Ordusu arasında barış görüşmeleri başladı. 13- Hindistan Devleti ile Açik Ulusal Gönüllü Güçleri arasında anlaşma imzalandı. Bu kadar eşzamanlı barış görüşmelerinin bir maddi temeli Derinleşen kriz dünya çapında kitlesel hareketlilik süreçlerini tetiklemektedir. Çelişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak sokak çatışmalarından silahlı biçimlere kadar geniş bir eksen ortaya çıkarmaktadır. Avrupa genel grev ve direnişle, meydan işgalleri ile yüz yüze kalırken emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halkalarında çatışmalar silahlı biçimler almaktadır. Bu çatışmaların bir kısmı Önleyici Savaş doktrini altında Emperyalistler tarafından çıkarılmakta, kışkırtılmaktadır. Libya, Suriye vs. Bir kısmı da dinsel ve ulusal ideolojilerle savunma stratejisi geliştirenler tarafından uygulanmaktadır. Nijerya'da Nijer Deltası Kurtuluş Güçler ( MEND) (Delta'da yaşayan yoksul halk için adalet ve daha iyi bir hayat talep etmektedir.) , Orta Afrika Cumhuriyeti İslamcı ayaklanma Sudan tarafından desteklenmektedir. Libya'da Mali'li paralı askerler rejim devrildikten sonra ülkeleri Mali'ye geçmiş ve İslamcı ayaklanmanın temel güçlerini oluşturmuşlardır. Arkasında gerilla hareketleri olan devletlerin ordularının müdahale gücü olarak kullanılması mümkün değildir. Kolombiya, Türkiye, Etopya, Nijerya vs.. Ezilen ve sömürülenlerin tarihsel askeri birikimlerinin mücadeleye yeni girenler tarafında edinilmesinin önünü kesmek gerekmektedir. Bu hareketlerden Kolombiya Silahlı Devrimci Kuvvetler (FARC), Partiya Karkaren Kurdistan- Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Filipinler Komünist Partisi-Yeni Halk Ordusu (FKP-YHO), Bask Vatanı ve Özgürlük (ETA) sosyalist yada sosyalist eğilimli Ulusal kurtuluş Hareketi örgütler olarak tasfiye edilmeleri gerekmektedir. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları'ndan HKP(M)'nin elde etiği deneyim, İRA tarfından eğitilen FARC'ın kazandığı deneyim bu kanalların kapatılmasını zorunlu kılmaktadır. Yada 60 ve 70'lerde Filistin Devriminin dünya devriminin eğitim merkezi gibi çalışması yeni dönemde emperyalistleri daha hazırlıklı olmaya itmektedir. Zayıf halkalarda bölgesel olarak mevzi oluşturabilecek bütün tarihsel deneyim be birikim tasfiye edilmek istenmektedir. Türk devleti emperyalist akıl merkezlerinin uyarıları sonucunda böyle bir adım atmıştır. Orta vadede tehlikenin boyutları görülmüş ve T.C devleti ikna edilmiştir. Nihayetinde biz elimizden geleni yaptık ama Kürtler istemediler barışı gerekçesi ellerinde olacaktır en kötü olasılıkla. Sri Lanka'da Tamil meselesi "çözmek" için katliama giden yol böyle hazırlandı. Orda çözüm olmadığını katliam sonrası yapılan yerel seçimlerde bölgdeki 26 belediyenin 23 kazanan Tamil Ulusal ittifakı ( BDP muadili olarak görülebilir) gösterdi.. Mezopotamya'da Sri Lanka'ya benzemiyor. DİPNOTLAR: (1) "Bu durgunluğun ne kadar süreceğine ilişkin tartışmalarda, Angela Merkel ve İngiltere Merkez Bankası 5-7 yıl arası bir süreden, kimi analistler 2031 tarihinden söz ediyorlardı. Geçen hafta yayımlanan OECD raporu (http://www.oecd.org/newsroom), tüm öngörülerin ötesinde 50 yıllık bir ufka işaret ediyor. İlk bakışta rapor dünya ekonomisinde gelecek 50 yılda ortalama yüzde 3 büyüme beklentisiyle (bu oran resesyon sınırı sayılan yüzde 2.5’e çok yakın olsa bile) iyimser bir tablo sunuyor. Daha yakından bakınca, OECD’nin büyümenin esas olarak Asya’da yoğunlaşacağını vurguladığı, Batı ülkeleri açısından resesyon sınırında bir sürünmeye işaret ettiği anlaşılıyor. Diğer bir deyişle OECD raporuna göre, Batı giderek yoksullaşacak; göreli, hatta bazen mutlak oranlarda küçülmeye devam edecek. Bu görüntü tarihin önüne, “ırkçılığa varan bir üstünlük duygusuna, plütokratik servet yoğunlaşmasına, tüm uyarlığı yok edebilecek askeri kapasiteye sahip ‘Batı’nın 500 yıllık egemenliğini hem de yoksullaşarak kaybetme sürecine acaba nasıl tepki verecek” sorusunu getiriyor." ( http://www.emekdunyasi.net/ed/guncel/20005-50-yillik-durgunluk-ergin-yildizoglu ) (2) 5. STRATEJİK EĞİLİMLER ÇALIŞMASININ ANAHTAR BULGULARI Stratejik gelecek çalışmasının yararı, tahmin edilemeyen geleceğin tahmin edilmesi veya organizasyonlara onu kontrol etme şansını vermesi değildir. Bu çalışma ihtimallerin prova edilmesi, böylece gerçekleşirse daha iyi tepki vermeye yöneliktir. Gelecek otuz yılda, insan hayatının her açısı yeni özellikler, sorunlar ve fırsatlar kapsamında umulmayan oranda değişecektir. İklim değişikliği, küreselleşme ve küresel eşitsizlik olarak tanımlanan üç değişim alanı, gezegendeki herkesin hayatına etkisi olacaktır. a. İklim Değişikliği: İklim değişikliğinin olduğu ve atmosferin 21 inci yüzyıl boyunca bugüne kadar görülmemiş oranda ısınacağını gösteren kanıtlar vardır. Bunun temel sonuçları, muhtemelen eriyen buz kütleleri, okyanusların termal genişlemesi, okyanuslardaki akıntı ve akımlarda değişiklikler ile atmosferden gelen karbondioksit ile daha asitli hale gelen deniz suyu olacaktır. Küresel iklim değişikliği yerleşim için gerekli olan alanları daraltacak ve tarım ile verimliliğe ait kalıplarda değişiklik ile sonuçlanacaktır. Aynı zamanda, sıtma gibi tropik hastalıklar muhtemelen kuzeyde ve ılıman bölgelerde görülecektir. İklim değişikliği yüksek seviyede politize olacaktır. Daha fazla kanıt ve hesap gücü ulaşılabilir oldukça, iklim değişikliğinin nedenleri ve etkileri arasındaki ilişki artan bir şekilde anlaşılsa da, sonuçlarına itiraz edilecek ve kişisel çıkarların etkisi altında kalacaktır. b. Küreselleşme: Küreselleşmenin anahtar özelliklerinden birisi, coğrafi olarak dağınık olan müşteriler ile tedarikçileri birleştirecek mal, hizmet ve işgücü pazarlarının devam ederek uluslararası nitelik kazanması olacaktır. Küresel ekonomide pazarın etkin güçleri tarafından yönlendirilen kazananlar ve kaybedenler bulunacaktır. Bu durum özellikle, arz ve talebin acımasız kanunlarına maruz kalan işgücü alanında görülecektir. Siyasi olarak, küreselleşme, artan bir şekilde küreselleşmiş ekonomi ile bütünleşik devletler arasında birbirine olan bağımlılığı artıracaktır. c. Küresel Eşitsizlik: Birçok insan için maddi şartlar önümüzdeki 30 yıl içinde muhtemelen iyileşecekken, zengin ve fakir arasındaki fark artacak, mutlak fakirlik küresel bir sorun olarak kalacaktır. Mutlak fakirlik ve karşılaştırmalı dezavantajları, beklentileri karşılanmayanlar arasında adaletsizlik algılamasını artıracak, toplumların hem içinde hem de arasında istikrarsızlık ve gerilimi yükseltecek, asayişin bozulması, suçluluk, terörizm ve isyanlar gibi şiddet ifadeleri ile sonuçlanacaktır. Sadece dini, anarşist ve nihilist hareketlerle bağlantılı anti-kapitalist ideolojilerin yeniden dirilmesine değil aynı zamanda popülizm ve Marksizm’in canlanmasına da yol açacaktır. (http://www.arem.gov.tr/Arem/defaultarem.aspx?icerik=56)

İmralı'da Abdullah Öcalanla Görüşme hangi ihtiyacın ürünü?

2008'den beri gündemden düşmeyen emperyalist-kapitalist sistemin krizi son OECD raporu ile bir kez daha tescillendi. Burjuva iktisatçılarının % 2,5 lik büyüme oranını durgunluk olarak değerlendirdikleri göz önüne alındığında raporda ifade edilen "50 yıllık bir zaman diliminde % 3 lük bir büyüme oranı öngörüsü yıllara yayılan bir durgunluk sürecinin kabulünü getirmektedir." (1) Peki bu kabülün siyasi ve askeri alanlara tercümesi nasıl olmaktadır sorusunun cevabı da İNGİLTERE SAVUNMA BAKANLIĞI STRATEJİK EĞİLİMLER PROGRAMI metninde bulunmaktadır. İngiltere Savunma Bakanlığının 2007-2036 Stratejik Eğilimler Programı Kitabında bu otuz yılın halkçı, marksist eğilimli ayaklanmaların damgasını vuracağu yazılıyordu. (2) ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin yayınladığı Küresel Eğilimler 2030, Alternatif Dünyalar raporuda ABD açısından Çin karşısında gerileme eğilimi tespit edilip dünyanın her bölgesinin ABD'nin müdahale alanında olduğunun altı çiziliyor. Birbiriyle içiçe geçmiş bulunan hayatın düzeyleri arasındaki geçişler oldukça burjuva iktisatçıların durgunluk dedikleri mesele bizim için kriz- devrimci durum ilişkisidir. Yani Dünya çapında derinleşen ekonomik kriz, aşağıdakilerin yönetilmek istemeyişi, yukarıdakilerin de eskisi gibi yönetemeyişi koşullarının uç verdiği bir tarihsel döneme giriliyor. Bu dönemin başlangıcı olarak 2003 Irak işgali sürecini alırsak 2008 krizi ile dönemim karakteristikleri iyice belirmeye başladı. İşte bu tarihsel döneme girilirken Abdullah Öcalan-Hakan Fidan görüşmesi gündeme oturdu. Bir şaşkınlık hali heryerde ortaya çıktı. Bir barış havası estirildi. Sanki herşey güllük gulistanlık olacaktı. Hükümet yanlısı basın abarttı.. Birgün gazetesinden Selami İnce Kolombiya, İspanya, Türkiye örneklerini karşılaştırmalaı bir incelemeye tabi tuıttu ama oda sade barış görüşmelerinin akışı ve devletlerin tavrı üzerine yoğunlaştı. Verdiği örnekler devletlerin tasfiyeye yöneldiğini açıkca gösteriyordu. (http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1321281411&news_code=1358070369&year=2013&month=01&day=13#.UPL9aSfZapZ) Dünyanın içine girdiği koşullar ışığında başka yerlerde neler oluyor kısaca bir bakalım. Son 6 ayda ortaya çıkan barış görüşmeleri ve ateşkes önerileri: 1- Filipinler Komunist Partisi Yeni Halk Ordusu ile Filipin Devleti 2- Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri ile Kolombiya Devleti 3- Kürdistan İşçi Partisi ile Türkiye Devleti 4- M-23 ( 23 Mart Hareketi) ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti 5- Sudan, Güney Sudan askerden arındırılmış bölgede görüşürken Darfur bölgesinden Özgürlük ve Adalet Hareketide barış görüşmelerine katıldı. 6- Etopya devleti iel Ogaden Ulusal Kurtuluş Cephesi arasında barış görüşmeleri başladı 7- ETA ile İspanya Devleti arasında barış görüşmeleri başladı. 8- Orta Afrika Cumhuriyeti ve İslamcı İsyancılar arasındaki görüşmeler 9- Nijerya Hükümeti İslamcı Boko Haram'a barış görüşmeleri teklif etti. 10- İsrail- Filistin barış görüşmeleri, El Fetih Gazzede miting yaptı. İsrail tanınması koşulu ile barış görüşmeleri yapılabilkeceği İsrail Tarafından önerildi. 11- Pakistan Talibana barış görüşmeleri teklifi yaptı. 12- Burma Devleti ile Kaçin Kurtuluş Ordusu arasında barış görüşmeleri başladı. 13- Hindistan Devleti ile Açik Ulusal Gönüllü Güçleri arasında anlaşma imzalandı. Bu kadar eşzamanlı barış görüşmelerinin bir maddi temeli Derinleşen kriz dünya çapında kitlesel hareketlilik süreçlerini tetiklemektedir. Çelişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak sokak çatışmalarından silahlı biçimlere kadar geniş bir eksen ortaya çıkarmaktadır. Askeri-sanayi bir komplex olarak ABD emperyalizmi kriz dinamiklerini okuyan yeni pozisyonlarını açıklamaya başladı. Askeri gününün % 60 Pasifike kaydırıyor. Çin Resmi Haber Ajansı Xinhua bunu 2012 yılının en önemli gelişmelerinde birinci sıraya koydu. Avrupa genel grev ve direnişle, meydan işgalleri ile yüz yüze kalırken emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halkalarında çatışmalar silahlı biçimler almaktadır. Bu çatışmaların bir kısmı Önleyici Savaş doktrini altında Emperyalistler tarafından çıkarılmakta, kışkırtılmaktadır. Libya, Suriye vs. Suriye'ye bugüne kadar müdahale edilemememsini sebebi Rusya ve Çin- İran desteği ve Suriye'nin sahip olduğu hava savunma sistemleridir. Bir kısmı da dinsel ve ulusal ideolojilerle savunma stratejisi geliştirenler tarafından uygulanmaktadır. Nijerya'da Nijer Deltası Kurtuluş Güçler ( MEND) (Delta'da yaşayan yoksul halk için adalet ve daha iyi bir hayat talep etmektedir.) , Orta Afrika Cumhuriyeti İslamcı ayaklanma Sudan tarafından desteklenmektedir. Sudan ülkenin güneyi ayrıldıktan sonra sorunu bölgeye yayıyor. Keza Libya'da Mali'li Tuaregler den oluşan paralı askerler rejim devrildikten sonra ülkeleri Mali'ye geçmiş, kuzeyde bağımsızlıkçı bir isyan çıkararak, İslamcı ayaklanma ile işbirliği yapmışlardır. ABD 35 Afrika ülkesine de askeri varlığını gerçekleştirmiştir. "El Kaide tehdidi olsun olmasın bütün Afrika ilgi alanına girmektedir. Arkasında gerilla hareketleri olan devletlerin ordularının müdahale gücü olarak kullanılması mümkün değildir. Kolombiya, Türkiye, Etopya, Nijerya vs.. Türkiye örneğine bakarsak T.C ordusunun giderek sertleşen Ortadoğu'da arkasında bir gerilla hareketi ile savaş sürdürmesi, müdahale gücü olması mümkün değildir. Suriye, Irak, İran sorunları silahlı kürtleri Suriye, Irak ve İran'a karşı kullanmayı amaçlamaktadır. Burada T.C elini rahatlaması için PKK Türkiye'den çekilmesi istenmektedir. Ezilen ve sömürülenlerin tarihsel askeri birikimlerinin mücadeleye yeni girenler tarafında edinilmesinin önünü kesmek gerekmektedir. Bu hareketlerden Kolombiya Silahlı Devrimci Kuvvetler (FARC), Partiya Karkaren Kurdistan- Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Filipinler Komünist Partisi-Yeni Halk Ordusu (FKP-YHO), Bask Vatanı ve Özgürlük (ETA) sosyalist yada sosyalist eğilimli Ulusal kurtuluş Hareketi örgütler olarak tasfiye edilmeleri gerekmektedir. Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları'ndan HKP(M)'nin elde etiği deneyim, İRA tarfından eğitilen FARC'ın kazandığı deneyim bu kanalların kapatılmasını zorunlu kılmaktadır. Yada 60 ve 70'lerde Filistin Devriminin dünya devriminin eğitim merkezi gibi çalışması yeni dönemde emperyalistleri daha hazırlıklı olmaya itmektedir. Zayıf halkalarda bölgesel olarak mevzi oluşturabilecek bütün tarihsel deneyim be birikim tasfiye edilmek istenmektedir. Türk devleti emperyalist akıl merkezlerinin uyarıları sonucunda böyle bir adım atmıştır. Orta vadede tehlikenin boyutları görülmüş ve T.C devleti ikna edilmiştir. Yeni tarihsel sürecte devletin yeniden düzenlenmesinin hukuki formu olarak "başkanlık sistemi ve yeni baskıcı anayasa" kürt sorunu ile birlikte en az hasarla geçilmeye çalışılmaktadır. faşist hızlı hareket edecekleri devlet mekanizmasına ihtiyaçları var. Mısır örnek teşkil ediyor. Nihayetinde "biz elimizden geleni yaptık ama Kürtler istemediler barışı" gerekçesi ellerinde olacaktır. Sri Lanka'da Tamil meselesi "çözmek" için katliama giden yol böyle hazırlandı. Peki çözüm oldu mu? Katliam sonrası yapılan yerel seçimlerde bölgedeki 26 belediyeden 23'ünü Tamil Ulusal İttifakı ( BDP'nin muadili) kazandı. Sorunun ortada durduğunu gösteriyor yaşananlar. Katliamlar ortalığa dökülmeye başladı. Ayrıca Mezopotamya'da Sri Lanka'ya benzemiyor. Bütün devletler durgunluğun yıllara yayılıp süreceğini bildikleri içinde kendi iç sorunlarını "çözerek" diğerlerinin iç sorunlarını kaşıyorlar. politik-askeri-ekonomik olarak rahat hareket edebilmek için iç muhalefetin etkisizleştirilmesi yada susturulması gerekiyor. Cematin önemli sözcülerinden birinin "“Bir tane PKK yok” gerçeği yeni süreci çok zorlayacak. Tamam PKK, Kürt sorunu ile bağlantılıdır. Ama temelde Kürt sorunu, içerinin ve dışarının işbirliği ile Türkiye’nin geleceğini karartma, bu milletin önünün kesilmesi adına ayağımıza takılmış bir prangadır. Türkiye’nin, bölgesinde güçlenmesi istenmiyor. Türkiye’nin İslam coğrafyasında, Türk dünyasında parlayan bir yıldız olarak küresel bir aktör olması istenmiyor. Bu işin içerisinde Amerika’nın güçlü lobileri de, Avrupa’nın Hıristiyan Birliği olduğunda ısrarcı güç odakları da, İsrail, İran ve Suriye de var…" sözü de bu gerçekliğin ifadesidir. (3) Saldırmak için iştahları kabardı iyice. "Ortadoğu Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu" için her ülkedeki işçi emekçi hareketi kendi ülkesinin burjuvazisini durdurmalı ve yıkmalıdır. Görev açıktır; önce emperyalist savaş politikalarını durdurmak, mevcut burjuvazileri yıkmak ve Ortadoğu sosyalist cumhuriyetler federasyonu için dayanışma ve mücadeleyi yükseltmek. DİPNOTLAR: (1) "Bu durgunluğun ne kadar süreceğine ilişkin tartışmalarda, Angela Merkel ve İngiltere Merkez Bankası 5-7 yıl arası bir süreden, kimi analistler 2031 tarihinden söz ediyorlardı. Geçen hafta yayımlanan OECD raporu (http://www.oecd.org/newsroom), tüm öngörülerin ötesinde 50 yıllık bir ufka işaret ediyor. İlk bakışta rapor dünya ekonomisinde gelecek 50 yılda ortalama yüzde 3 büyüme beklentisiyle (bu oran resesyon sınırı sayılan yüzde 2.5’e çok yakın olsa bile) iyimser bir tablo sunuyor. Daha yakından bakınca, OECD’nin büyümenin esas olarak Asya’da yoğunlaşacağını vurguladığı, Batı ülkeleri açısından resesyon sınırında bir sürünmeye işaret ettiği anlaşılıyor. Diğer bir deyişle OECD raporuna göre, Batı giderek yoksullaşacak; göreli, hatta bazen mutlak oranlarda küçülmeye devam edecek. Bu görüntü tarihin önüne, “ırkçılığa varan bir üstünlük duygusuna, plütokratik servet yoğunlaşmasına, tüm uyarlığı yok edebilecek askeri kapasiteye sahip ‘Batı’nın 500 yıllık egemenliğini hem de yoksullaşarak kaybetme sürecine acaba nasıl tepki verecek” sorusunu getiriyor." ( http://www.emekdunyasi.net/ed/guncel/20005-50-yillik-durgunluk-ergin-yildizoglu ) (2) 5. STRATEJİK EĞİLİMLER ÇALIŞMASININ ANAHTAR BULGULARI Stratejik gelecek çalışmasının yararı, tahmin edilemeyen geleceğin tahmin edilmesi veya organizasyonlara onu kontrol etme şansını vermesi değildir. Bu çalışma ihtimallerin prova edilmesi, böylece gerçekleşirse daha iyi tepki vermeye yöneliktir. Gelecek otuz yılda, insan hayatının her açısı yeni özellikler, sorunlar ve fırsatlar kapsamında umulmayan oranda değişecektir. İklim değişikliği, küreselleşme ve küresel eşitsizlik olarak tanımlanan üç değişim alanı, gezegendeki herkesin hayatına etkisi olacaktır. a. İklim Değişikliği: İklim değişikliğinin olduğu ve atmosferin 21 inci yüzyıl boyunca bugüne kadar görülmemiş oranda ısınacağını gösteren kanıtlar vardır. Bunun temel sonuçları, muhtemelen eriyen buz kütleleri, okyanusların termal genişlemesi, okyanuslardaki akıntı ve akımlarda değişiklikler ile atmosferden gelen karbondioksit ile daha asitli hale gelen deniz suyu olacaktır. Küresel iklim değişikliği yerleşim için gerekli olan alanları daraltacak ve tarım ile verimliliğe ait kalıplarda değişiklik ile sonuçlanacaktır. Aynı zamanda, sıtma gibi tropik hastalıklar muhtemelen kuzeyde ve ılıman bölgelerde görülecektir. İklim değişikliği yüksek seviyede politize olacaktır. Daha fazla kanıt ve hesap gücü ulaşılabilir oldukça, iklim değişikliğinin nedenleri ve etkileri arasındaki ilişki artan bir şekilde anlaşılsa da, sonuçlarına itiraz edilecek ve kişisel çıkarların etkisi altında kalacaktır. b. Küreselleşme: Küreselleşmenin anahtar özelliklerinden birisi, coğrafi olarak dağınık olan müşteriler ile tedarikçileri birleştirecek mal, hizmet ve işgücü pazarlarının devam ederek uluslararası nitelik kazanması olacaktır. Küresel ekonomide pazarın etkin güçleri tarafından yönlendirilen kazananlar ve kaybedenler bulunacaktır. Bu durum özellikle, arz ve talebin acımasız kanunlarına maruz kalan işgücü alanında görülecektir. Siyasi olarak, küreselleşme, artan bir şekilde küreselleşmiş ekonomi ile bütünleşik devletler arasında birbirine olan bağımlılığı artıracaktır. c. Küresel Eşitsizlik: Birçok insan için maddi şartlar önümüzdeki 30 yıl içinde muhtemelen iyileşecekken, zengin ve fakir arasındaki fark artacak, mutlak fakirlik küresel bir sorun olarak kalacaktır. Mutlak fakirlik ve karşılaştırmalı dezavantajları, beklentileri karşılanmayanlar arasında adaletsizlik algılamasını artıracak, toplumların hem içinde hem de arasında istikrarsızlık ve gerilimi yükseltecek, asayişin bozulması, suçluluk, terörizm ve isyanlar gibi şiddet ifadeleri ile sonuçlanacaktır. Sadece dini, anarşist ve nihilist hareketlerle bağlantılı anti-kapitalist ideolojilerin yeniden dirilmesine değil aynı zamanda popülizm ve Marksizm’in canlanmasına da yol açacaktır. (http://www.arem.gov.tr/Arem/defaultarem.aspx?icerik=56) (3) Hüseyin Gülerce, Zaman, 11 Ocak 2013

“Tuzla Tersaneler Bölgesi Gerçeği”, Erkan ARSLAN, Kimya Mühendisleri Odası Çetin DURUKANOĞLU, Metalurji Mühendisleri Odası

. metalurji 27 Tuzla ölüm ve toz duman arasında medyadan meclise sendikalardan bakanlıklara işveren örgütlerine kadar geniş bir yelpazenin nesnesi olarak toplumun gündeminde çözümsüzlük girdabı içinde dönmektedir. Ağzını açan herkes “çözümden” söz etmektedir. Önce Tersane patronların çözüm önerilerine bakalım: Metin Kalkavan, (Deniz Ticaret Odası (DTO) Başkanı ve Sedef Tersanesi sahibi) 12 Haziran 2008 DTO toplantısında “İşlediğin çelik, pamuk değil. Tekstil atölyesi değiliz. İşçinin ölebileceğini bilmesi lazım” diyerek tersanelerde ölümün doğal bir olay olduğunu deklere ediyor. “Tuzlanın bugüne kısa bir zaman süresi içinde gelmediğini dolayısıyla da çözümüm zaman alacağını” söylüyor. Selah Tersanesi’nin sahibi Erkan Selah, ‘Cahil işçiler’ diyerek sorunu doğrudan işçilere havale ediyor, GİSBİR Başkanı Murat Bayrak ‘Senede beş-altı ölüm olur, normal’ diyor, MHP Milletvekili Durmuşali Torlak ‘Patron baret vermiyorsa işçi kendi alsın’ diyor. Patronlar çözüm önerileriyle zeka parıltıları saçmaya devam ediyorlar. Peki bu alanda gereğini yapması gereken resmi yetkililer ne düşünüyor bu konuda: Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki iş kazaları ve işçi ölümleriyle ilgili olarak, “20 tersane olması gereken yerde 50 tersane olursa ve bu şekilde ruhsatlandırılırsa o karmaşa içinde ne yazık ki bu üzücü olaylar cereyan etmeye devam edecek” dedi. Çelik, “tuzla konusu artık kangren olmaya başladı. Bu bir bakanlığın meselesi değil, 3-4 bakanın bir araya gelip birlikte çözüm üretmesi gerekiyor” demesine rağmen somut hiçbir adım atmamada ısrar ediyor. Sanki bakan o değil, bakanlar kurulu üyeleri de başka bir ülkenin bakanlar kurulu üyeleri. Gemi İnşa Sanayi Türkiye gemi inşa ve onarım sanayi, genişleyen ve kazancından emin bir sektördür. Bu sektörde üretim 2007 itibariyle toplam 62 tersanede gerçekleştiriliyor. Bunların 56’sı özel sektöre, 4’ü TSK’ya, 2 tanesi de Kamu sektörüne aittir. Bu demektir ki, Türkiye’de gemiyi özel sektör yapar, özel sektör tamir eder. Tuzla Tersaneler Bölgesi ise özel sektöre ait 48 adet tersane ile sektörün mekânsal olarak yaklaşık % 90’ini içermektedir Tuzla 48 tersane, 3 milyar dolarlık gemi inşa ve onarım ihracat rakamı, 45.000’e yakın çalışan ile havzanın tamamını kapsayan bir alan olma özelliği taşımaktadır. Burada bir işçinin yarattığı değerin 3 milyar dolar/45.000 = 66.600 dolar = 80.000 YTL Olduğu vurgulamakta fayda var. Kan parası olarak 40-50 bin YTL ödeyenlerin hiçte hayırsever ve işçi dostu olmadıklarını bu basit hesap çok açık ortaya koymaktadır. Tuzla,özelleştirme-taşeronlaştırma politikalarının yarattığı tahribatın yani buzdağının görünen yüzüdür. Gemi inşa sanayi özellikle iki nedenden dolayı hem Dünya’da, hem de Türkiye’de yükselen bir sektördür: Birincisi, uluslararası mal ticaretinin yaklaşık % 90’ının denizyoluyla gerçekleştiği dünya ekonomisinde, küresel ticaret hacminin son beş yıldır sürekli artmaktadır. İkincisi Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’nun yeni gemi inşasını arttırıcı düzenlemeleri söz konusudur; 2005 yılı itibariyle 15 yaş üstü gemiler seferden menedilmiş, 2015 yılından itibaren de dış duvarı tek cidarlı gemiler seferden menedilecektir. Bu iki faktör, yeni gemi yapımına ve onarımına olan talebi patlatmıştır. Türkiye’de özel gemi inşa sektörü bazı kaynaklara göre 2009’a bazılarına göreyse 2011’e kadar yeni sipariş kabul edemeyeceklerini açıklayan firmalara sahiptir ve dolayısıyla tüm firmaları kendi ilişki ağlarıyla birlikte düşündüğümüzde istikrarlı ve yüksek kârla çalışan bir sektördür. Sektörün büyümeye başladığı 2001 mali krizinden sonraki ölümlü iş kazaları şu şekilde seyretmiş: 2001’de 1 işçi, 2002’de 5, 2003’de 3, 2004’de 5, 2005’de 8, m a k a l e “Tuzla Tersaneler Bölgesi Gerçeği” Erkan ARSLAN, Kimya Mühendisleri Odası Çetin DURUKANOĞLU, Metalurji Mühendisleri Odası 28 .metalurji TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası 2006’da 10, 2007 senesinde ise 12 işçi iş yerinde (11’i Tuzla Tersaneler Bölgesinde olmak üzere1 ) üretim sırasında hayatını kaybetmiştir.1 İçinde bulunduğumuz 2008 yılında toplam ölü sayısı 97’e ulaştı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği İSKİ şantiyesinde Gülseren Yurttaş’ın hayatını kaybettiği iş kazası ile TMMOB’nin de gündemine pratik olarak giren iş cinayetleri serisinin sadece 2008 Mayıs ayı içinde haber sitelerine düşen gözümüze çarpan iş cinayeti sayısı 37 dir2 . Devam etmekte fayda var. Yine resmi kayıtlara yani, - SSK istatistiklerine göre, 2006 yılında gerçekleşen 79 bin 27 iş kazasında bin 601 çalışan insanımız yaşamını yitirmiş, 2 bin 267 kişi sürekli iş göremez (sakat) duruma düşmüş, 574 kişi meslek hastalığına yakalanmıştır. 2007 yılında iş cinayetlerine kurban giden kayıtlı işçi sayısı 1700 civarındadır. İş cinayetleri belirli bir oranda iş kazalarının dışavurumu olarak ta önemli bir gösterge olmaktadır. Yani ölümler İş kazası skalasının piramidinin en üst dilimini oluşturmaktadır. — Türkiye’de, iş kazaları ve meslek hastalıklarının toplam maliyetinin yılda 4 milyar YTL olduğu tahmin ediliyor. — En fazla kaza yaşanan sektör 10 bin 283 iş kazası ile toplam iş kazalarının yüzde 14’ünü oluşturan ‘metalden eşya imalatı’. İkinci sırada 6 bin 483 iş kazası ile toplam kazaların yüzde 9’unu oluşturan inşaat sektörü, üçüncü sırada 6 bin 11 iş kazası ile toplam kazaların yüzde 8,5’ini oluşturan kömür madenciliği geliyor. — En fazla ölüm yaşanan sektörler arasında 290 kişi (yüzde 25) ile inşaat sektörü birinci sırada, 163 kişi (yüzde 10) ile nakliyat ikinci sırada. Ancak ilginç olan ‘bilinmeyen’ kategorisinin yüzde 32 ile asıl birinci olmasıdır. 1 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ekim 2007 İş Sağlığı ve Güvenliği Teftiş Raporu, http://www.calisma.gov.tr/is_teftis/ tershane2.pdf, s8. Bu verilere Kasım ayındaki üç ölümlü iş kazası da eklenmiştir. 2 Haberler.com, cevrimicihaber.com, netgazete.com, sol.org.tr, bianet.org, cnnturk.com, alinteri.org, atilim.org, memlekethaber.com, sendika.org, radikal.com.tr, milliyet.com.tr sitelerinden derlenmiştir. — 4857 sayılı İş Yasası tamamen işverenlerin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bütün tarafların katılımı ile demokratik bir yasa çıkarılmalı.” ( TMMOB Makine MO İş Sağlığı İş Güvenliği Raporu) İğneyi kendimize çuvaldızı düzene batırmak! Şu temel saptamayı yapmakta fayda var. Türkiye’nin emek örgütleri, Emek Platformunu oluşturan örgütler özelleştirme karşısında uğradıkları yenilginin İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yarattığı tahribatın birinci elden “sorumlularıdır”. Daha doğru ifade ile sorumlularıyız. Yani yaşananlar asıl bizim yapamadıklarımız üzerinden ortaya çıkmıştır. “Kader” olarak algılanmış ve 2007 yılında Temmuz ağustos ayında 7 işçi ölünce tekil ölüm halkaları aralarındaki mesafe kısalmış ve ölümler görünür olmaya başlamıştır. Sektörün, büyüyen siparişlere bağlı ortaya çıkan yoğun üretimi, çalışma sahasının çoktandır bu üretim potansiyelini kaldıramaz duruma düşmesi, taşeronluğun varlığı ve elbette ki işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda alınmayan tedbirler, bugüne kadar 98 işçinin ölümüne neden olmuştur. Nitekim son bir yıl içerisinde Tuzla tersanelerinin bu kadar sık ve yoğun biçimde gündem olmasının nedeni iş cinayetlerinin artık gündelik bir hal alması olmuştur. Bıçak kemiğe dayanınca… Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu DİSK/LİMTER-İŞ sendikasının çağrısı ile bir araya gelen İstanbul Tabip Odası, İstanbul İşçi Sağlığı Enstitüsü ve TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulundan oluşan Tuzla Tersaneler İnceleme ve İzleme Komisyonu yapmış olduğu çalışmayı 16 Aralık 2007 tarihinde kamuoyuna sundu. 22 Ocak 2008 tarihinde düzenlenmiş hali ile kitap olarak yayınladı. Raporun hazırlanmasında Gemi inşa sanayinin dünya ölçeğindeki yeri ve bu bağlamda Türkiye’deki gelişim trendi ortaya konarak sorunun tarihsel ve güncel arka planı ortaya konuldu. Sonra somut olarak Tuzla’da çalışan mühendis, doktor, işçi ve Tuzla ile ilgili olarak çalışan hukukçuların tanıklıkları ile harmanlanmış rapor, konu üzerindeki dezenformasyon . metalurji 29 TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası ve spekülasyonları dağıtarak sorunun gerçek nedenleri ile tartışmaya açılmasına mütevazi bir katkıda bulundu. Raporun kamuoyuna sunulması iş cinayetlerindeki artış eşlik edince Tuzla kamuoyunun gündemine giderek daha fazla oturmaya başladı. Bu süreçte DİSK/Limter-İş ve Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER)’in yaptığı eylemler, mecliste soru önergesi verilmesi ve bakanlardan sonra milletvekillerinin de Tuzla’ya gelmesinin ardından 27 Şubat’ta DİSK oturma eylemi kararı aldı ve Tuzla işçi eylemi ile kamuoyunun gündemine oturdu. Göstermelik vaatler ve ölümlerde durulma sorunu yok sayma eğilimini Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİS-BİR)’de devam etmesini sağladı. Hayat Tuzla’da ölüme akıyordu ve ölümler katlanarak günaşırı bir hal almaya başladı. İşçiler cenahında duyarlılık yoğun bir hal almamış olsa da kamuoyunda yavaş yavaş bir duyarlılık oluşmaya başladı. 16 Haziran “grevi” ya da “dost acı söyler” Aydınlar, öğrenciler, siyasal partiler-örgütler, sendikalar vs. tuzla etrafında daha geniş bir duyarlılık oluşturdu. Kapsayıcı ve birleşik emek mücadelesi açısından koşulların olgunlaştığı bir dönemde 16 Haziran “grev” kararını DİSK/Limter-iş kamuoyuna deklere etti. Hazırlık ve organizasyon anlamında ciddi eksiklikler taşıyan bu karar asıl olarak Tuzla üzerine oluşmuş olan dış desteğe dayanarak ve iş cinayetlerinin zorlaması sonucu alınmıştı. Uzun zamandır örgütlenme çalışması yürüten DİSK Limter-iş havzanın tamamını örgütlemekten uzak bir pratik sergilemekteydi. Diğer emek örgütleri gibi ciddi bir örgütlenme sorunu yaşayan Limter-iş arda arda gelen iş cinayetleri ile yoğunlaşmış bir gündemin ardında sürüklendi. Toplumsal muhalefet saflarındaki dağınıklık, yalnızlaşma ve yabancılaşma süreci çakışan bu süreçte Limter-iş tarafından yapılan çağrı sonucunda Tuzla Tersane İzleme ve İnceleme Komisyonun oluşumu ile birlikte birbirinden kopuk, parçalı süren mücadeleyi kırmak için olumlu bir adım atıldı. Limteriş, TMMOB İKK, İstanbul Tabib Odası ve İşçi Sağlığı Enstitüsü ortak bir çalışma yürüterek “Tuzla Tersane Bölgesi Gerçeği” raporunu kamuoyuna sundular. Bu satırların yazarları TMMOB İKK adına katıldıkları bu komisyon çalışmasından, Rapor yayınlandıktan sonra yapılan değerlendirme toplantısında komisyon çalışmalarından “kolektif çalışma kültürü ve örgütlenme konusunda uzun zamandır yönelttikleri eleştirilerin görmemezlikten gelinmesi” gerekçesi ile 2008 yılı şubat ayında ayrıldılar. Tabiî ki hayat akıyordu, ölümlerde durmak bilmiyordu!!!!! 27-28 Şubat eyleminin getirdiği atmosfere ve artan dış desteğe dayanarak alınan 16 haziran grev kararının mevcut gerçeklikle uyuşmadığı eylem sonrası ortaya çıktı. Uzun zamandır Tuzla ile ilişkisi olmayan ya da Tuzla’yı iş cinayetleri ile uzaktan tanıyan toplumsal muhalefet karşılaştığı tablo ile “hayal kırıklığına” uğradı. Burada sorun “ya olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktır”. İşçi emekçi hareketinin daha kalıcı ve sürekliliği olan, güven tazeleyen bir örgütlenme-mücadele tarzının hayata geçirilmesi önem kazanmaktadır. Yoksa harcanan emeğin değersizliği üzerine bir şeyler söylemek haddimize bile düşmez. İşte burada somut gerçeklik örgütlenme diyalektiğinin yakalanması önem arz etmektedir. İstanbul Herkese Sağlı Güvenli Gelecek Platformu’nun oluşum sürecindeki tartışmaları hatırlatmakta fayda var. İstanbul’da oluşmuş olan platform da ‘genel grev genel direniş’ kararı alsın diye tartışmalar yürütüldü. KESK şubeler platformu, TMMOB İstanbul- İKK, TÜRK-İŞ Şubeler Platformu, İstanbul Tabib Odası bunu yapabilecek durumumuz yok demesine rağmen inatla bu tartışma sürdürüldü. Diğer yandan platformda yerellerde çalışarak uzun vadeli bir çalışma ile bu yasaya karşı mücadele edilebilir anlayışını savunanlar sürecin bütün ağırlığını omuzlayarak karınca sabrı ile çalıştılar. 14 Mart iki saatlik iş bırakma eylemi ülke çapında gerçekleşince uzun bir zaman diliminden sonra ilk kez “genel grev” yapılabilir düşüncesi somut bir gerçeklik haline dönüştü. Yasa meclis geldiğinde neredeyse bütün ülke TBMM’ne yürüyüş ve genel grev için hazırdı. İki, kez İstanbul HSGG tarafından genel merkezlere çağrı yapıldı. Genel merkezler bu çağrılara “sessizlik” ile cevap verdiler ve mücadele bu 30 .metalurji TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası noktada kırıldı. Bunu örnek vermemiz nedeni, uzun süreli bir mücadelede kalıcı mevzilerle havza grevini hedefleyerek çalışmak gerekiyor. Grev silahı ile bu kadar kolay oynandığında “hayal kırıklığı” ortamı da yaratılmış oluyor. Yaklaşık bir yılı aşkın süren ölümler zinciri ve sürecin inatçı takibi somut olarak bir dayanışma ortamı ortaya çıkarmıştır. Şimdi bunun üzerinden yeni tipte sendikal örgütlenme için emek örgütleri ile “birleşik mücadele-birleşik örgütlenme” temelinde ortak bir pratik sergilemek gerekmektedir. Kayıtlı işçiler ( Ana firmada sigortalı sendikalı çalışanlar), kayıt dışı çalışanlar ( taşeron işçiler) ve yan sanayi ve havzanın işsizlerini kapsayan üretim birimlerinden yaşam alanlarına uzanan bir sendikal mücadele anlayışı ile çalışmak elzem haline gelmiştir. Yani öncelik bu iş cinayetleri zinciri ortaya çıkmadan önce neler yapamadığımızı konuşarak bugünün perpspektifini çıkarmakta fayda var. Kıssadan hisse Tuzla, Özelleştirme-taşeronlaştırmanın 30 yıllık hikâyesinin kaçamayacağımız yüzüdür. “Suçlu” sadece kapitalistler, devlet ve uluslararası tekeller değildir. Onlar sermaye birikimi süreci açısından yapması gereken doğal şeyleri yapıyorlar. Özelleştirme karşıtı mücadelede ciddi bir başarı sağlayamayan emekçiler ağır bedel ödemektedir. Şimdi yapılması gereken yaşananları bilince çıkarmak, “İşçi sağlığı İş Güvenliği” alanında bir mücadele platformu oluşturmaktır. TMMOB İstanbul İKK bu konuda üzerine düşen sorumluluğu, sahip olduğu bilgi birikimi ve insan potansiyeli ile yerine getirmeye daha bir özen göstermelidir. Gemi inşa sanayinin metal ağırlıklı bir işkolu olması, boya ve tehlikeli kimyasalların da kullanılması ve çok disiplinli bir alan olması başta Gemi Mühendisleri Odası ve TMMOB İKK olmak üzere bu alanda bize de önemli sorumluluklar yüklemektedir. Tersanelerde çalışan meslektaşlarımız sürece çözüm üretmek konusunda meslek odaları ile bağlantılarını kurmalı, odalarımız İstanbul İKK adına yürütülen faaliyette ortaya koyduğu enerjiyi “İşçi Sağlığı ve İş güvenliği Platformu” oluşturmak noktasında da elinden gelen çabayı göstermelidir.