ÖZET
Güvenlik kavramı
ekseninde gelişen politikalar ve bu politikaların çeşitliliğini ortaya koyarak
emek güçlerinin karşı karşıya olduğu uygulamaların alanını ve arka planını
görünür kılmak, birbirleriyle olan ilişkilerini tanımlamaktır. Açık-gizli cezaevleri,
terörle mücadele yasaları, karşı-istihbarat merkezleri, göçmen ve mülteci
politikaları, atmosferin ve uzayın silahlandırılmasının emperyalist kapitalist
sisteminin yeniden üretim mekanizmasının bütünlük bir uygulayıcı olduğunu
ortaya koymaktır.
İÇİNDEKİLER
I- “YENİ GÜVENLİK VE
BASKI POLİTİKALARI”NIN MADDİ TEMELİ
1- Emperyalist-kapitalist sistemin Krizi
1.1 - Genel
Eğilim
1.2 - Temel güç
olarak ABD Hegemonyası
2- 21.YY Hazırlık
2.1 SSCB’nin Yıkılmasında 11 Eylül 2000’e
2.2 11 Eylül 2000 Sonrası
II- “YENİ GÜVENLİK VE
BASKI POLİTİKALARI”
1- ÇAĞDAŞ ÇALIŞMA KAMPLARI ( İŞYURTLARI) VE TOPLAMA KAMPLARI ( YÜKSEK
GÜVENLİKLİ CEZAEVLERİ)
1.a KÜRESELLEŞEN CEZAEVİ
ENDÜSTRİSİ
1.b KONTROL VE
BASKI YÖNTEMLERİ, GİZLİ CEZAEVLERİ / GÖZALTI MERKEZLERİ
2- ULUSLARARASI “GÜVENLİK”
AKADEMİLERİ
3- KARŞI-TERÖR İSTİHBARAT MERKEZLERİ
4- TERÖRLE MÜCADELE YASALARI
5- İADE VE GÖÇMENLERİN KONTROLÜ VE BASKI ALTINDA
TUTULMALARI
6- İKLİMİN YÖNLENDİRİLMESİ SİLAHI:
JEO-MÜHENDİSLİK
7- UZAYIN ASKERİLEŞTİRİLMESİ
YENİ GÜVENLİK VE BASKI POLİTİKALARININ MADDİ TEMELİ
1- Emperyalist-kapitalist sistemin Krizi
1.1 - Genel Eğilim
70’lerin başında kar oranlarının düşme eğilimi yasasının
belirlediği kriz emperyalist kapitalist sistemi
sarsmaya başladı. Yeni sağ dalga özelleştirme ve esnek çalışma ile kar
oranlarını yükseltme politikalarını uygulamaya soktu. Sosyalist Blok’un
dağılmasından sonra dış Pazar etkisi ve iletişim ve borsa sistemleri ile bütün
pazarların çok daha hızlı birbirine bağlanmaları kar oranlarını düşmesini
frenleyici etki yapmaya devam etti.
Üretim bir yandan emek gücünün daha ucuz olduğu ortala emek yoğunluğunun
düşük olduğu ülkelere kaymaya başladı. Emperyalist kapitalist ülkelerde ise bir
önceki dönemin sosyal haklarına dönük saldırı başladı. Esnek çalışma
sendikasızlaştırma politikaları eşlik eden kapatma ve karın tokluğuna
çalıştırma politikası da bu sürecin organik bir bileşeni haline dönüştü.
1.2 - Temel güç olarak ABD Hegemonyası
"Lockheed Martin ve Northrop Grumman gibi yıkım ve
şiddet araçları üreten, her şeyin imha edilmesine yardımcı olan şirketlerimiz
var. Bechtel and Halliburton gibi kırıp döktüğümüz yerleri tamir eden,
Blackwater and Vinnell Corp gibi ortalık kırılıp dökülürken insanları koruyan,
yeni ürünleri ve alt yapı malzemelerini ülkemize girişini kolaylaştırmak için
hükümetimizden sınırların ortadan kaldırılmasını isteyen şirketlerimiz var.
Savaş ilan edilen ülkede alışveriş merkezleri kurulduğunu görmek isteyen
şirketlerimiz var. İşgal edilen ülkedeki kaynakları oranın halkından çekilip
alınması için sınırların ortadan kaldırılmasını isteyen büyük petrol şirketleri
gibi şirketlerimiz var. İzleyicilerine verdikleri haberlerle ABD'nin başka
ülkelere saldırmasına hizmet eden ABC, NBC, CBS, FOX, CNN gibi ticarileşmiş
basın kuruluşlarımız var. 1 " (3 Ağustos 2005'te San Fransisco
"Küresel İmparatorluğun Çöküşü ve Küresel Toplumu Yükselişi"
konferansında 'Kar Getiren Savaş, Diğer bir adla Yağma Savaşı' başlıklı
konuşmasında BRIAN J. FOLEY) diyerek ABD'nin sosyo-ekonomik yapısının
'askeri-sinai bir kompleks' olduğunu bir kez daha hatırlatarak amerikan
ekonomisinin savaşsız ve korkusuz yapamayacağının altını çizdi. Yani ABD
ekonomisi savaş üretiyor, savaşta ABD ekonomisini yeniden üretim döngüsü içine
sokuyor. Amerikan cezaevlerinde Amerikan Ordusunun tüm lojistik ihtiyaçları
yaptırılıyor. İçerde korku ve güvenlik ilişkisi ile güvenlik ve baskı
politikaları meşrulaştırılıyor.
Bu mekanizmanın sürekliliği ve işleyişi ise Bütün alanları
kapsayan hakimiyet stratejisi ile garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu
anlayış Kara, deniz, Hava dışında atmosferin ( iklimin jeo-mühendislikle
yönlendirilmesi ve silah olarak kullanılması) ve atmosfer dışı uzayında askerileştirilmesini
de kapsama alındığını ifade etmek için kullanılmıştır. İçerde ise Yurtseverlik
yasası ile korku ve güvenlik stratejisi ( terörle mücadele, yüksek güvenlikli
toplama kampları ve çalışma kampları, göçmen yasaları ve tutuklama merkezleri,
) oluşturulmuştur. Asimetrik savaşta yeni bir konsept geliştirilmiş,
anti-islam, anti-uyuşturucu bahaneli politikalarla karşı istihbarat merkezleri,
uluslar arası güvenlik akademeleri kurulmuş, gizli gözaltı merkezleri ve
cezaevleri devreye sokulmuştur.
ABD’nin “Bütün alanları kapsayan hakimiyet stratejisi”
merkez ülke olduğu için diğer ülkeleride bu eksende konumlanmaya zorlamış ve bu
hakimiyet stratesinden rahatsızlık duyan ülkeler kendi güvenlik politikalarını
da deklre etmeye başlamışlar. AB’nin NATO dışında AB Ordusu arayışları, Rusya
ile ilişkileri geliştirmek istemesi, Rusya Federasyo’nun toparlanması Putin
Münih Güvenlik Konferansında çıkışı, Şanghay İşbirliği Örgütü, Bölgesel Askeri
güç oluştuırma çabaları, Gürcistan İşgali, Çin düşürülen bir uçağı için ABD’yi
özre zorlaması, kendisi kuşatmaya çalışan BAD’ye karşı Rusya ile işbirliği
geliştirmesi, İran’ın Nükleer enerji geliştirmesi ve Uzaya uydu fırlatması ABD
merlkezli strateji karşılık bölgesel pozisyon alma ihtiyacından
kaynaklanmaktadır.
24 Nisan 2008 tarihinde 1950’lerden sonra ilk kez ABD Deniz
kuvvetleri 4. Donanmasını Karayipler, Orta ve Güney Amerika’daki
hareketlenmeleri izlemek üzere bölgeye gönderdi. Bu Latin Amerika Liderlerine
Bolivaryan alternatif girişimi (FTAA’a karşı ALBA)’ne karşı bir uyarıydı.
“Dün kongrede konuşma yapan
Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis C. Blair, terörizmden ziyade küresel
ekonomik krizin dünya ülkelerinde yarattığı istikrarsızlık ortamının kısa
vadede ABD için en büyük güvenlik tehdidi olduğunu dile getirdi.” Ayrıca
“Ekonomik krizin bir-iki yıl daha sürmesi halinde olabileceklere yer veren
istihbarat direktörü, 1920 ve 30’ların ardından “rejime tehdit oluşturabilecek
istikrarsızlıklar” ve “şiddet ortamının” cereyan etmiş olduğunu anımsattı.” (
(Washington
Post, 13 Şubat 2009,
ABD’nin Yeni
Güvenlik Tehdidi: Mali Kriz.)
“Amerika derin devletinin krizi ve sosyal patlamaları önceden
tahmin edip hazırlık yaptığı yolunda işaretler de var. Kısa zaman önce ülkenin
birçok yöresinde gizli tutulan, etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş olan toplama
kampları ortaya çıkarılmıştı. Bunların vatandaşlar tarafından çekilen
fotoğrafları internet ortamında bile yer aldı. Kimse anlayamamıştı o
hazırlığın ne için olduğunu.
Anladığım kadarıyla, o karmaşık ülkenin en iyi biçimde, yazar Naomi Wolf'un
ortaya attığı kavram olan 'şok terapisi' ile yönetileceği hala daha Amerikan
derin devletinin resmi ideolojisi halinde tutuluyor.
Bakalım yeni Başkan'ın derin devletin ideolojisini değiştirmeye gücü yetecek
mi?.. Topluma şok terapileri uygulayanlar karar süreçlerinde etkili oluyorsa
(ki Bush dönemi bunun için son derece uygundu) ekonomik krizin de bu boyutta
patlaması/patlatılmasının planlanmış bir politika olduğunu düşünenler de
çıkacaktır.
Kriz biçimindeki şok terapisinin sonucu sosyal patlama olacağı hesaplanıp
toplama kampları da bu yüzden önceden inşa edilmiş olabilir.
Tüm bu nedenlerden dolayı ABD stratesinin temel başlıklarını
ele alarak inceleyeceğiz.
2- 21.YY Hazırlık
2.1
SSCB’nin Yıkılmasında 11 Eylül 2000’e
İkinci
paylaşım savaşı sonrasında SSCB'nin askeri tehditine karşı oluşturulan ve
Avrupa’yıda NATO örgütlenmesi ile şemsiyesi altına alan "hiçbir üssü terk
etmeme stratejisi" SSCB'nin yıkılmasından sonra yerini "çekilme ve
yeniden yapılanma sürecine" bırakmıştır. Bu yeni stratejiye göre Güney
Asya, Orta Doğu/Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ya da daha önce ABD
üslerinin bulunmadığı Balkanlar ve Orta Asya gibi yerlerde de yeni bir
düzenleme ile üsler kurmaya başlamıştır. ABD aynı anda iki savaşı yürütecek
biçimde ordusunu yeniden konumlandırırken buna paralel biçimde "terörle
sonsuz savaş" konseptiyle gayri nizami bir savaşıda gündemine almıştır.
SSCB
ve Doğu Avrupadaki Sosyalist ülkelerin dağılmasından sonra NATO Konseyi’nin,
7-8 Kasım 1991 tarihli Roma Zirvesi’nde, ittifakın konsepti yenilendi. “Yeni Stratejik Konsept” (The New
Strategic Concept/NSC) olarak tanımlanan bu konseptin 5. maddesinde;
kırk yıldır NATO Paktı’nı tehdit eden komünist tehlikenin ortadan kalkmasına
rağmen bütün sorunların çözümlendiği gibi bir ifadede bulunulmadı. Ancak yine
de, NATO’nun hala gerekli olduğunu ve feshedil(e)meyeceğini vurguladılar.
Yeni
konseptin 8. maddesinde ( “Artık tek boyutlu tehlike yerine, çok-boyutlu,
çok-sinsi, çok-cepheli, çok-yönlü, (abç/yn) önceden bilinme olasılığı son
derece düşük tehdit ve tehlikeler söz konusu. Tabii bu durumda da, NATO’nun
böylesi tehdit ve tehlikelere ayarlı olması gerekir” ) yeni düşman hiçbir yerde
olmayan ama her yerde olacak biçimde yeniden tanımlandı.
NATO’nun
kuruluşunun 50. yılına denk gelen NATO Konseyi toplantısı, 23-25 Nisan 1999
tarihinde Washington’da gerçekleştirildi. Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve
Polonya gibi yeni üye ülkelerin de katıldığı 19 üyeli toplantıda; NATO’nun 21.
Yüzyıl Konsepti denilen, yeni bir konsept belirlendi. NATO Stratejik Konsepti
(The Alliance’s Strategic Concept/ASC) olarak tanımlanan bu belgede,
“çok-boyutlu ve çok-cepheli tehditler”in sayısının arttığına dikkat
çekilmiştir. Aslında "21.yy Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak" saptamasını
yapan emperyalist güçler buna yönelik bir dizi hazırlık sürecini önlerine
koydular.
Burada Komünizm tehlikesine karşı konumlanıştan yeni
tarihsel döneme geçiş sürecinde ABD ve AB arasında ortaya çıkan güvenlik
politikaları farklılıklarını da değinmekte fayda var.
“1984’e
kadar NATO ile uyumlu olduğu gözlenen BAB’ın, bu tarihten itibaren ayrı bir
güvenlik kurumu olma amacıyla hareket ettiği dikkati çekmektedir. Özellikle 27
Ekim 1984 tarihli Roma Deklarasyonu’nda BAB’ın daha aktif bir misyon üstlenmesi
ve Avrupa dışındaki kriz bölgeleriyle de muhatap olması gerektiği
vurgulanmıştır. Daha sonra 27 Ekim 1987’de Lahey Platformu’nda Kuzey Atlantik
İttifakının “Avrupa Kanadı” olarak BAB’ın daha da güçlendirilmesi şartının
ileri sürülmesi
[4] Avrupalı devletlerinin ayrı bir
güvenlik kimliği oluşumuna gitme kararlılığını ortaya koymaktadır. “
“1980’lerin
ortalarında imzalanan ‘Avrupa Tek Senedi’
[8] ile ilk kez ortak dış politika ve savunma
sistemi fikrini ortaya atan Avrupalılar, 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren
Maastricht ve daha sonra imzalanan Amsterdam Antlaşmaları ile bu konudaki
ciddiyetlerini ortaya koymuşlardır. İleride ortak bir savunma platformu
oluşabileceği düşüncesiyle BAB, Avrupa Birliği’ne entegre edilmeye
çalışılmıştır. Zira söz konusu dönem itibariyle 15 üyeli AB’nin katılımcı
üyeleri BAB’ın dışındaydı. Ancak, AB üyesi ülkeler arasında genelde ortak dış
politika, güvenlik ve savunma konularında tam bütünlük sağlanamaması, özelde
ise Avrupa ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları BAB’ın, AB çatısına entegre
edilememesine neden olmuştur..
[9]
Maastricht
Antlaşması’yla Atlantik İttifakında Avrupa kanadının güçlendirilmesi savı
yinelenirken, sonrasında bir araya gelen AB ülkelerinin liderleri, BAB’a Avrupa
savunmasının güçlendirilmesi açısından daha fazla önem verilmesi gerektiğini
vurgulamışlardır. Ayrıca, 19 Haziran 1992 tarihli Petersburg Toplantısı’nda
BAB’ın askeri misyonunu tanımlaması bakımından öne sürülen güvenlik maddeleri
dikkat çekmektedir:
—İnsani
yardım ve kurtarma operasyonları (humanitarian and rescue tasks)
—Barışın
korunması (peacekeeping)
—Krizleri
önlemek için müdahale kuvvetlerinin oluşturulması
—Barış
yapma (peacemaking).
[10]
1997
yılındaki Amsterdam Antlaşmasıyla Petersberg Görevleri’nin Avrupa
Birliği’nin ortak güvenlik ve savunma politikası kapsamında değerlendirilmesi,
Avrupa’nın bürünmek istediği yeni kimliğine katkıda bulunmuştur.”
AB
bu yönelimine rağmen Bosna ve Kosova’da ortaya çıkan yeni durumlara karşı
pozisyon alamadığı için NATO olmadan henüz bir şey yapamayacağını görmüş oldu.
1999 Köln ve Helsinki zirvelerinde Ab farklı bir askeri güç oluşturma arayışı
devam etmiş. Köl zirvesinde Rusya ile ilişkilerde geliştirilmiştir.
1999
Helsinki Zirvesi’nden bir yıl sonra gerçekleşen Feira ve Nice Zirveleri de
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK)’nin şekillenmesinde katkıda bulunması
ve AB güvenliğinin kurumsallaştırılması açısından ayrı bir önem teşkil
etmektedir.
2.2 11 Eylül 2000
Sonrası
11 Eylül 2001'den sonra geliştirilen "Önleyici
saldırı" ve "teröre karşı sonsuz savaş" anlayışı yeni dönem
saldırı politikasının bir ayağının Afganistan, Irak, iran, Kore Demokratik
cumhuriyeti Suriye vs. gibi "uyumsuz devletler" diğer ayağınında
mevcut sisteme karşı çıkan silahlı- silahsız bütün alternatif hareketler
olacağını göstermektedir. “Uyuşturucuya karşı savaş” hem ABD içinde Hem de
Afrika Asya Latin Amerika Halklarına karşı kullanılan bir argüman olacaktır.
11 Eylül saldırıları ile girilen yeni dönemde kuvvetler ayrılığına dayandığı
ileri sürülen “burjuva demokrasisi” tüm maskesini çıkararak yürütmenin hiçbir
pratiğini saklama gereği duymadığı büyük bir pervasızlıkla uyguladığı
"teröre karşı sonsuz savaş" stratejisinin dört temel öğesi öne
çıkıyor.
21 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen AB Konseyi’nin
olağanüstü toplantısında ortak dış politika ve güvenlik politikasının
gereksinimlerine ilişkin eksikliklerin tamamlanması ve operasyon kabiliyetine
sahip bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının (AGSP) oluşturulması
yönündeki irade ortaya konmuştur. Netice itibariyle, AB Konseyi tarafından bu
politika resmen onaylanmıştır. Açık bir şekilde görülmektedir ki, 11 Eylül
saldırılarının kıta Avrupa’sındaki izdüşümü, AB Konseyi’nin ortak dış politika
ve güvenlik politikaları geliştirme bağlamında tetikleyici bir misyon
üstlenmiştir.
90'larda Francis Fukuyama
tarafından, kaleme alınan "Tarihin
Sonu ve Son İnsan" ilerlemenin sonuna gelindiğini söyleyerek "bati
liberal demokrasilerinin" evrensel karakterini ilan etmişti. Aslında gerçek ilişkileri gizlemenin önemli
bir aracı olan bu "ilerleme"
mitinin altında neler yatmaktadır? sanırım biraz üstünü kazımakta fayda
var.
Francis
Fukuyama'nın 11 Eylül 2001 de pentagona ve ikiz kulelere yapılan saldırıdan
sonra kaleme aldığı "Hedefleri: Modern Dünya" ( Newsweek, Özel sayı,
Terörizm, Sayı:2002) başlıklı yazısında 10 yıl önceki çalışmasına gönderme
yaparak sonu gelen tarihin(2) artık insan toplumunun farklı yönetim biçimlerine
doğru evriminin durduğunu artık ilerlemediğini ve kendini gerici güçlere -
islami faşistler- karşı savunma aşmasına geçtiğini söylüyor. tarihin mantığı
ilerleme yönünde değil; yatay genişleme yönünde akmaktadır. Bunu da kapitalizm
ve demokrasi arasındaki ilişkiye yada modern demokrasinin hristiyanlığın evrensel
insan eşitliği doktrininin laik bir versiyonu olmasına dayandırmaktadır..(
Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002) Bu tez uçaklamanın ilk günlerinde
Bush'un ağzından çıkan haçlı seferleri benzetmesi, yine "medeniyetler
çatışması" tezi ile de paralellik taşımaktaydı. Yani asil olarak dinamik
yasam surecinin diyalektiğinin ustu örtülü biçimde kabulüydü.sınıflar
gerçeğinin belirlediği emperyalizm ve sömürgecilik ilişkilerinin yeni bir biçim
altında yeniden üretileceğinin kabulü anlamına geliyordu. sonsuz barış donemi
barutunu çok çabuk tüketmiş hiç kimsenin düşman olmadığı ve herkesin düşman
olduğu ne zaman biteceği belirsiz Sonsuz Savaş dönemine girilmişti.
“Güvenlik” ve “korku” kavram ikilisi bu sürecin hegomonik
ikişkisini tanımlatan kavram çifti olarak karşımıza çıkmaktadır. 1
“Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı”
olarak tanımlanan korkuyu oluşturup, “Devlet olarak örgütlenen bir toplumun
düzen ve güvenirlik içinde bulunması durumu.” Olarak tanımlan güvenlik ile bu
durumu bertaraf etme politakı oluşturulmaktadır. Korku yaratılıp güvenlik ihtiyaç
halinde sürekli üretilen bir mekanizmaya dönüştürülmektedir.
ABD’de merkezli başlayan ve domino taşı etkisi ile dünyayı saran
bu konsept değişik bölgeler ve ülkelerde nasıl uygulama alanları bulmuştur.
Yani
asil olarak Seatle'la başlayan süreç giderek yükselmiş ve 2001 1 Mayıs'ın
öngünlerinde Quebec'te zirveye çıkmıştır. ”öncelikle Emperyalist zincirin zayıf
halkalarında kendini hissettiren kriz sermayenin ulus-üstü entegrasyonu sonucu
giderek diğer halkaları da kapsayarak merkeze doğru genişlemiş ve 2000 yılı
basları dan itibaren de küresel ölçekte kriz olarak anılmaya başlamıştır.
Krizle yasama anlayışı olarak "Kriz Yönetimi" anlayışını geliştiren
emperyalizm tarihsel deneyimlerinden çıkardığı derslerle yeni sürecin temel
politikasının ilk nüvelerini 2000 yılı yaz aylarında başlayan yeni kontra
saldırıları ile ortaya koymuştur. Arjantin, El Salvador Guatemala vs gibi Latin
Amerika ülkelerinde yeniden başlayan kontrgerilla operasyonları, sistemi
radikal tarzda zorlayan FARC ve ELN’ ye karşı Kolombiya Planı’nın devreye
sokulması ve ABD'de petrol, ilaç ve silah tekellerinin olağan üstü desteği ile
"Amerikan rüyasına" gölge düşüren seçim entrikaları ile BUSH’ un
başkan seçilmesi ve ardından Irak’ı yeniden bombalanması parçaların giderek
birleşmesini sağlıyordu. Tam bu süreçte CIA dünyanın yeni sıcak çatışma
bölgelerini içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. İsrail vahşi bir tarzda
Filistin halkına karşı saldırıya geçti. Türkiye’de devlet 20 cezaevini
birden saldırarak esi görülmemiş bir operasyona yöneldi.
Afrika’da Kongo demokratik cumhuriyeti devlet başkanına suikast düzenlendi.
Kolombiya ABD askerlerinin eğitimleri altında yeni ölüm mangaları ile
dolduruldu. Amerikan askerleri sessiz sedasız dünyanın her yerine
yerleştirilmeye başladı. Guatemala ve El Salvador topraklarını ABD ordusuna
açmış, merkez Asya’da, balkanlarda yeni üsler kurulmuş, Nikaragua'ya asker
gönderilmiş vs. Su an itibariyle 59 ülkede Amerikan Üssü vardır.80 kusur ülkede
de ABD asker bulundurmaktadır.
II - “YENİ GÜVENLİK
VE BASKI POLİTİKALARI”
1 - Çağdaş çalışma
kampları ( İşyurtları) ve toplama
kampları ( Yüksek güvenlikli cezaevleri)
İnsan hakları kuruluşları, insanlık dışı sömürü anlayışının yeni bir
versiyonu olarak niteledikleri, ABD’de siyahi ve Latin kökenlilerin çoğunluğu
oluşturduğu iki milyona varan tutuklunun, çeşitli endüstriyel kuruluşlar için
boğaz tokluğuna çalıştırılmasını şiddetle kınıyor. Hapishane endüstrisine
yatırım yapmış büyük sermaye sahipleri için ise bu durum altın madeni bulmak
gibi. Ne de olsa grevler, işsizlik sigortası, yıllık izin ödemeleri vb. şeyler
için endişelenmelerine gerek yok. Bütün çalışanları tam zamanlı çalışıyor ve
işe asla geç kalmıyor ya da ailevi sebeplerden dolayı işe gelmezlik etmiyorlar.
Her şeyin ötesinde işçiler saatine 25 cent almayı yeterli bulmadıkları ve
çalışmayı reddettikleri zaman izolasyon hücrelerine konarak
cezalandırılıyorlar.
ABD’de ülke genelindeki devlet, eyalet ve özel hapishanelerde
yaklaşık iki milyon mahkum bulunuyor. California Prison Focus dergisi, insanlık tarihinde bu
kadar çok vatandaşını hapseden başka bir toplum daha olmadığını yazmıştı.
İstatistiklere göre, ABD başka herhangi bir ülkeden çok daha fazla insanını
hapsetmiş durumda. ABD, dünya nüfusunun %5’ine sahip ama hapishanelerindeki
insan sayısı dünya genelindeki hapishane nüfusunun %25’i. 1972’de 300 binden az
olan mahkum sayısı, 2000 yılı itibarıyla iki milyona ulaşmış durumda. 10 sene
öncesinde ülkede 2000 kişinin tutuklu bulunduğu sadece beş özel hapishane
varken, şimdi 62 bin mahkumun tutulduğu 200 özel hapishane var. Raporlara göre,
önümüzdeki 10 yılda özel hapishanelerdeki mahkum sayısı 360 bini bulacak.
Türkiye'de Mahkum
Emeğinin Yeni Dönemi
Türkiye'de mahkum çalıştırmanın yoğunlaştırılmasına ilişkin bir politikanın
başlangıcı 1997'de çıkarılan 4301 sayılı Yasaya dayanır. Bu yasa ile, Ceza
İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu kurulmuştur. Ne var ki, bu
yasa o dönemde F Tipi cezaevleri tartışmasının gölgesinde kalmış ve yasanın
Türkiye'deki cezaevi reformu bakımından taşıdığı önem, hak ettiği ilgiyi
bulamamıştır. Oysa, İşyurtları Kurumunun kuruluşu da, F Tipi cezaevlerinin
kuruluşu gibi, Türkiye'deki cezaevi reformunun öğelerinden biridir, aralarında
yakın bir ilişki vardır: Yüksek güvenlikli cezaevlerinin 4301 sayılı Yasa ile
Adalet Bakanlığına yaratılan yeni kaynaklardan finanse edildiği, 16.6.2000
tarihinde dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdür Yardımcısı Yılmaz Sağlam
tarafından açıklanmıştır. (12)
4301 sayılı Yasanın ceza ve tutukevlerinde açılmasını öngördüğü işyurtları ile
hapishanelerdeki çalışma alanı genişletilmiştir. Bu yasadan önce Türkiye'de
mahkumlar sadece açık cezaevlerinde çalıştırılmaktadır. (13) 4301 sayılı Yasa ise,
açık cezaevlerinin yanında, kapalı cezaevleri, çocuk ıslahevleri ve
tutukevlerinde de işyurtlarının kuruluşunu öngörmüştür. Diğer yandan, bu Yasa
ile Adalet Bakanlığına kaynak yaratılmıştır: İşyurtları Kurumu bütçesinden
Adalet Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı kuruluşlarının bina
alım, inşa, onarım, demirbaş, araç, gereç ve sair her türlü ihtiyaçlarına
harcama yapılabilecek, işyurtlarının özgelirlerinin enaz % 90'ı ceza infaz
kurumları ve tutukevlerinin ihtiyacı için ayrılacaktır (m. 7). Kısacası, mahkumların
emekleriyle yarattıkları gelirlerin büyük kısmı ile hapishanelerin finansmanı
sağlanacak ve yeni hapishaneler yapılacaktır. Bu kısır döngüye Türkiye de
girmiştir.
4301 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği Ağustos 1997'den itibaren, Türkiye
hapishanelerindeki istihdam oranı yıldan yıla artmıştır: 1997-2002 arasında,
cezaevi işyurtlarında çalıştırılan hükümlü ve tutuklu sayısı şöyledir: 1997'de
3.214, 1998'de 9.381, 1999'da 12.751, 2000'de 11.427, 2001'de 19.050, 2002'de
24.789. 2002 yılında, Türkiye'de toplam hükümlü ve tutuklu sayısı ise,
59.187'dir. (14)
Demek ki, 2002 yılında çalıştırılan hükümlü ve tutuklu oranı % 41.8'dir. Bu
yüksek oran, 4301 sayılı Yasanın hızlı bir biçimde amacına ulaştığını
göstermektedir.
Mahkumlara ödenen gündelikler ise çok düşüktür ve asgari ücretin altındadır:
İşyurtlarında çalışan mahkumların 2000 yılındaki gündelikleri 2 milyon TL'dir,
bunun 800.000 TL'si yiyecek bedeli olarak kesilmiştir. (15
“Biz bu proje kapsamında İşyurtları Kurumu ile anlaşma
yaptık. Bizim direk muhatabımız o kurumdur. Biz onlara, devletin belirlediği
bir resmi ücret var ve onu ödüyoruz.
Günlük ücret 5.25 YTL. Biz çalışan başına bu rakamı kuruma
ödüyoruz… ayrıca sigortalarını da ödüyoruz. Ama sigorta dışarıdakinden farklı.
Mahkumlar için emeklilikik sigortası olmuyor, sağlık sigortası var.
Dışarıdaki birinci dereceden akrabaları bu sigortadan yararlanabiliyor.
Mesai saatleri sabah 8.30 akşam 17.30.
YENİ
TEKLİFLER VAR AMA BEKLEMEDEYİZ
- Başka cezaevlerinden de
teklif geliyor mu?
Evet geliyor tabii. Ama Türkiye'nin şartları, piyasanın şartları bizi nereye
götürür bilemiyoruz. Onun için Mardin Midyat'da 70-80 kişilik gruba iş
verdikten sonra tekrar bir gruba iş verebilir miyiz, veremez miyiz, piyasa bizi
nereye götürür, bunları düşünüyoruz açıkçası. Yoksa yer olarak yer var.
Teklifler var, hazır.
- Nereden mesela?
Mesela Kartal Cezaevi'nden talep var. Maltepe Cezaevi'ne taşındıktan sonra
çalışmak isteyen 200-250 kişiyi orada bırakıp bir proje yapmak istiyorlar. Bu
bizim iş kolu da olabilir başka iş kolu da olabilir.
Sonuçta teklif var. Tabii bizim düşüncemiz de var ama soru işaretleri de
var. Günümüz koşulları, Mardin'de 80 kişi çalışıyor olacak, aynı şeyi Kartal'da
da yapabilir miyiz yapamaz mıyız gibi konuları devamlı düşünüyoruz. Şu anda
beklemedeyiz.”
Son yıllarda hemen hemen her ülkede ceza infaz sistemi köklü
biçimde değiştirilmekte, 'süper cezaevleri' ya da 'yüksek güvenlikli
cezaevleri' inşa edilmektedir. Cezaevi inşa endüstrisi dünyada en hızlı büyüyen
sektörlerden biridir ve bugün artık sadece bu yönü ile değil yoğun bir
artı-emek sömürüsünün olduğu çağdaş kölelik sisteminin olmazsa olmaz
parçalarından biri olması ile de öne çıkmıştır.
1.a KÜRESELLEŞEN CEZAEVİ ENDÜSTRİSİ
“Yaklaşık 20 yıldır dünya gündemine yavaş yavaş giren, son birkaç
yılda ise küresel bir harekete dönüşen ceza reformunun çapı, bugün ceza
politikaları alanında gerçekten de büyük bir dönüşümün yaşandığını söylemeye
elverişlidir. Bu dönüşüm, yaygın idam ve yasal işkencede somutlaşan bedensel
cezanın yerini alan hapsetmenin, kapitalist cezalandırma anlayışını
biçimlendirerek hapishane sisteminin dünyada yerleştiği 19. yüzyıl başlarından
bu yana, ceza anlayışındaki en büyük dönüşümü temsil ediyor. Bugünkü dönüşümün
anahtar teması ise, "kamu-özel ortaklığı"dır (public-private
partnership). Bu kavram, özel sektörün ceza reformuna ilgisinin nedenini de
açıklar.” ( Ceza Reformunun Görünmeyen Yüzü
Hapishanelerde Zorla Çalıştırma, Prof. Dr. Yasemin Özdek - 10 Mayıs
2007)
1970'lerde patlayan dünya ekonomik krizi arkasından ABD'de
Reagan döneminde başlatılan "Hapishane Endüstrisini Geliştirme
Programı", ABD'yi izleyen devletler için de model oluşturmuş, özel
şirketler mahpus emeğini kullanmaya başlamıştır. (4) Örneğin, Yeni Zelanda'da özel sektörün hapishane
sistemine katılımını maksimize etmek amacıyla 1996'da yeni bir Mahpus İstihdamı
Politikası başlatılmış, 1998'e gelindiğinde 20'nin üzerinde özel şirket bu
ülkede mahpus istihdamına katılmıştır. 1999'da mahpusların % 70'i istihdam
edilmektedir. (5)
Yeni Zelanda'da işveren ile hapishane yönetimi arasında yapılan sözleşmeye göre
mahpuslara ödenmesi gereken ücretin yarısı masraflar için hapishane yönetimine
aktarılmakta, geriye kalan yarısı ise bankada biriktirilerek serbest kaldığında
mahpusa verilmektedir. (6)
Yeni Zelanda'ya ilişkin bu model, gerçekte ABD modelidir ve birçok başka ülkede
de aynen uygulanmaktadır. Yasalar genellikle mahpusun çalışması karşılığında
asgari ücret ödenmesini öngörmektedir, ancak bu asgari ücretin ödenmediğine
ilişkin haberler de o kadar çoktur. Örneğin, İngiltere'de mahpusların günde 1
pounddan az kazandığına ilişkin haberlere sıklıkla rastlanır.
HAPİSHANE NUFÜSÜNÜN ARTIŞI
Mahpus emeğinin kullanılmasındaki yoğunlaşmayı, hapishane
nüfusundaki artış ile birlikte düşünmek gerekir. Bugün bütün dünyada hapishane
nüfusu artış eğilimindedir. Bazı Avrupa ülkelerinden birkaç rakam aktarmakla
yetinelim: 1999-2003 arasında hapishane nüfusunun artış oranı, Hollanda'da %
34.2, Finlandiya'da % 31, İsveç'te % 22.1, İzlanda'da % 14.8, İtalya'da % 13.9,
Norveç'te % 9.4'tür. (10)
Hapishane nüfusu yükselirken, mahkumların çalışmaya zorlanması da
"mahkumlara meslek öğretip iş ve gelir sağlamak, atıl kapasiteyi
çalıştırmak" amaçlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır, ama nedense
hapishanedeki istihdam alanının dışarıda açılması gibi bir amaç ortada yoktur.
Oysa, bugünkü kitlesel hapsetme, kitlesel yoksullaştırma ile doğrudan
bağlantılıdır, tıpkı kapitalizmin doğuş sürecinde olduğu gibi. İstatistikler de
ekonomik kriz dönemlerinde hapishane nüfusunun arttığını, refah dönemlerinde
hapishanelerin boşaldığını ortaya koymaktadır. (11)
NİÇİN FAZLA NUFÜS?
İnsan Hakları İzleme Örgütü 2002
raporuna göre ABD’de 20.000 tutuklu ve hükümlünün tutulduğu her eyalette en az bir yüksek teknoloji ile
donamış yüksek güvenlikli cezaevi vardır. Tutuklular bura aylarca yıllarca
tutulurlar.
İnsan hakları örgütleri, sosyal ve politik örgütler ABD
gayri insani yeni sömürü biçimlerini kınamaktadırlar. Çoğu siyah ve hispanik
kökenli olan yaklaşın 2 milyon cezaevi nüfusu Cezaevi endüstrisine yatırım
yapan tiranlar altın madeni bulmuş gibiler. Tiranlar grevle ilgili herhangi bir kaygı
taşımıyorlar, ücret ödeyecekler mi, sigortalar ödenecek mi? düşünmeyecekler. Tam gün çalışıyorlar, işe
geç kalma derdi yok, aile sorunları yok. Daha fazlası var. Saat ücreti 25 cent
ten hoşlanmayıp çalışmayı reddederlerse onları tecrit hücrelerine
atabilirsiniz.
Özel cezaevleri cezaevi sanayi kompleksi içinde en büyük iş
alanını oluşturmaktadır. 27 eyalette 10.000 tutuklu olan yaklaşık 18 şirket
var. Bu alanın % 75 ini iki şirket kontrol etmektedir: Correctional Corporation
of America (CCA) ve Wackenhut
1996 yılıda Cliton tarafından onaylanan bir yasa ile
eyaletler arasında tutuklu değiş tokuşu yapılabilir hale geldi. 1998 yılında
Atlantik Montly’de yayınlanan bir makalede bu programın Merrill-Lynch,
Shearson-Lehman, American Express and Allstate yatırım şirketleri tarafından
desteklendiği yazmaktadır. Teksas
eyaletinin tümünde uygulanmaya başlamış ve diğer eyaletlerden yer bakılmaya
başlanmıştır. Ücret günlük yatak başına 2,5 ile 5 dolar arasında değişmektedir.
Bu işlem “kiralık hücre” olarak adlandırılmaktadır.
125.000 federal hükümlünün % 90’nı
şiddet içermeyen suçlardan dolayı içerdeler. Topşam 623.000 hükümlünün
yarısından fazlasının kendilerine istinat edilen suçları işlemedikleri
düşünülmektedir. Bunların çoğu mahkemeye çıkmayı beklemektedir. 2 milyonluk cezaevi nufusunun % 60 psikolojik
sorunları çekmektedir. ( The
prison industry in the United States: big business or a new form of slavery?, Vicky
Pelaez,
Global Research, 10 MART
2008
El Diario-La Prensa, New York )
1990’lar cezaevinde olanların sayısında giderek artan bir
eğilim içine girdi ve Dünyadaki cezaevi nufusunun dörtte birine yakının ABD tek
başına oluşturmaya başladı. Hapishane endüstrisi, ABD’de en hızlı büyüyen
endüstrilerden biri ve yatırımcıları da Wall Street’ten. Bu milyonlarca dolarlık endüstri kendi
ticari sergilerine, kongrelerine, internet sitelerine, e-posta kataloglarına ve
benzeri unsurlara sahip.
Left Business Observer
dergisine göre devlet hapishaneleri; askeri başlık, kurşun geçirmez yelek,
giyecek, çadır, kimlik kartları gibi askeri mühimmatın %100’ünü üretiyor.
Bununla birlikte hapishanelerde boya, fırça, fırınlama sistemleri, ev eşyaları,
ses ekipmanları, ofis mobilyaları, uçak ek parçaları, tıbbi ilaçlar üretiliyor
ve piyasadaki montajlama talebinin neredeyse tamamı buralarda karşılanıyor;
hatta hapishanelerde âmâlar için yardımcı köpekler bile yetiştiriliyor.
CEZAEVLERİNİN DEMOGRAFİSİ
Farklı toplumsal kesimlerin nüfusa oranları ile cezaevinde
bulunma oranlarının karşılaştırılması.
ABD nüfusun % 12’sini oluşturan siyahlar cezaevi nüfusunun %
40’nı oluşturmaktadırlar.
Sanayi bölgeleri ve cezaevleri komplekslerinin yakın inşa
edilmesi.
Yeni Zelanda Maoriler toplam nüfusun % 15’ini oluştururken hapishane
nüfusunun % 50’sini oluşturmaktadır.
Türkiye’de yaklaşık 5000 civarındaki politik tutuklunun 4000
fazlası Kürt tutuklulardan oluşmaktadır.
1.b KONTROL VE BASKI YÖNTEMLERİ
“Yeni güvenlik politikaları vatandaşların polis tarafından özel izleme ve
kontrol yöntemleriyle aşırı derecede kontrol edilmesini empoze etmekte ve bunun
vatandaşların bilinçlerinde meşrulaşmasını istemektedir. Kameralar, küçük
kameralar, kapalı devreler, biyometrik veriler, DNA, mikroçipler, özel
bilezikler, elektronik izleme ve konrol vb. gibi alet ve yöntemler, zaten her
zaman geniş bir şekilde bulunan polis kuvvetlerine daha büyük bir otorite ve
özel ekipmanla eklenmekte. Bu özel ekipmanların kullanımı ve kötü kullanımı da
sistemin yargı organlarınca dokunulamaz halde. “(Baskı ve Güvenlik Politikalarına Karşı
Ağ Toplantısı Raporu, 23-25 Eylül Tarihleri arasında İTÜ Maçka
Sosyal Tesislerinde Yapılan ASF Hazırlık Toplantısı)
Aynı zamanda da yasal olarak Avrupa’daki en büyük kişisel bilgi bankasını
(Schengen Bilgi Sistemleri) ve sınırlar arası kontrol sistemlerinin (sınır
geçme, uluslararası toplantılar, gösteriler vb.)en gelişmişini yaratmış oluyor.
ECHELON beş devlet ( Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda,
İngiltere ve ABD ) arasında imzalanan güvenlik anlaşmasına istinaden tüm
iletişim araçlarını belirgin istihbarat tanımı ile tanımlayan küresel
medyadan genel kültüre kadar geniş bir
alanı tarayan bir kontrol sistemidir.
SSCB
ve müttefiklerine karşı 60’ların başlarında oluşturulmuş olan bu sistemin bugün
teröre suyuştutucu kaçakçılığı, terörle mücadelepolitik ve diplomatik
istihbarat alanında kullanıldığı biliniyor. Bu sistemin geniş ölçekli ticari
hırsızlıklarda da kullanıldığı biliniyor.
İngiliz
gazeteci Duncan Campbell ve Yeni Zelandalı gazeteci Nicky Hager 1990’larda
ABD’nin ECHLON trafini askeri ve diplomatik amaçlar için kullandığını ortaya
çıkardı.
Alman Firmarı
Enercon tarafında üretilen Havasız rüzgar tribünü teknolojisi, Belçika firması
Lernout&Hauspie tarafından geliştirileb komuşma teknolojisi çalındı. Suadi
arabistanın Airbus ile 1994 yaptığı anlaşma için AİRBUS yetkililerinin rüşvet
verdiğinin bilgisinin sızdırılması üğzeriene Airbus 6 milyar dolar
kaybetti.
2001
yılında Avrupa Parlementosu bastığı bir
raporunda resmi olarak deklere edildi.
James
Bamford tarafında yazılan ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı kitabının
yazarı tarfından hazırlandı. Belirgin İstihbarat toplama Sisteminin adı olduğu
ortaya çıktı. Telefon, fax, e-posta, uydu haberleşmesi, kamu telefon
şebekeleri, ve mikrodalga hatlarının tamamını kontrol eden bir sitemdir.
Avrupa
parlementosunun raporunu göre ECHOLON şebekesinin olduğu kanıtlanan yer
istasyonları aşağıdadır. ( Sayfa 54)
İlişkili
olduğu düşünülen istasyonlar ( Sayfa 57)
- Ayios Nikolaos (Kıbrıs
- İngiltere)
- Bad Aibling İstasyonu (Bad Aibling,
Almanya
- ABD) - 2004’te Griesheim’e
taşındı.
- Buckley Hava Kuvvetleri Üssü (Denver,
Colorado,
ABD)
- Fort Gordon
(Georgia, ABD)
- Guam
(Pacific Ocean,
ABD)
- Kunia
(Hawaii,
ABD)
- Leitrim
(Ottawa’nın
güneyi, Ontario, Kanada)
- Lackland Hava Üssü, Medina Annex (San Antonio,
Texas,
ABD)
1.b.1 GİZLİ
GÖZALTI MERKEZLERİ VE CEZAEVLERİ
İçinde AB ülkelerininde olduğu
dünyanın her yerine dağılmış bulunan gizli cezaevleri ise herhangi bir ülkede
gözaltına alındığınızda sizin nerede olduğunuzu yakınlarınız dahil olmak üzere
hiç kimsenin bilmeyeceği anlamına geliyor. Bu cezaevleri asıl olarak terör
örgütü yöneticiliği yapanlar için tasarlandı. Bulundukları ülkelerdeki resmi
hükümetlerin bile haberi olmayan bu "merkezler" gizli servisler
arasındaki ilişkiler ile yürütülüyor.
Human Rights Watchc 2005’te CİA'in Doğu Avrupa'da dahil olmak üzere sekiz
ülkede gizli cezaevleri olduğuna dair ellerinde çok güçlü kanıtlar olduğunu,
bunları kanıtlamak içinde "CİA'nin tutukluları Afganistan dışına
naklettiği uçuş kayıtlarının ellerinde olduğunu" kamuoyuna açıkladı. HRW
Washington Koordinatörü Tom Malinowski "Polonya'da ve Romanya'da bu
cezaevlerinin olduğuna dair çok güvenilir kaynaklara sahip olduklarını, Romanya
ve Polonya'nın gizli tutuklama merkezleri kurması için CİA'e onay
verdiklerini" söyledi. Sorunun kamuoyuna yansımasından sonra AB hava
sahası içinde İspanya, Norveç, Türkiye, Rusya ve Danimarka'nında bu nakiller
sırasında kullanıldığı kamuoyuna yansıdı. Türkiye'den kalkan uçağın burada
terör suçlamasıyla gözaltına alınan insanları taşıdığı bilgisi basına sızdı.
İngiltere'ninde Yunanistan'da Pakistan uyruklu insanları sorgulamak için işkence
içeren yöntemler kullandığı yine basında yer aldı.
CİA'nin yorum yapmayı reddetmesine rağmen, Bush'un ulusal güvenlik
danışmanlarından Stephen Hadley yaptığı açıklamada " sahip olduğumuz
değerlerle tutarlılık içinde ülkemizi terör saldırılarına karşı savunmak ve
teröre karşı savaşı kazanmak için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz."
dedi.
İnsan hakları gruplarından
Uluslararası Kızıl Haç Örgütü ABD ordu soruşturmalarında, CİA'nin Afganistan'da
"hayalet tutuklular" olarak adlandırılan insanların tutuklanma yöntemini
uzun zamandan beri eleştiriyordu.
Afganistan Bargam Hava üssü, Hint Okyanusu San Diego Uçak gemisi, Guantanamo,
Eski Ebu Garip yeni Irak Merkezi Cezaevi
Guantanamo ve diğer yerlerde tutulan insanlar için “düşman savaşçı” tanımı
getirip uluslararası savaş hukuku kurallarına uymamanın önünü açan ABD uzun süreli
tutukluluk hali içinde “düşman savaşçıların” kendilerine karşı savaştan uzak
tutulmaları olarak gerekçelendirmektedir. “Düşman savaşçı”, “Hayalet tutuklu” tanımları
mevcut devletlere “olağanüstü nakil” olarak tanımlanan tutukluların işkencenin
yasak olmadığı başka bir ülkeye nakledilmesi olanağı vermektedir.
İngiliz savunma Bakanı John Hutton 27 Şubat 2009 tarihinde Avam kamarasında
yaptığı açıklamada Irak’ta 2003 yılında İngiliz güçleri tarafından ele
geçirilen iki Pakistan’lının ABD’li yetkililere teslim edildiğini ve ardından
bu kişilerin Afganistan’a götürüldüklerini resmen kabul etti.
Clıve
Stafford Smith, yakın
dönemdeki resmi verilere göre ABD şu an dünyanın dört bir yanında 27,000 kişiyi
hapis tutulduğunu, bunun toplam tutukluların %99'unun Guantanamo Körfezi'nde olmadıkları
anlamına geldiğini söylüyor. Şu an bu insanlar Afganistan Bargam Üssünde, Cibutii'deki
Lemonier Kampı, Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia,Lizbon’da fotoğraflanan 32
Adet Hapishane gemisi, Fas, Mısır ve Ürdün’deki Vekil hapishanelerde
tutuluyorlar. Bir kısmu Irak'a
sevkedilen “hayalet tutuklular” denetimden kaçırılmak isteniyor. Bunun için
Irak’ta cezaevleri yeniden düzenlendi. Ebu garip Cezaevi Irak Merkez Cezaevi
olarak hizmet vermeye başladı.
Clive Stafford Smith,
Guantanamo'da tutulan 50'den fazla tutuklunun İngiliz avukatıdır. Smith,
İngiltere idam cezasını erteleme yardımı girişiminin hukuki direktörüdür ve 20
yılı aşkın bir süredir idam cezasını bekleyen mahkûmları savunmaktadır. Smith,
Eight O'Clock Ferry to the Windward Side: Seeking Justice in Guantanamo Bay
(Rüzgârın Estiği Yöne Saat Sekiz Feribotu: Guantanamo Körfezi'nde Adalet
Aramak) adlı eserin yazarıdır.
2- ULUSLARARASI GÜVENLİK AKADEMİLERİ
ABD'de Fort Benning, Georgia kurulu
bulunan eski adı Amerikalar Okulu (School of America) olan ama kamuoyunda
"Katiller Okulu" olarak bilinen eğitimlerinde işkence ve infaz tekniklerinin
öğretildiği Batı Yarıküresi Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (WHINSEC)'in
kapatılmasından sonra Uluslararası Akademisi 1995 yılında Clinton döneminde kuruldu.
Şu anda Budapeşte, Bangkok,
Botswana, New Mexico'da ve El Salvador’da beş tane Uluslararası Yürütme Akademi’si birde Peru’da Eğitim Merkezi var.
Resmi olarak uyuşturucu kaçakçılarına, para aklama çetelerine, organize
suçlara, insan tacirlerine, yasadışı göç ve terörle mücadele için kurulduğu
söylenen bu akademilerde polisler, yargıçlar, savcılar ve göçmen dairesi
görevlileri eğitim görüyor.
Bu Uluslarası Yürütme Akademelerinin
kapasiteleri bölgesel ölçekte hesaplandığı için seçilen ülkelerin hiçte sıradan
ülkeler olmadığı görülecektir. Balkanlar ve Avrupa'da Budapeşte, Güney doğu
Asya'da Bangkok, Sahra Altı Afrika'da Botswana ve Latin Amerika'da El Salvador.
Geçmişi Latin Amerika odaklı SOA
olduğu için Latin Amerika El Salvador ve Peru üzerine biraz durmakta fayda var.
Bu süreci izlerken 60’lar ve 70’lerin karşı-ayaklanma styratejisinin 2000’lerde
nasıl bir biçim aldığını ve deneyimin kurumsal olarak nasıl uluslararalılaştığını
görme şansına sahip olacağız.
2008 yılında ABD federal
bütçesinden İLEA El Salvador ve Peru eğitim Merkezi için 16,5 milyon dolar
ayrıldı. İnsanlığa karşı suçlamalardan korunaklı karşı-terörizm teknikleri
konusunda 1500 hukuk uygulama görevlisi eğitilmektedir.
İLEA yetkililerine göre İLEA’nın
El Salvador daki misyonu “”dış yatırımların güvenliğini sağlamak”, “bölgesel
güvenlik ve ekonomik istikrar sağlamak” içim bölgesi yeniden dizayn etmektir.
İLEA görevlilerin çoğu Uyuşturucu
Uygulama Ajansı ( DEA), Göçmen ve Gümrük uygulamaları (ICE) ve FBİ’dan
gelmektedir. Eğitimlerde ayrıca özel güvenlik şirketleri Dyncorp İnternatiol ve
Blak Water’de rol almaktadır.
El Salvador’lular İLEA SOA’nı
polis için yeni bir biçimi olduğunu söylüyorlar.
Sadece 2006 yılında ölüm
mangaları tarzı ile işlenmiş8 cinayet kayıtlara geçti. El Salvador İnsan
Hakları Örgütü Salvador Ulusal Polis Teşkilatının ölüm mangaları ile olan ilişkisi
üzerine bir rapor yayınladı.
ABD El Salvador’da önce İLEA’nın bir okulunu Kosta Rika’da açmak istitor.
2002 yılında İki hükümet arasında akulunaçılması için anlaşma imzalanıyır.
Anlaşmanın kamuoyuna yansımasından sonra Kosta rika yurttaşları, emekçileri ve
insan hakları eylemcilerinden oluşan geniş bir koalisyon anlaşmadan Kosta rika’nın
çekilmesi için kampanyaya başladı.
Kampanya sonucu Kosta Rika hükümeti anlaşmadan çekilmek zorunda kaldı.
ABD başka bir ülke aramak zorunda kaldı. El Salvadorda da sağcı
milletvekillerinin oyları ile meclisten geçti. El Salvadorlu Sosyal Halk Bloğu
aktivisti Guadalope Erazo bu kampanyanın İLEA’nın gayri insani doğasını ortaya
çıkardığını söylüyor.
Rice 2005 OAS toplantısında okulun kuruluşunu kamuoyuna açıkladıktan sonra
Kolambiya, Dominik Cumhuriyet, ve El Salvadordan 36 öğrencinin katıldığı orhanize
suçlar ve insan hakları kursu başladı. Bugüne kadar İLEA El Salvadorda 2005
temmuz 2007 temmuz arasına 791 öğrenci eğitimden geçti.
El Salvadorda FMLN sosyal hareketleri mobilize teme konusunda başarısız
oluca 30 Kasım 2005’de El Salvador meclisinde 48 karşı oya 88 kabul oyuyla
kabul edildi.
3- KARŞI-TERÖR İSTİHBARAT MERKEZLERİ
İstihbaratın ve gizli
operasyonların dünya çapında birlikte yapılmasını sağlayacak olan yeni bir
oluşum olarak ortaya çıkıyor. Amman'daki hotel bombalamalarında İsrail İstihbaratının
bombalama yapılmadan önce oteldeki yahudileri Ürdün gizli servisi ile işbirliği
içinde boşaltması bu uygulamanın kamuoyuna yansıyan örneklerinden biri olarak
karşımıza çıkmaktadır. "Karşı-Terör İstihbarat Merkezleri" adı
altında Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya'da organize edilen bu yeni
işbirliği süreci teröre karşı ortak istihbarat faaliyeti yürütmek ve ortak
operasyonlar düzenlemek anlamına geliyor. Bu yeni anlayışı 70'ler ve 80'lerdeki
"Karşı-Ayaklanma Stratejisi" nin yeni sürece uygulanmasının bir ayağı
olarak görmek gerekiyor.
1999 yılında CİA'nin dünyadaki
bütün gizli servisleri için işine sokarak PKK lideri Abdullah Öcalan'ı
kaçırırıp Türkiye'ye teslim etmesi yeni dönemin gizli servis faaliyetlerinin
nasıl yürütüleceğine ilişkin ilk ip uçlarını ortaya koymuştu. Keza
Venezüella'nın başkenti Caracas'ta Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri (FARC)'ın
Uluslararası ilişkiler temsilcisi Rodrigo Granda, CİA-Kolombiya gizli
servisinin Venezüella gizli sevisininden hükümetin bilgisi olmadan yardım
almasıyla güpegündüz kaçırıldı. Yine FARC yöneticilerinden Simon Trinidad
sağlık nedenleri ile bulunduğu Ekvator'un başkentinde CİA- Ekvator gizli
servisinin işbirliği ile kaçırıldı. Önce Kolombiya götürüldü. Oradanda ABD'ye
verildi. Şu anda bir Amerikan hapishanesindedir.
2005 Ekim ayında ABD ile Hindistan ordusu Hindistan Komunist Partisi(Maoist)
önderlik ettiği ve giderek güçlenen halk hareketine karşı ortak önlemleri
içeren "teröre karşı ortak bir tatbikat" yapmışlardı. ABD'nin
Hindistan'da yaptığı bu hamleyi Çin görmekte geçikmedi. Şanghay İşbirliği
Örgütünde gözlemci statüsünde olan Hindistan'ı ABD'ye kaptırmak istemeyen
Mao'un ulusal kahraman olduğu Çin " Maocu ayaklanmanın bastırılması için
Hindistan hükümetine yardım etmeye hazır olduğunu" açıkladı ve silah
yardımı yapmaya başladı. Hindistan Rusya'dan 200 kişilik bir özel kuvvetin
katıldığı ortak bir anti-terör tatbikatı yaptı.
ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı
'Sahra altı Terörist Tespit İnisyatifi' Nijer,Mali ve Çad bölgesinde özel
birlikler eğitiyor. ABD Afrika kıtasındaki anti-terör operasyonlarını koordine
etmek için Cibuti'de askeri bir merkez bulunduruyor.
FBI yöneticisi Robert Mueller 26
Ekimde Paraguay'ın başkenti Asuncion'da daimi FBI bürosu kurma hazırlıklarını
kontrol etmek ve uluslararası suçlar, uyuşturucu trafiği ve insan ticaretiyle
mücadele için güvenlik kuruluşlarıyla işbirliği yapmak üzere ülkeye geldi.
4- TERÖRLE MÜCADELE YASALARI
“Anti terör yasaları ise, yeni göz altına alma yöntemleri ve şüpheli tarzda
adli argümanlar getiren yasaları hükümsüz kılarak, yerlerine maksimum cezalar,
temel yasal ilkelerin karışık, belirsiz hale getirilmesi (suç ve ceza,
masumiyet, sınırlandırma gibi kavramlar), prosedürle ilgili garantilerin ve
temel hakların (fiziksel özgürlük ve diğerleri gibi) ortadan kaldırılmasını
getirmektedir. Anti terör yasaları özel mahkemeler, özel cezalar, özel
hapisaneler, siyasi tutuklulara-siyasal tercihleri ve inançları ile
bulundukları eylemleri dolayısıyla tutuklananlar- özel muameleleri empoze
etmektedir. “ (Baskı ve
Güvenlik Politikalarına Karşı Ağ Toplantısı Raporu, 23-25 Eylül
Tarihleri arasında İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde Yapılan ASF Hazırlık
Toplantısı)
ABD yurtsever yasası esas
alınarak birçok ülke düzenleme yaptı.
İngilterede tartışılan yeni terörle
mücadele yasası göz altına alınanları hiçbir suçlamada bulunmadan 90 gün
gözaltında tutma yetkisinin polise verilmesini içeriyordu. Sert tartışmalardan
sonra geri çekilen bu yasa önerisi Batı devletlerinin sahip olduğu anlayışı göz
önüne sermektedir. Türkiye'de 90 günlük gözaltı süresinin 12 Eylül faşizmi
döneminde uygulandığı düşünüldüğünde bu yeni yasa tasarılarını 'yeni faşist
sürecin' bir parçası olarak görmek gerekiyor. Fransa’nın 50 yıl sonra Cezayir
yasası olarak bilinen olağan üstü hali uygulaması sorunun sadece İngiltere ve
ABD'ye ye ait bir sorun olmadığını göstermesi açısından da ilginçtir.
Filipinler yeni terör yasası ve gösterilere sıfır tolerans anlamına gelen
"yetkinleştirilmiş önleyici cevap" stratejisi ile yeni dönem
anlayışını en hızlı uygulayan ülkelerin başında gelmektedir. ABD Dış İşleri
Bakanlığı terörizmle savaş konusunda gösterdiği işbirliğinden dolayı ödül
olarak Endonezya ile askeri ilişkilerini yaniden kurmaya karar verdi. Bir
milyondan fazla komünistin öldürüldüğü 1965'den beri katliamlar zincirini
sürdüren Endonezya hükümeti Doğu Timor, Batı Papua ve Aceh'te katliamlarına
devam etmiş yüzbinlerce insanın ölümüne ve yerinden yurdunda edilmesine neden
olmuştur.
ABD 1991 yılında Doğu Timor'da yüzlerce insanın öldürülmesinden sonra Endonezya
ile olan askeri ilişkilerini kesmişti.
Yine Avustralya yeni terör yasası
ile bu sürecin aktif uygulayıcılarından biri olacağını gösterdi.
Barceleno'da yapılan AB-Akdeniz
ülkeleri zirvesini yorumlayan İspanyol El Pais gaztesi "Terörizm tanımı üzerindeki
tartışmanın zirvenin gündemine oturduğunu" yazarken Uluslararası Af Örgütü
"AB'nin giderek terörizme karşı savaşa vurgu yaptığını ve Avrupa'ya olan
yasadışı göcü bu yöntemlerle çözmek istediğin" söyledi.
Brezilya'da Kongre Komisyonu Topraksız İşçiler Hareketinin(MST)'nin yürüttüğü
toprak işgalleri 'terör faaliyeti' olarak tanımlanmasını istedi.
2006 Eylül ayında El Salvador Hükümeti suyun özelleştirilmesine ve Entelektüel
mülkiyet Hakları sözleşmesine ihlal ettikleri için işportacılar tutuklanmaya
başladılar.
5- GERİ İADE ANLAŞMALARI, GÖÇMENLERİN KONTROLÜ VE BASKI ALTINDA
TUTULMALARI
“Bir İngiliz insani yardım kuruluşunun yayımladığı (Christian Aid) rapor ise
2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın yani dünyadaki yedi kişiden birinin,
küresel ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği uyarısında bulunuyor. 21′inci
yüzyılda hızla artan göç dalgasına dikkat çeken yardım kuruluşu, “Çatışmalar,
doğal felaketlerle barajlar ve madenler gibi büyük kalkınma projeleri yüzünden
evlerini terk eden insanların sayısı şimdi bile şaşırtıcı bir artış
eğilimindedir” açıklamasını yapıyor. Ekonomik krizler de küresel göçü
tetikliyor. Uzun bir süredir küresel mali krizin de göçü artırdığı uyarısında
bulunan uzmanlar, bugün işsizliği ve yoksulluğu körükleyen küresel mali krizin,
önümüzdeki günlerde göçü tırmandıran faktörlerden biri olarak karşımıza
çıkacağını söylüyor.”
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Raporu, Birleşmiş
Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği (BMMYK), Emniyet Genel Müdürlüğü, Dünya Bankası (DB) ve Ekonomik
İşbirliği Kalkınma Örgütü (OECD) verileri ile ilgili kurum ve kuruluşların
yetkililerinin demeçlerinden yararlanarak hazırlanmıştır.
AB 2003 Haziran ayında Selanik’te yapılan zirvesinde Siyasi mültecilerin
iadeleri ve başvuruları netleşene kadar Avrupa dışındaki ülkelerde kurulacak
olan kamplarda tutulmaları perpspektif olarak kabul edildi.
“Brüksel’de toplanan 27 AB ülkesinin içişleri bakanları ortak göç ve mülteci
konusunda uzlaşmaya vardı ve “Avrupa Göç ve Mülteci Paktı” adı verilen paket
kabul edildi. Ancak AB devlet ve hükümet başkanlarının 15-16 Ekim'deki
zirvesinde onaylanacak ''sulandırılmış'' paket, üye ülkelere çok fazla yetki
tanıdığı için eleştiriliyor.”
http://www.abhaber.com/haber.php?id=23328
Almanya AB sınırları dışındaki bir çok ülkeyle “Geri Alma Anlaşması” yaptı.
İtalya Tunus’ta 13 sınır dışı binası kurduğunu, bunlardan 11’nin kamuoyunun
bilgisi dışında olduğu iddia ediliyor. (23-08-2004, ulkedeozgurgundem.com), İtalya Kızıl denizi daha sıkı
denetlemesi için Mısır’a baskı yapıyor.
AB şimdi de, sadece çalıştıracağı
sayıda insanı, çalıştıracağı süre boyunca alıp, geri kalan kişileri
sınırlarının içine sokmamak için, kendi sınırları dışında kamplar kurmaya
hazırlanıyor.
Önümüzdeki
ay Mali’de kurulacak olan kampı, Moritanya ve Senegal’de kurulacak kamplar
izleyecek. Mali hali hazırda bir iş ve işçi bulma kurumuna sahip olduğu için
pilot ülke olarak seçildi.
“Avrupa Komisyonu’nun Adaletten Sorumlu Üyesi Franco Frattini, bu kampların
özellikle tarım, inşaat, kamu hizmetleri ve turizm gibi sektörlerde mevsimlik
olarak çalışacak vasıfsız işçilerin göçünün planlanması için önemli olacağını
belirtti. Franttini ayrıca konuyla ilgili olarak sarf ettiği “Göçmenlerin AB’ye
yasal yollardan gelmelerini ve kontratları bittiğinde de geldikleri yere
dönmelerini istiyoruz” sözleriyle AB’nin ne gibi niyetleri olduğunu gözler
önüne sermiş oldu.
Kurulacak kamplar ile, göçmen işçilerin nerelerde
çalışacakları baştan belirlenmiş olacak. Ucuz göçmen işçi çalıştırmak isteyen
patronlar, ihtiyaç duydukları işçi sayısını ve aradıkları vasıfları sipariş
usulü bu modern amele pazarlarına bildirecekler. “
www.sol.org.tr, 26 Şubat 2007, Pazartesi
AB üyesi olmayan İsviçre’de benzer bir düzenlemeye
gidiyor. 75 yıllık yabancılar yasası,
süresiz oturma izni, mültecilik hakkını ortadan kaldıran yasal düzenlemeleri
hazırlamaya başladı.
Göçmen politikalarını değişimi 2005 ekim ayında başlayıp
aralık sonuna kadar parisi yakan Kuzey Afrikalı geçlerin isyanı. Göçmenlerin AB
içindeki eb örgütlü kalkışması olarak tarihe geçti.
Keza ABD’de “Göçmen işçilerin kitle hareketinin yükselişi
hem Kuzey Amerika hem de Orta Amerika’da işçi sınıfı mücadelesinde yeni bir
sayfa açıyor. Birincisi ve en önemlisi, bu hareket, geleneksel sendikal
konfederasyon sayesinde düşüş, durgunluk ve geri çekilmeyle geçen elli yılı
aşkın bir sürenin ardından, ABD’de bağımsız işçi sınıfı mücadelesinin ilk büyük
yükselişini temsil ediyor. İkincisi, YKGİH, emek hareketinin başını çeken kesim
olarak yeni bir sınıf önderine (“özne”) işaret ediyor; göçmen işçi. Özel
sektördeki örgütlü emeğin vaktiyle dinamik olan kesimleri (otomotiv, taşımacılık,
çelik, liman (Batı Yakası)) üyelerinin 2/3’ünü yitirip özel sektör emek gücünün
yalnızca %9’unu temsil eder hale gelmişken, 2 milyonun üstünde göçmen işçi
ABD’de 1930’lardan beri görülmeyen bir toplumsal dayanışma örneği gösterdi ve
sergilediler. Üçüncüsü, YKGİH, büyük bürokratik bir sendika aygıtı olmaksızın
ve asgari bir bütçeyle, işçi militanlarına dayanarak yatay ilişkiler yoluyla
örgütlendi. Gerçekten de, seferberliğin başarısını oluşturan kilit faktörlerden
biri, her ne kadar işçilerin azınlıktaki bir bölümü sendika üyesi de olsa,
hareketin sendika hiyerarşisinin ölü elinin kontrolünden önemli ölçüde bağımsız
olmasıydı. Dördüncüsü, hareketin liderliği ve stratejistleri iki büyük
kapitalist partiden, özellikle de ölümcül Demokrat Parti sevdasından bağımsızdı.”
“Göçmen işçiler hareketi, yine de üstün durumda: Mart’ta 2,5
milyon kişi gösteri yaptı; 10 Nisan’da 2 milyon kişi yürüdü ve 1 Mayıs’ta
kitlesel yürüyüşlere ve işçi grevlerine milyonlarca daha fazla kişi
katılacak[tı]. Gerici politikacılar, hareketi bölmek ve zaptetmek için yeni
planlar yaparak Kongrede saklanırken, Latin kökenli milyonlarca insan hakları,
özgür iradeleri ve onurları için sokaklardalar.” James Petras, 10 Haziran 2006
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=6411
Siyasi
mülteciler üzerindeki geri iade baskısıda giderek artmaktadır. En öarpıcı birkaç örnek:
İsviçre
hükümeti MAnuel Rodrigez Yurtesever Cephe ‘si üyesi olduğu iddiası ile tutuklu
bulunduğu Yüksek güvenlikli cezaevinden
30 ekim 1996 tarihinde helikopterle kaçan 4 kişiden biri olan Patricio
Ortiz Montenegro’nun Şili’ye iade edilmesini yürütülen kampanyalar sonucunda
.reddetti
İtalya 2007 yılında
eski Kızıl Tugaylar örgütü militanı Marina Petrella, Fransa'dan iadesini
istedi. Bunun üzerine Fransa Petralla’yı tutukladı. Fransadaki toplumsal
muhalefet ve insan hakları örgütleri harekete geçti. Uzun süren bir mücadeleden
sonra 6 Ağustos 2008 tarihinde Petralla serber bırakıldı.
Türkiye’de
yürüttüğü siyasal faaliyetliklerinden dolayı tutuklanıp TKP(ML)
davasından yargılanmış olan Musa Doğan, tanınmış mülteci statüsünde yaşadığı
İsveç’te “interpol tarafından arandığı” gerekçesiyle 28.01.2009 tarihinde
gözaltına alınmıştır. Gözaltına alındığı dostları tarafından tesadüfen
öğrenilen Musa Doğan’ın geldiği ülkeye geri gönderilmesi istenmektedir. Daha
önce İsviçre’de, iltica talebi, siyasi bir sığınmacı olarak değil, insani
(hümaniter) ve de İsviçre’ de herhangi bir olaya isminin karışması halinde
Türkiye’ ye geri iade edilme riski taşıdığı ve can güvenliğini sağlamadığı için
Musa Doğan, daha sonra İsveç’ te politik iltica talebinde bulumuş ve bu talep
İsveç makamlarınca tanınmıştır. İsveç yetkilileri tarafından Musa
Doğan’ın daha önce bulundugu ülkeye yani isviçreye geri gönderilmesi
olasılıklar arasındadir. Bu durumda Türkiye’ye iade edilmesinin
“yasal” zemini olusturulmus olacağı gibi İsveç devleti sorumluluğu üstünden
atmış olacaktır. İsviçre yetkili makamları Musa Doğan’ ın bu ülkede daha
önce iltica ettiği ve „resmi olmayan” yollardan İsviçre’ yi terk ettiği
gerekçesiyle kendilerine karsi bir güvensizlik olarak değerlendirebilecek
ve keza Musa Doğan’ ın İsviçre için tehlikeli bir kişi olabileceğini öne
sürerek (ki bu bir çok benzer olayda yaşanılan bir durumdur) geri gönderme
hapishanesinde tutabileceklerdir. Türkiye’ ye iade edilmesi halinde İzmir
Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafında onaylanmış ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası Musa Dogan’ ı beklemektedir.
6- İKLİM DEĞİŞİMİ SİLAHI OLARAK “JEO-MÜHENDİSLİK”
'Jeomühendislik', insanların etkisiyle değişime
uğrayan, istenmeyen iklim değişimini azaltmak için, iklimi değiştirerek
'Küresel çevrenin geniş ölçekte bilinçli olarak manipule edilmesi' olarak
tanımlanmıştır. "Jeomühendislik programı, fosil yakıt kullanımını
azaltmadan, fosil yakıt kullanmanın, iklim üzerindeki etkilerini hafifletmek
amacıyla araştırmalar yapmaktadır; örneğin, Dünya üzerinde 'güneş ışını
olayını' azaltmak için uzaya kalkanlar yerleştirmek."
( Keith D. W. 1999 Jeomühendislik, Küresel Değişimi Ansiklopedisi. New York)
Resmi söylem atmosferde yapılan değişim deneylerini ve etkinliklerni
jeo-mühendislik olarak tanımlayarak bir mühendislik faaliyeti olarak
sunmaktadır. Küresel karatma, Partikül Kalkan Deneyleri, Troposferik Aerosol
Projesi çalışmaları bu faaliyet alanını tanımlayan projeler olarak görülmektedir.
ABD Başkanlığı İklim Değişikliği Teknoloji
Programı tüm bu çalışmalrı koordine etmektedir.
Beyaz Saray'daki toplantıda bulunan fizikçi ve
ekonomist David Keith'in "Eğer bu toplantıyı canlı olarak Avrupa halkına
yayımlasalardı halk sokağa çıkıp ayaklanma çıkarırdı" diyerek toplantıdan
ne kadar ürktüğünü ifade etme gereği duymuştur.
19 Kasım 2006 jeo-mühendislik üzerine NASA’nın açıklamalarına göre gizli bir
toplantı olduğu için basına ve kamuoyuna kapalı bir toplantı yapıldı. Bu
toplantıya katılanlardan bazılarınında katılımcı olduğu ikinci bir toplantı 20
Kasım 2006’da yapıldı. Burada katılımcılıar kişisel görüşlerini ve kamuoyuna
kapalı yapılan toplantıda sunduklarını görüşlerini dile getirdiler. Gregory Benford ( Kaliforniya Üniversitesi,
Fizik ve Astronomi Bölümü) gizli
toplantıda “Açık okyanus üzerinde yüksek irtifa deneylerinin hukuki olarak çok
küçük pürüzlerle karşılaşacaktır” denildiğini söyledi. Uzama eğilimi gösteren
politikalardan sakınılacağında konuşulduğunu söyledi.
Nobel Ödüllü Profosör Crutzen bu toplantı radikal bir eksen değişikliğine
ihtiyaç olduğunu ve stroasforun yüksek kesimlerine sülfat partikülleri serpilmesini
önermektedir. Güneş ışınlarını yanstacak ayna işlevi göreceğini öne sürmüştür.
Belirli Senato üyeleri yıllardan beri bu klimyasal deneyler hakkında
bilgisahibiler. Amerikan be dünya kamuoyu üzerinde denemek için iktidarla açık
çek veren iki yasa taslağı ( ABD Senatosu 517 nolu yasa taslağı, ABD
Temsilciler Meclisi 2995 nolu yasa taslağı)
var.
Baryum ve Aluminyum tüm dünyadan alınan örneklerin gösterdiği gibi
1990’ların ortalarından itibaren temel elementler olarak karşımıza çıktığını bu
araştırmaları yapan bilim insanları söylemektedirler. Kaliforniya Devler Sağlık
Kurumu eyaletteki tüm içme sularında bulunan Mağnezyum, kurşun, manganez,
aluminyum, demir, sodyum ve özel bileşenlerin istenilen değerlerin üstünde
çıktığınının test sonuçları ile kanıtladığını kamuoyuna açıkladı. 1991’de
başlayan bu süreç günümüzde de devam etmektedir.
Judy Sopka, Jeo-mühendislik ve havanın yönlendirilmesi: İklim üzerine gizli
savaş makalesinde Clinton döneminde başlayan ve Bush döneminde periyodu haytaya
inen aymosfere metal partiküllerin bırakılması deneylerinin hükümetin gizli
alternatif bir proğrama sahip olduğunu göstermektedir iddiasında bulunuyor.
“Eylül 2005'in başlarında, meteorolojist Scott Stevens, Katrina kasırgasını,
Japon mafyası üyelerinden birinin Ruslar tarafından Japon mafyasına satılan bir
elektromanyetik jeneratör kullanmasıyla ortaya çıktığı iddiası ABD'de ülke çapında
bir skandala neden olmuştu. ( Geçen sene de, 26 Aralıkta Güney-Orta Asya'da
300,000 insanın ölümüne yol açan tsunamiden hemen önce, yazar Micheal Crichton,
kendi programlarının güvenliğini sağlamak için, depremlerin ve tsunamilerin
yapay üretimi ile meşgul olan 'ekolojist teröristleri' anlatan ve en çok satan
kitaplar arasında olan 'Korku Devleti' kitabını yayımladı.
Bu tip senaryolar üretten komplo kuramcılarının hata yaptıklarını
kanıtlayacak pozisyonda olmadığımız bir gerçektir. Gizliliğin korunduğu ve
saydamlığın olmadığı durumlarda, sıradan vatandaşların, askeri olmayan iklim
yumuşaması ile 'iklimin silah olarak' kullanılması teknikleri arasında bir
ayırıma varması hiç de kolay bir iş değildir.”
Kanada eylem Partisi Lideri Conie Fogal; Alüminyum ve Baryum ve başka
herhangi bir şeyin atmosgeri yönlendirme yada başka herhangi gizli amaçlar
püskürtülmesini 22 Ağustos 2005 tarihinde kınadı.
1991 yılında ilk kimyasal deneylerin atmosferde yapıldığının kayıtlara
geçmedinden beri binlerce insandaki kuşkular giderek artmaktadır. NBC Los
Angeles Temsilcisi Paul Moyers 23 Mayıs 2006 tarihli TOXİC SKY proğramında
“Hükümet havayı yönlendirme faaliyetleri içinde mi? “ sorusunu soruyor.
7- UZAYIN ASKERİLEŞTİRİLMESİ
Dış uzay tanımı Yeryüzünden 100 km bir uzaklığı kapsayan
atmosferin bittiği yerden sonraki boşluk için kullanılan bir kavramdır. Yeryüzü mesafesinden kurtulmanın getirdiği
avantajla herhangi bir noktaya çok kısa zaman süresinde müdahale edebilme
avantajları getirmektedir. Askeri uzay uçaklarının başlıca özelliğinin herhangi
bir noktaya 45 dakika içinde ulaşabilme si olduğu düşünüldüğünde uzayın
askerileştirilmesinin ağlayacağı avantajlarda çok net anlaşılır olmaktadır.
1967 yılında imzalanan Dış Uzay Antlaşması dünya
çevresindeki yörüngeye nükleer ve kitle imha silahları taşıyan herhangi bir
şeyi yerleştirmeyi reddediyor.
ABD’nin Uzay Güvenliği Projesisi’nin bütçesi 36
milyar dolardır. Çin Rusya, AB, Japonya, Hindistan ve İran’ında içinde olduğu
ülkelerin toplam harcamaları 50 milyar dolar civarındadır. ABD tek başına bu
toplamın % 70’ini oluşturmaktadır.
Yayılma stratejisi Rusya ve Çin’in tehditleri
üzerinde geliştirilmektedir. NASA’ın Mars’taki atmosfer oluşturma yada hayat
şartlarını yaratma noktasındaki çalışmaları bir sonraki döneminin stratejileri
açısından öncelik kazanmaya yönelik adımlar olarak görülmelidir.
Uydu sistemleri ile çoktandır yeryüzü gözlemleyen
Pentagon uzaya askeri sistemler yerleştirip hem gözlem hem de vuruş kabiliyeti
olan bir saldırı sistemi kurma hazırlığındadır. Pentagon’un Küresel Saldırı
Bütünleştirme politikası uzayı da içine alan bütünlüklü bir hakimiyet
stratejisidir. Daha anlaşılır bir ifade ile izleme ve keşif uyduları, balistik
füzeler, kitle imha silahları, uydu savar ve füzesavar sistemleri ile gezegenin
kuşatılmasını
Reegan Döneminin SSCB’ye karşı askeri
stratejileri yaygınlaştırmanın bir ayağı olan “Yıldız Savaşları” füzesavar programı
ve 1982’de Hava Gücü Uzay Komutanlığının “küresel güç oluşturmak için hayati
önemde olan uzay ve kıtalararası balistik füze operasyonları yoluyla Kuzey Amerika’yı
savunmak” görevi SSCB dağıldıktan sonra
yeni döneme hakimiyet stratejisinin önemli bir ayağı olarak devroldu.
1996 yılında Uzay Komutanlığı Başkanı General Joseps
W. Ashy “ Uzayda savaşacağız, uzayda savaşacağız. İşte bu yüzden ABD
yönlendirilmiş enerji ve vur-öldür mekanizmalarının geliştirilmesi programlarına
sahiptir. Bir gün karadaki hedefleri- gemiler, uçaklar, kara hedefleri- uzaydan
vurabileceğiz” açıklamsını yapmıştır.
2000 yılında Yeni
Amerikan Yüzyılı Projesi ile önümüzdeki 21.yy’ ilişkin temel perspektif ortaya
kondu. Ardından 11 Eylül Pentagon ve
dünya Ticaret Merkezlerine yapılan saldırının ardından ABD Anti-balistik füze
anlaşmasından 2001 yılında çekildi.
Hava Kuvvetleri
Doktrib Belgeleri Karşı Uzay Harekatları 2-2.1 belgesi önsözünde General John
P. Jumper şöyle yazmıştır: “Karşı Uzay Harekatları, modern savaşlarda başarı
için büyük önem taşımaktadır.”
2003 yılında Irak’ın
işgal edilmesi sürecinde kullanılan ”şok ve dehşet bombalarının” % 70’i eşgüdümlü ve uzaydaki uydular
aracılığıyla hedeflere gönderilmişti.
2008 yılında çeşitli
yeni muhafazakar düşünce kuruluşlarından oluşan “Füze Savunması, Uzay
İlişkileri ve 21. yy hakkında Bağımsız Çalışma Grubu” kapsamlı bir uzay askeri
programını destekleyen 200 sayfalık bir rapor yayınladılar.
Hava Kuvvetlerinin
“Vision 2020”,
“USAF”, “Uzay Operasyonları” gibi projelerinin uzantısı olarak uzayın kitle
imha silahlarıda dahil olmak üzere sialahladırılmasını proğramına almış oluyor.
ABD’nin bu eğilimini
bilen Rusya ve Çin defalarca konvansiyonel silahları da kapsayan uzayın
askerileştirilmesini yasaklayan yeni bir anlaşma için BM öneri götürdüler her
defasında ezici bir çoğunlukla kabul edilmesine rağmen ABD’nin vetosuna
takıldılar. 1967 anlaşması konvansiyonel silahların kullanılmasına olanak
sağladığı için ABD yeni bir anlaşmaya karşı çıkıyor.
2005 yılında
Washington’daki Rusya Federasyonu Konsolosluğundaki üst düzey yetkililerden
biri olan Yermakov Financiai times’te çıkan demeçinde “ABD’nin uzaya silah
yerleştirmeye kalkması halinde, Rusya’nın bunu engellemek için zora
başvurabileceğini” söyledi.
Diplomatik yolların
tıkanması durumunda Çin’de Rusya benzeri olarak başka güçleri
kulalanabileceğini deklere atti.
Hindistan 11. uzaktan izleme uydusunu yörüngeye yerleştirdi. Füze, uzay
ve nükleer sialahlarını entegre etmeye başladı.
Rusya ve Çin
desteğindeki İran yörüngeye ilk uydusunu yerleştirdi, nükleer tesislerini
hizmete soktu. Bu iki siteminin entegre edilmesinin kolay olması uzayın yeni
hegomanya alanı olarak kazandığı işlevi göstermektedir.
Pentagon Irak
işgalinde geniş ölçekli olarak kullanmaya başladığı teknolojiler neleri
içeriyor biraz bakmakta fayda var.
Pentagonun uzay çizimleri üzerindeki veya geliştirme aşamasındaki diğer
projeleri arasında saatte 5.800
km yol alabilen X-51 hipersonik güdümlü füzeler;
dünyadan herhangi bir yörüngeye veya hedefe gönderilen lazer ışınlarını yeniden
yönlendiren uzay aynası uyduları; radyo dalgalarını yüksek güç ve genişlikte
gönderen uydular; farklı türde yüksek enerji lazerleri; herhangi bir uydunun
ABD için tehdit oluşturup oluşturmadığına karar verebilecek ve böyle bir
durumda nesneyi sabote edebilecek bir robot uzay uçağı; kinetik enerji
önleyicileri olarak işlev görecek roketler; Ortak Hava Aracı olarak bilinen,
uzaya fırlatılabilen ve hipersonik hızda hareket ederek Dünyadaki nesneleri
hedef alan silahlandırılmış bir planör; deneysel uzay uçağı sistemleri ve daha
fazlası bulunmaktadır.
Saldırı silahı olarak herhangi bir noktaya 45 dakikada erişebilen uzay
uçaklarına ek olarak “Tanrıdan çubuklar” olarak adlandırılan proje ibe 6,1 m yüksekliğinde 30 cm çapında metal tungsten
çubuklarıyla donatılmış yörünge platformlarından oluşmaktadır. Bu çubuklar uydu güdümlü olarak herhangi bir
hedefe dakikalar içinde ulaşabileceklerdir. Çünkü çubuklar saatte 11.000 km hızla hareket
edecekledir. Sistem biri ilertişim platformu diğeri tungsten çubuklardan
oluşan bir silah deposu olan iki uydu
ile çalışacaktır.
1 " (3 Ağustos 2005'te San Fransisco "Küresel
İmparatorluğun Çöküşü ve Küresel Toplumu Yükselişi" konferansında 'Kar
Getiren Savaş, Diğer bir adla Yağma Savaşı' başlıklı konuşmasında BRIAN J.
FOLEY
2 - güvenlik,
-ği
is. Toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan
yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet: �Şimdi
yalnızca güvenliğini tehdit edebilecek tehlikeler üzerine düşünüyor.�
-A. Ümit.
güvenlik İng. security Osm. emniyet
Bütün gerekseme ve isteklerin güven altında bulunması.
BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974
güvenlik İng. tranquillity, security Osm.asayiş, emniyet Alm.
Sicherheit, Sicherstellung Fr. maintien de l'ordre, sécurité
Devlet olarak örgütlenen bir toplumun düzen ve güvenirlik içinde
bulunması durumu.
BSTS / Ceza Yargılama Yöntemi
Yasası Terimleri 1972
güvenlik İng. safety, security, safeness, sure Osm. emniyet Fr.
sûreté
1- genel uygulayım: a. Herhangi bir aygıtta güven sağlayıcı
parça. b. Bir kilidin, kmdi açarından başka bir araçla açılmasına karşı
gösterdiği direnç; bu direnci oluşturan düzen. 2- silah: Dolu bir ateşli
silahın istenmeden ateş almasını önleyen düzenek; bu düzeneğin işleyişini
sağlayan parça.
BSTS / Uygulayım Terimleri Sözlüğü 1980
İnsan Hakları sözleşmeleri ve güvenlik kavramı
“1793 Anayasası madde 8: “Güvenlik, toplumun kendi
üyelerine, kendi kişiliklerini, haklarını ve mülkiyetlerini muhafazada
sağladığı himayedir”.
Güvenlik burjuva toplumunun en yüksek toplumsal kavramıdır.
Bütün toplumun ancak bütün üyelerine, kişiyi,haklarını ve mülkiyetini sağlamak
için vardır diyen bir polis kavramıdır. Burjuva toplunubu “zorunluluk ve akıl
devleti olarak tanımlarken Hegel bunu kastediyordu.
Burjuva toplumu bu güvenlik kavramı ile kendi bencilliğinin
üstüne çıkmıyor; tersine güvenlik bu bencilliğin garantisi oluyor.” Yahudi
Meselesi, Sol Y, Sayfa 36 Karl Marx
korku
is. 1. Bir
tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü: �Yarı çocuk
kalbimde korku, kapıya yaklaştıkça büyüyor.� -Y. Z. Ortaç.
2. Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara: Yollarda korku kalmadı. 3.
ruh b. Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan
ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb.
belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren
duygu.
korku İng. fear
Gerçek ya da
beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz
sararması, ağız kuruması, yürek ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan, ya
da daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.
BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974