8 Ocak 2021 Cuma

Krize nerden bakmalı?



Maliye, banka, para, mortgage, türev piyasalar, genel olarak piyasa, tetikleyici olarak para ve kredi piyasaları, cari açık vs. gibi çok çeşitli kavramların kullanıldığı ama “mali kriz”, adı altında toplanan ve öyle sunulan krizin gerçekte ne olduğuna ve kimleri nasıl etkilediğine bakmakta fayda var.

Bu bakış açısı neden belirsiz kalındığının neden hiçbir çözüm mekanizması üretemediklerini bizlere net olarak gösterme olanağına sahiptir. Herkesin ama bu kriz ABD’de bizim krizimiz değil söyleminin öne çıkması aslında burjuva iktisadının açıklama mekanizmalarını yitirmesiyle ilgilidir.

Daha önceki yerel krizlerden; Özelleştirme/kamunun tasfiyesi, esnekleştirme/ sendikaların tasfiyesi ve  ihracat yönelik bir sermaye birikimi modeli ile yapılan çıkış stratejisi bu krizde uygulama alanı bulamadı. Ortada krizin sorumlusu olabilecek ne sendikalar nede k.i.t’ler kaldı. Ama kriz şimdiye kadar olmadığı düzeyde sarsıcı!!!!!

Neden? Sorusu karşımızda durmaktadır. Öncelikle günün 24 saati sürekli bir tepki halinde olan piyasalar kavramlaştırmasından kopmamız gerekiyor. Bu bize olup biteni açıklamamaktadır. Temel bir mantık yürütme bile bunu bize çok açık olarak söyler. Arz talep dengesi üzerine, yani bir denge üzerine kurulu sistem dengeye bir türlü ulaşamaz. Sürekli krizler yumağı içinde döner durur. O zaman bizim bu kriz üreten mekanizmayı anlamaya ihtiyacımız var.

Birinci saptama; kapitalizm azami kar için meta üretimdir.

Meta üretiminin hakim olduğu bir üretim biçimidir. Kullanım değeri ve değişim değeri içeren meta  alım satım nesnesi potansiyel olarak kriz taşır mı? Mantıki olarak şu soruya cevap arayalım.
Alıcı ya da satıcı bir taraf eksikse ne olur? Sistem dengede olmaz. Ya aşırı üretim ya da eksik tüketim olur. 1

İkinci Saptama; sermaye birikiminin önündeki engel bizzat sermayenin kendisidir.

Yani sermaye birikiminin karlılığı azaltarak sermaye birikimini olanaksız kılması, kar oranlarının azalma eğiliminin krizleri doğurmasıdır.

Azami karı hedefleyen bir sistem, karlılığı azaltan dinamikleri neden içinde taşımaktadır? Şirket düzeyinde planlı ama ülke ve dünya düzeyinde plansız işleyen kapitalizm rekabet ve anarşiyi içinde taşır. Rekabet savaşı metaları ucuzlatarak verilir.

Üretim makinaların canlı emeğin yerine ikamesi, ileri teknolojilerin icat edilmesi ile üretimin teknik temeli değiştirilir. Fiyatlar kırılır, piyasa paylarını arttırılır ve rakipler yok edilir. Her şey mübahtır.

Sermaye der Quarterly Reviewier " kargaşalık ve kavgadan kaçar ve ürkek bir tabiata sahiptir. Pek doğrudur bu ancak gerçeğin tamı demek değildir. Sermaye tabiatın boşluktan dehşet duyması gibi kar olmaması yada kar olması halinde dehşete kapılır. Münasip bir kar olsun aslan kesilir, yüzde onluk emin bir karla her yere gider, her ise girişir, yüzde yirmi ile canlanır; Yüzde elli ile cüreti mutlaklaşır; yüzde yüz ile bütün kanunları ayaklar altına alır. Yüzde üç yüz ile islemeyeceği cinayet yoktur, asılmayı bile göze alır. Kargaşalık ve kavga kar getirsin bunların ikisini de teşvik eder. İspati : kaçakçılık ve köle ticareti" (p.j dunning,ı. C., 35,36.) Kapital, cilt 1, s.586, 250 numaralı dipnot)

Üçüncü saptama; sermaye iki cephede savaş veriyor:
sermaye-sermaye savaşı; sermayenin organik bileşiminin artışını asıl bu savaş sağlıyor. İkincisi, sermaye- emek savaşı

Dördüncü saptama; Her kapitalist artık değer üretmediği halde kar etmeye devam ediyor.

Üretken sektör/ emek, üretken olmayan sektör/ emek ayrımını yapılması sorunu anlamak açısından hayati öneme sahiptir. Finans, bankacılık, sigorta ve yatırım fonları, türev piyasalar hangi sektöre dahil olmaktadır.
Şişen finans sektörü büyüyerek var olması için gerekli artı-değer üretiminin sınırına yaklaştığı 2000’li yılların başından itibaren özellikle emlak sektöründe balonlar hissedilmeye başlamıştı. (Tonak 2004)

ŞEKİL I. Üretim ve Finans Şirketlerinin Kâr Oranları: ABD, 1960- 1999, Kaynak: Bond (2008)

Dört saptamanın ortak izleneceği Şekil I’de görüldüğü gibi üretim sanayi alanında ortaya çıkan kar oranı durulması sonucu sermaye azami kar elde edeceği finans alanına kaymaktadır. Üretken olmayan alanlardaki artı değer birikimi üzerinde yapılan spekülasyonun sınırları vardı ve Ahmet Tonak’ın ifade ettiği gibi 2000’li yılların başından beri zil takarak oynayarak gelmekteydi kriz.




Kriz herkesi etkiliyor mu?
Hepimiz aynı gemide miyiz?


Görüldüğü gibi önümüzdeki dönemin en önemli sektörleri sağlık ( Başbakanın ve hükümetin bu konuda kararlı olmasının  nedeni budur), Enerji ( boru hatları konusunda transit ülke olma çabaları yada komşularla sıfır sorun politikasının maddi temeli) teknoloji ( yeni üretim teknolojileri kullanarak birim maliyetin azaltılıp piyasada hakim olma meselesi) olarak gözükmektedir. Büyüyen büyümektedir. Karları giderek artmaktadır.

Teğet meselesi

Türkiye’de kriz finans alanı değil doğrudan sanayi alanında daralma ile ortaya çıktı.
Özel sektör şu ana kadar döviz cinsinden borçlanarak yatırım yapıyordu. Bu yüzden 200 milyar doların üzerinde bir özel sektör borcu söz konusu. Ancak krizin ardından doların 1,5 kat değerlenmesi ve dış kredi imkanlarının ortadan kalkması nedeniyle özel sektör yatırım yapamıyor.

Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 59 bin kişi artarak 3 milyon 650 bin kişiye yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 3,9 puanlık artış ile % 15,5 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 4,2 puanlık artışla % 17,2, kırsal yerlerde ise 3,4 puanlık artışla % 11,8 olmuştur.
Yılı 20 milyar lira kârla kapatabilecek olan bankacılık sektörünün, 2010'da riskli ürünlere yönelebileceğini söyleyen bbdk başkanı tevfik bilgin, ‘türev ürünlerle ilgili hassasiyetimiz sürecek' dedi. Bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu (bddk) başkanı tevfik bilgin, faizler düşerken bankaların kâr ettiğini, faizler artarken ise bunun tam tersinin yaşanacağını belirtti. Yıl sonunda bankacılık sektöründe 20 milyar tl düzeyinde kârlılık beklediklerini dile getirdi.

Türkiye kapitalizmi İMF’siz bir İMF programı ile krizden çıkmaya çalışıyor.

Kriz meslektaşlarımız nasıl yansıdı.
Türkiye’deki durum aşağıdaki rakamlarla açık açık görülmektedir.
  • İş-kurdan iş arayan mühendis, mimar ve şehir plancının sayısı Haziran 2009 itibariyle 14081 kişi.
  • İş-kurdan iş arayan mühendis, mimar ve şehir plancının sayısı Aralık 2008 itibariyle 10606 kişi.
  • 2008 yılında 1950 kişilik KPSS kadrosu için başvuran mühendis, mimar ve şehir plancı sayısı 54.805 kişi.
  • Mühendislik-mimarlık fakültelerinden yılda 24135 kişi mezun oluyor.
  • 90.000 mühendis, mimar ve şehir plancı işsiz veya mesleği dışında çalışıyor.
  • Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 59 bin kişi artarak 3 milyon 650 bin kişiye yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 3,9 puanlık artış ile % 15,5 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 4,2 puanlık artışla % 17,2, kırsal yerlerde ise 3,4 puanlık artışla % 11,8 olmuştur.
  • Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı, önceki yılın aynı dönemine göre 0,1 puanlık artışla % 40,8 olarak gerçekleşmiştir. 2005=100 temel yıllı, üç aylık sanayi istihdam endeksi, 2009 yılı ikinci döneminde önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12, bir önceki döneme göre yüzde 0,8 azaldı.
  • Sanayide çalışılan saat endeksi, 2009 yılı 2. döneminde bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 13,6 azalırken, bir önceki döneme göre ise yüzde 1,1 arttı. Üç aylık sanayide çalışılan saat endeksi 93,7 oldu.

·      Yapılan bir ankette meslektaşlarımız arasında işsizlik oranının % 24,58 olduğu, %82,4'ünün ise 2000 TL'nin altında ücret aldığı belirlenmiş. (anket 2004-2008 arasında mezun olan mühendislerle gerçekleştirilmiştir.)

Kapitalizmin gidişi ve yarattığı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır ki topyekun bir dönüşüm sürecinin içindeyiz. Son Devlet Denetleme Kurulu Raporu yayınlanmadan basına sızdırılan çerçevesinde meslek odalarının yasal düzenleme ile yeniden yapılanacağının sinyalleri verilmiştir.

Evet, sermaye bu dönüşüm sürecini organize etmekte, yönlendirmektedir. Kendisini emek cephesinde tanımlayan TMMOB, yani bizler ve bağlı örgütlenmeler süreci anlamakta zorlanmakta, hareketsizliğimiz sermayenin işini kolaylaştırmaktadır.

TMMOB ve bağlı odalar sürecin dinamiğini, TMMOB 2008 profil araştırmasının da gösterdiği gibi üyelerinin % 80 ücretli çalışan ve işsiz mmp üzerinde yakalamalıdırlar. Gelecek bu yöndedir ve geleceğin örgütü olmak bu dönüşüm sürecine kendi alanımızdan cevap vermekle olanaklıdır. 



Hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Program’ın temel başlıklarına bir göz atmak bile neyle karşı karşıya olduğumuz göstermektedir.  Mali kural, kalkınma ajansları, güvenceli esneklik, bölgesel asgari ücret,  kentsel dönüşüm
nükleer santraller, kamu yönetimi/yönetişim, yeni sendika yasası, sağlıkta dönüşüm
inşaat, mühendislik-mimarlık, teknik müşavirlik ve müteahhitlik hizmetleri. 2
İMF’nin isteği mali kural  programın temel hedefi olarak konulmuştur.
İMF ile niye anlaşamıyorlar. Sorusunun yanıtı da bizde olmalıdır.  

Peki alanımızda bizi ne bekliyor. ORTA VADELİ PROGRAMIN İnşaat, Mühendislik-Mimarlık, Teknik Müşavirlik ve Müteahhitlik Hizmetleri, Eğitimin İşgücü Talebine Duyarlılığının Artırılması başlıklı bölümleri oldukça açıklayıcıdır. 3

Mesleki Yeterlilik Kurumu ile pratik bir gerçeklik haline dönüşen mühendislik mimarlık plancılık hizmetlerinin dönüşüm süreci bu dönemde hızla hayata geçirilecektir.


Sonuç olarak,
a- Dünya ekonomisi 2009 yılında yaklaşık yüzde 1 oranında daralma gösterdi. Dünya ekonomisinin bir bütün olarak gerilemesi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa yaşanan bir olguydu.
b- Merkez ülke ABD’de görünür olduğu için küresel kriz olarak anıldı ve 1929 ile karşılaştırıldı.
c- Askeri harcamalar arttı ve çatışmalar yoğunlaştı. Bölgesel gerginlikler kışkırtılmakta ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri ve direnişleri şiddetle bastırılmaya çalışılmaktadır. ÇİN Aden Körfezinde korsanlar mücadele etmek için bulundurduğu askerlerinin lojistik desteğini sağlamak için kalıcı bir üsse ihtiyaç duyduğunu deklere etti.

Ne olabilir birkaç öngörü;

İmmanuel Wallerstein, şubat 2009’da Madrit’e verdiği konferansta, kapitalizm tarihsel sınırına geldiğini, bundan sonrası kaotik yapısal kriz olduğunu ve yaklaşık 30 yıl içinde kapitalizmin çökeceğini söyledi. Böyle bir durumda ne yapmalı? Kapitalizmi restore ederek yola aynen devam etmek konusunda hiç umutlu görünmeyen wallerstein, 'akıllı olanlar, kapitalizmi düzeltmeye kalkmak yerine tamamen yeni bir sistem kurmak gerektiğini anlayacaklardır' diyor ve ekliyor: 'porto alegre ve davos ruhu arasındaki anlaşmazlık çözüldüğünde, sorunun çözümünü de bulmuş olacağız.' işte bu, krize ve müstakbel krizlere köklü çözümler bulmanın ilk önemli adımlarından biri olabilir. .

Anwar Shaikh, İMF/DB ekim 2009 İstanbul toplantısı ile eş zamanda düzenlenen eleştirel bakışlar başlıklı konferansta “yeni tipte faşist devletlerin  ortaya çıkabileceğini” söyledi.

James Petras, merkez sol hükümetlerin yerini merkez sağcı iktidarlara bırakmak zorunda kalabileceklerini, krizle başedilemedikçe bu hükümetlerin daha da katılaşacağını belirten james petras, daha da radikalleşip kendi kapitalistlerini güçlendirmek gibi bir yola girebileceklerine dikkat çekti. Hammaddelerin ve doğal kaynakların değerinin düşeceğinden yola çıkarak merkez sol hükümetlerin sosyal programları finanse etmekte güçlük yaşayacağına değinen james petras, solun hayatta kalabilmesi sosyal dönüşüm projelerinin gerçek anlamda sosyalist bir şekilde yapılması gerektiğine dikkat çekti. 



1  İç pazarda talep yetersizliği, işyerlerinin tam kapasite ile çalışmamasının en önemli nedenidir.
2009 Mart ayında, işyerlerinin, tam kapasite ile çalışmamasının nedenleri arasında talep yetersizliği ilk sıradadır. İç pazarda talep yetersizliği %52,7 ve dış pazarda talep yetersizliği %29,5 oranında etkili olmuştur.
(TUİK MART 2009)
2 Kalkınma Ajansları Nedir?  26 kalkınma ajansı, kalkınma kurulu, yönetim kurulu, valilik, belediye, il özel idaresi hukuku tek bir mevzuatta birleştirilerek  piyasa temelli bir kalkınma anlayışı savunuluyor.

Yönetim kurulu
ajansın karar organı olan yönetim kurulu 8 kişiden oluşur:
izmir valisi, izmir büyükşehir belediye başkanı, izmir il genel meclisi başkanı, izmir ticaret odası yönetim kurulu başkanı
ege bölgesi sanayi odası yönetim kurulu başkanı, kalkınma kurulu tarafından özel kesim ve/veya sivil toplum kuruluşlarından seçilen 3 temsilci
izmir kalkınma ajansı yönetim kurulu üyeleri:
başkan:
mustafa cahit kıraç, izmir valisi
başkan vekili:
aziz kocaoğlu, izmir büyükşehir belediye başkanı
üyeler:
serdar değirmenci,izmir il genel meclisi başkanı
ekrem demirtaş, izmir ticaret odası yönetim kurulu başkanı
ender yorgancılar, ege bölgesi sanayi odası yönetim kurulu başkanı
zekeriya mutlu, izmir esnaf ve sanatkârlar odaları birliği yk başkanı
yılmaz temizocak, ege ekonomiyi geliştirme vakfı yönetim kurulu başkanı
cemal elmasoğlu, ege genç işadamları derneği başkanı
3“İnşaat, Mühendislik-Mimarlık, Teknik Müşavirlik ve Müteahhitlik Hizmetleri
Ülke ekonomisi ve sosyal gereksinimlere uygun, ileri teknoloji ve uluslar arası kurallara uyumlu, çevreye duyarlı, katma değeri, döviz girdisi ve istihdamı yüksek ve bu doğrultuda hizmet kalitesi, beşeri ve fiziki sermayesi gelişmiş bir sektör yapısı oluşturmak temel amaçtır. Bu çerçevede;
i) Yurtdışı müteahhitlik ve müşavirlik hizmetlerinde rekabet gücü artırılacaktır.
ii) Sektörde denetim etkinleştirilecektir.
iii) Sektörde istihdam edilen işgücü kalitesi artırılacaktır.
iv) Sektörde teknik müşavirlik hizmetlerinin kalitesi artırılarak, yaygın şekilde kullanımı sağlanacaktır.

2. Eğitimin İşgücü Talebine Duyarlılığının Artırılması
Eğitimin işgücü talebine duyarlılığının artırılması ve işgücü piyasasında talep edilen nitelik ve nicelikte insan gücünün yetiştirilmesi temel amaçtır. Bu çerçevede;
i) Hayat Boyu Öğrenme Stratejisi etkili bir şekilde uygulanacaktır.
ii) Ortaöğretim ve yükseköğretim sistemi ile işgücü piyasası arasındaki uyum artırılacaktır.
iii) Mesleki okulların müfredatlarının mesleki standartlarla uyumlaştırma”
çalışmaları başlatılacaktır.



7 Ocak 2021 Perşembe

Yeni Güvenlik ve Baskı Politikaları




ÖZET

Güvenlik kavramı ekseninde gelişen politikalar ve bu politikaların çeşitliliğini ortaya koyarak emek güçlerinin karşı karşıya olduğu uygulamaların alanını ve arka planını görünür kılmak, birbirleriyle olan ilişkilerini tanımlamaktır. Açık-gizli cezaevleri, terörle mücadele yasaları, karşı-istihbarat merkezleri, göçmen ve mülteci politikaları, atmosferin ve uzayın silahlandırılmasının emperyalist kapitalist sisteminin yeniden üretim mekanizmasının bütünlük bir uygulayıcı olduğunu ortaya koymaktır.


İÇİNDEKİLER

I- “YENİ GÜVENLİK VE BASKI POLİTİKALARI”NIN MADDİ TEMELİ

1- Emperyalist-kapitalist sistemin Krizi
    
     1.1 - Genel Eğilim
     1.2 - Temel güç olarak ABD Hegemonyası

2- 21.YY Hazırlık
    2.1 SSCB’nin Yıkılmasında 11 Eylül 2000’e
    2.2 11 Eylül 2000 Sonrası


II- “YENİ GÜVENLİK VE BASKI  POLİTİKALARI”

1-      ÇAĞDAŞ ÇALIŞMA KAMPLARI ( İŞYURTLARI)  VE TOPLAMA KAMPLARI ( YÜKSEK   
     GÜVENLİKLİ CEZAEVLERİ)

   1.a KÜRESELLEŞEN CEZAEVİ ENDÜSTRİSİ

   1.b KONTROL VE BASKI YÖNTEMLERİ, GİZLİ CEZAEVLERİ / GÖZALTI MERKEZLERİ

2- ULUSLARARASI “GÜVENLİK” AKADEMİLERİ
3- KARŞI-TERÖR İSTİHBARAT MERKEZLERİ
4- TERÖRLE MÜCADELE YASALARI
5- İADE VE GÖÇMENLERİN KONTROLÜ VE BASKI ALTINDA TUTULMALARI
6- İKLİMİN YÖNLENDİRİLMESİ SİLAHI: JEO-MÜHENDİSLİK
7- UZAYIN ASKERİLEŞTİRİLMESİ


YENİ GÜVENLİK VE BASKI POLİTİKALARININ MADDİ TEMELİ

1- Emperyalist-kapitalist sistemin Krizi

1.1 - Genel Eğilim

70’lerin başında kar oranlarının düşme eğilimi yasasının belirlediği kriz emperyalist kapitalist sistemi  sarsmaya başladı. Yeni sağ dalga özelleştirme ve esnek çalışma ile kar oranlarını yükseltme politikalarını uygulamaya soktu. Sosyalist Blok’un dağılmasından sonra dış Pazar etkisi ve iletişim ve borsa sistemleri ile bütün pazarların çok daha hızlı birbirine bağlanmaları kar oranlarını düşmesini frenleyici etki yapmaya devam etti.  Üretim bir yandan emek gücünün daha ucuz olduğu ortala emek yoğunluğunun düşük olduğu ülkelere kaymaya başladı. Emperyalist kapitalist ülkelerde ise bir önceki dönemin sosyal haklarına dönük saldırı başladı. Esnek çalışma sendikasızlaştırma politikaları eşlik eden kapatma ve karın tokluğuna çalıştırma politikası da bu sürecin organik bir bileşeni haline dönüştü.


1.2 - Temel güç olarak ABD Hegemonyası

"Lockheed Martin ve Northrop Grumman gibi yıkım ve şiddet araçları üreten, her şeyin imha edilmesine yardımcı olan şirketlerimiz var. Bechtel and Halliburton gibi kırıp döktüğümüz yerleri tamir eden, Blackwater and Vinnell Corp gibi ortalık kırılıp dökülürken insanları koruyan, yeni ürünleri ve alt yapı malzemelerini ülkemize girişini kolaylaştırmak için hükümetimizden sınırların ortadan kaldırılmasını isteyen şirketlerimiz var. Savaş ilan edilen ülkede alışveriş merkezleri kurulduğunu görmek isteyen şirketlerimiz var. İşgal edilen ülkedeki kaynakları oranın halkından çekilip alınması için sınırların ortadan kaldırılmasını isteyen büyük petrol şirketleri gibi şirketlerimiz var. İzleyicilerine verdikleri haberlerle ABD'nin başka ülkelere saldırmasına hizmet eden ABC, NBC, CBS, FOX, CNN gibi ticarileşmiş basın kuruluşlarımız var. 1 " (3 Ağustos 2005'te San Fransisco "Küresel İmparatorluğun Çöküşü ve Küresel Toplumu Yükselişi" konferansında 'Kar Getiren Savaş, Diğer bir adla Yağma Savaşı' başlıklı konuşmasında BRIAN J. FOLEY) diyerek ABD'nin sosyo-ekonomik yapısının 'askeri-sinai bir kompleks' olduğunu bir kez daha hatırlatarak amerikan ekonomisinin savaşsız ve korkusuz yapamayacağının altını çizdi. Yani ABD ekonomisi savaş üretiyor, savaşta ABD ekonomisini yeniden üretim döngüsü içine sokuyor. Amerikan cezaevlerinde Amerikan Ordusunun tüm lojistik ihtiyaçları yaptırılıyor. İçerde korku ve güvenlik ilişkisi ile güvenlik ve baskı politikaları meşrulaştırılıyor.

Bu mekanizmanın sürekliliği ve işleyişi ise Bütün alanları kapsayan hakimiyet stratejisi ile garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu anlayış Kara, deniz, Hava dışında atmosferin ( iklimin jeo-mühendislikle yönlendirilmesi ve silah olarak kullanılması)  ve atmosfer dışı uzayında askerileştirilmesini de kapsama alındığını ifade etmek için kullanılmıştır. İçerde ise Yurtseverlik yasası ile korku ve güvenlik stratejisi ( terörle mücadele, yüksek güvenlikli toplama kampları ve çalışma kampları, göçmen yasaları ve tutuklama merkezleri, ) oluşturulmuştur. Asimetrik savaşta yeni bir konsept geliştirilmiş, anti-islam, anti-uyuşturucu bahaneli politikalarla karşı istihbarat merkezleri, uluslar arası güvenlik akademeleri kurulmuş, gizli gözaltı merkezleri ve cezaevleri devreye sokulmuştur. 


ABD’nin “Bütün alanları kapsayan hakimiyet stratejisi” merkez ülke olduğu için diğer ülkeleride bu eksende konumlanmaya zorlamış ve bu hakimiyet stratesinden rahatsızlık duyan ülkeler kendi güvenlik politikalarını da deklre etmeye başlamışlar. AB’nin NATO dışında AB Ordusu arayışları, Rusya ile ilişkileri geliştirmek istemesi, Rusya Federasyo’nun toparlanması Putin Münih Güvenlik Konferansında çıkışı, Şanghay İşbirliği Örgütü, Bölgesel Askeri güç oluştuırma çabaları, Gürcistan İşgali, Çin düşürülen bir uçağı için ABD’yi özre zorlaması, kendisi kuşatmaya çalışan BAD’ye karşı Rusya ile işbirliği geliştirmesi, İran’ın Nükleer enerji geliştirmesi ve Uzaya uydu fırlatması ABD merlkezli strateji karşılık bölgesel pozisyon alma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

24 Nisan 2008 tarihinde 1950’lerden sonra ilk kez ABD Deniz kuvvetleri 4. Donanmasını Karayipler, Orta ve Güney Amerika’daki hareketlenmeleri izlemek üzere bölgeye gönderdi. Bu Latin Amerika Liderlerine Bolivaryan alternatif girişimi (FTAA’a karşı ALBA)’ne karşı bir uyarıydı.

“Dün kongrede konuşma yapan Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis C. Blair, terörizmden ziyade küresel ekonomik krizin dünya ülkelerinde yarattığı istikrarsızlık ortamının kısa vadede ABD için en büyük güvenlik tehdidi olduğunu dile getirdi.” Ayrıca “Ekonomik krizin bir-iki yıl daha sürmesi halinde olabileceklere yer veren istihbarat direktörü, 1920 ve 30’ların ardından “rejime tehdit oluşturabilecek istikrarsızlıklar” ve “şiddet ortamının” cereyan etmiş olduğunu anımsattı.” ((Washington Post, 13 Şubat 2009, ABD’nin Yeni Güvenlik Tehdidi: Mali Kriz.)

“Amerika derin devletinin krizi ve sosyal patlamaları önceden tahmin edip hazırlık yaptığı yolunda işaretler de var. Kısa zaman önce ülkenin birçok yöresinde gizli tutulan, etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş olan toplama kampları ortaya çıkarılmıştı. Bunların vatandaşlar tarafından çekilen fotoğrafları internet ortamında bile yer aldı.  Kimse anlayamamıştı o hazırlığın ne için olduğunu. 
Anladığım kadarıyla, o karmaşık ülkenin en iyi biçimde, yazar Naomi Wolf'un ortaya attığı kavram olan 'şok terapisi' ile yönetileceği hala daha Amerikan derin devletinin resmi ideolojisi halinde tutuluyor.
Bakalım yeni Başkan'ın derin devletin ideolojisini değiştirmeye gücü yetecek mi?.. Topluma şok terapileri uygulayanlar karar süreçlerinde etkili oluyorsa (ki Bush dönemi bunun için son derece uygundu) ekonomik krizin de bu boyutta patlaması/patlatılmasının planlanmış bir politika olduğunu düşünenler de çıkacaktır.
Kriz biçimindeki şok terapisinin sonucu sosyal patlama olacağı hesaplanıp toplama kampları da bu yüzden önceden inşa edilmiş olabilir.

Tüm bu nedenlerden dolayı ABD stratesinin temel başlıklarını ele alarak inceleyeceğiz.



2- 21.YY Hazırlık

2.1 SSCB’nin Yıkılmasında 11 Eylül 2000’e
İkinci paylaşım savaşı sonrasında SSCB'nin askeri tehditine karşı oluşturulan ve Avrupa’yıda NATO örgütlenmesi ile şemsiyesi altına alan "hiçbir üssü terk etmeme stratejisi" SSCB'nin yıkılmasından sonra yerini "çekilme ve yeniden yapılanma sürecine" bırakmıştır. Bu yeni stratejiye göre Güney Asya, Orta Doğu/Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ya da daha önce ABD üslerinin bulunmadığı Balkanlar ve Orta Asya gibi yerlerde de yeni bir düzenleme ile üsler kurmaya başlamıştır. ABD aynı anda iki savaşı yürütecek biçimde ordusunu yeniden konumlandırırken buna paralel biçimde "terörle sonsuz savaş" konseptiyle gayri nizami bir savaşıda gündemine almıştır.
SSCB ve Doğu Avrupadaki Sosyalist ülkelerin dağılmasından sonra NATO Konseyi’nin, 7-8 Kasım 1991 tarihli Roma Zirvesi’nde, ittifakın konsepti  yenilendi. “Yeni Stratejik Konsept” (The New Strategic Concept/NSC) olarak tanımlanan bu konseptin 5. maddesinde;
kırk yıldır NATO Paktı’nı tehdit eden komünist tehlikenin ortadan kalkmasına rağmen bütün sorunların çözümlendiği gibi bir ifadede bulunulmadı. Ancak yine de, NATO’nun hala gerekli olduğunu ve feshedil(e)meyeceğini vurguladılar. 

Yeni konseptin 8. maddesinde ( “Artık tek boyutlu tehlike yerine, çok-boyutlu, çok-sinsi, çok-cepheli, çok-yönlü, (abç/yn) önceden bilinme olasılığı son derece düşük tehdit ve tehlikeler söz konusu. Tabii bu durumda da, NATO’nun böylesi tehdit ve tehlikelere ayarlı olması gerekir” ) yeni düşman hiçbir yerde olmayan ama her yerde olacak biçimde yeniden tanımlandı.
NATO’nun kuruluşunun 50. yılına denk gelen NATO Konseyi toplantısı, 23-25 Nisan 1999 tarihinde Washington’da gerçekleştirildi. Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya gibi yeni üye ülkelerin de katıldığı 19 üyeli toplantıda; NATO’nun 21. Yüzyıl Konsepti denilen, yeni bir konsept belirlendi. NATO Stratejik Konsepti (The Alliance’s Strategic Concept/ASC) olarak tanımlanan bu belgede, “çok-boyutlu ve çok-cepheli tehditler”in sayısının arttığına dikkat çekilmiştir. Aslında "21.yy Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak" saptamasını yapan emperyalist güçler buna yönelik bir dizi hazırlık sürecini önlerine koydular.
Burada  Komünizm tehlikesine karşı konumlanıştan yeni tarihsel döneme geçiş sürecinde ABD ve AB arasında ortaya çıkan güvenlik politikaları farklılıklarını da değinmekte fayda var.
“1984’e kadar NATO ile uyumlu olduğu gözlenen BAB’ın, bu tarihten itibaren ayrı bir güvenlik kurumu olma amacıyla hareket ettiği dikkati çekmektedir. Özellikle 27 Ekim 1984 tarihli Roma Deklarasyonu’nda BAB’ın daha aktif bir misyon üstlenmesi ve  Avrupa dışındaki kriz bölgeleriyle de muhatap olması gerektiği vurgulanmıştır. Daha sonra 27 Ekim 1987’de Lahey Platformu’nda Kuzey Atlantik İttifakının “Avrupa Kanadı” olarak BAB’ın daha da güçlendirilmesi şartının ileri sürülmesi [4]  Avrupalı devletlerinin ayrı bir güvenlik kimliği oluşumuna gitme kararlılığını ortaya koymaktadır.  “
“1980’lerin ortalarında imzalanan ‘Avrupa Tek Senedi’[8] ile ilk kez ortak dış politika ve savunma sistemi fikrini ortaya atan Avrupalılar, 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht ve daha sonra imzalanan Amsterdam Antlaşmaları ile bu konudaki ciddiyetlerini ortaya koymuşlardır. İleride ortak bir savunma platformu oluşabileceği düşüncesiyle BAB, Avrupa Birliği’ne entegre edilmeye çalışılmıştır. Zira söz konusu dönem itibariyle 15 üyeli AB’nin katılımcı üyeleri BAB’ın dışındaydı. Ancak, AB üyesi ülkeler arasında genelde ortak dış politika, güvenlik ve savunma konularında tam bütünlük sağlanamaması, özelde ise Avrupa ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları BAB’ın, AB çatısına entegre edilememesine neden olmuştur..[9]
Maastricht Antlaşması’yla Atlantik İttifakında Avrupa kanadının güçlendirilmesi savı yinelenirken, sonrasında bir araya gelen AB ülkelerinin liderleri, BAB’a Avrupa savunmasının güçlendirilmesi açısından daha fazla önem verilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Ayrıca, 19 Haziran 1992 tarihli Petersburg Toplantısı’nda BAB’ın askeri misyonunu tanımlaması bakımından öne sürülen güvenlik maddeleri dikkat çekmektedir:
—İnsani yardım ve kurtarma operasyonları (humanitarian and rescue tasks)
—Barışın korunması (peacekeeping)
—Krizleri önlemek için müdahale kuvvetlerinin oluşturulması
—Barış yapma (peacemaking).[10]
1997 yılındaki Amsterdam Antlaşmasıyla  Petersberg Görevleri’nin Avrupa Birliği’nin ortak güvenlik ve savunma politikası kapsamında değerlendirilmesi, Avrupa’nın bürünmek istediği yeni kimliğine katkıda bulunmuştur.”
AB bu yönelimine rağmen Bosna ve Kosova’da ortaya çıkan yeni durumlara karşı pozisyon alamadığı için NATO olmadan henüz bir şey yapamayacağını görmüş oldu. 
1999 Köln ve Helsinki zirvelerinde Ab farklı bir askeri güç oluşturma arayışı devam etmiş. Köl zirvesinde Rusya ile ilişkilerde geliştirilmiştir.

1999 Helsinki Zirvesi’nden bir yıl sonra gerçekleşen Feira ve Nice Zirveleri de Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK)’nin şekillenmesinde katkıda bulunması ve AB güvenliğinin kurumsallaştırılması açısından ayrı bir önem teşkil etmektedir.  


2.2 11 Eylül 2000 Sonrası

11 Eylül 2001'den sonra geliştirilen "Önleyici saldırı" ve "teröre karşı sonsuz savaş" anlayışı yeni dönem saldırı politikasının bir ayağının Afganistan, Irak, iran, Kore Demokratik cumhuriyeti Suriye vs. gibi  "uyumsuz devletler" diğer ayağınında mevcut sisteme karşı çıkan silahlı- silahsız bütün alternatif hareketler olacağını göstermektedir. “Uyuşturucuya karşı savaş” hem ABD içinde Hem de Afrika Asya Latin Amerika Halklarına karşı kullanılan bir argüman olacaktır. 

11 Eylül saldırıları ile girilen yeni dönemde kuvvetler ayrılığına dayandığı ileri sürülen “burjuva demokrasisi” tüm maskesini çıkararak yürütmenin hiçbir pratiğini saklama gereği duymadığı büyük bir pervasızlıkla uyguladığı "teröre karşı sonsuz savaş" stratejisinin dört temel öğesi öne çıkıyor.


21 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen AB Konseyi’nin olağanüstü toplantısında ortak dış politika ve güvenlik politikasının gereksinimlerine ilişkin eksikliklerin tamamlanması ve operasyon kabiliyetine sahip bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının (AGSP) oluşturulması yönündeki irade ortaya konmuştur. Netice itibariyle, AB Konseyi tarafından bu politika resmen onaylanmıştır. Açık bir şekilde görülmektedir ki, 11 Eylül saldırılarının kıta Avrupa’sındaki izdüşümü, AB Konseyi’nin ortak dış politika ve güvenlik politikaları geliştirme bağlamında tetikleyici bir misyon üstlenmiştir.

90'larda Francis Fukuyama tarafından,  kaleme alınan "Tarihin Sonu ve Son İnsan" ilerlemenin sonuna gelindiğini söyleyerek "bati liberal demokrasilerinin" evrensel karakterini ilan etmişti.  Aslında gerçek ilişkileri gizlemenin önemli bir aracı olan  bu "ilerleme" mitinin altında neler yatmaktadır? sanırım biraz üstünü kazımakta fayda var. 


Francis Fukuyama'nın 11 Eylül 2001 de pentagona ve ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra kaleme aldığı "Hedefleri: Modern Dünya" ( Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002) başlıklı yazısında 10 yıl önceki çalışmasına gönderme yaparak sonu gelen tarihin(2) artık insan toplumunun farklı yönetim biçimlerine doğru evriminin durduğunu artık ilerlemediğini ve kendini gerici güçlere - islami faşistler- karşı savunma aşmasına geçtiğini söylüyor. tarihin mantığı ilerleme yönünde değil; yatay genişleme yönünde akmaktadır. Bunu da kapitalizm ve demokrasi arasındaki ilişkiye yada modern demokrasinin hristiyanlığın evrensel insan eşitliği doktrininin laik bir versiyonu olmasına dayandırmaktadır..( Newsweek, Özel sayı, Terörizm, Sayı:2002) Bu tez uçaklamanın ilk günlerinde Bush'un ağzından çıkan haçlı seferleri benzetmesi, yine "medeniyetler çatışması" tezi ile de paralellik taşımaktaydı. Yani asil olarak dinamik yasam surecinin diyalektiğinin ustu örtülü biçimde kabulüydü.sınıflar gerçeğinin belirlediği emperyalizm ve sömürgecilik ilişkilerinin yeni bir biçim altında yeniden üretileceğinin kabulü anlamına geliyordu. sonsuz barış donemi barutunu çok çabuk tüketmiş hiç kimsenin düşman olmadığı ve herkesin düşman olduğu ne zaman biteceği belirsiz Sonsuz Savaş dönemine girilmişti.





“Güvenlik” ve “korku” kavram ikilisi bu sürecin hegomonik ikişkisini tanımlatan kavram çifti olarak karşımıza çıkmaktadır. 1

“Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı” olarak tanımlanan korkuyu oluşturup, “Devlet olarak örgütlenen bir toplumun düzen ve güvenirlik içinde bulunması durumu.” Olarak tanımlan güvenlik ile bu durumu bertaraf etme politakı oluşturulmaktadır. Korku yaratılıp güvenlik ihtiyaç halinde sürekli üretilen bir mekanizmaya dönüştürülmektedir.


ABD’de merkezli başlayan ve domino taşı etkisi ile dünyayı saran bu konsept değişik bölgeler ve ülkelerde nasıl uygulama alanları bulmuştur.

Yani asil olarak Seatle'la başlayan süreç giderek yükselmiş ve 2001 1 Mayıs'ın öngünlerinde Quebec'te zirveye çıkmıştır. ”öncelikle Emperyalist zincirin zayıf halkalarında kendini hissettiren kriz sermayenin ulus-üstü entegrasyonu sonucu giderek diğer halkaları da kapsayarak merkeze doğru genişlemiş ve 2000 yılı basları dan itibaren de küresel ölçekte kriz olarak anılmaya başlamıştır. Krizle yasama anlayışı olarak "Kriz Yönetimi" anlayışını geliştiren emperyalizm tarihsel deneyimlerinden çıkardığı derslerle yeni sürecin temel politikasının ilk nüvelerini 2000 yılı yaz aylarında başlayan yeni kontra saldırıları ile ortaya koymuştur. Arjantin, El Salvador Guatemala vs gibi Latin Amerika ülkelerinde yeniden başlayan kontrgerilla operasyonları, sistemi radikal tarzda zorlayan FARC ve ELN’ ye karşı Kolombiya Planı’nın devreye sokulması ve ABD'de petrol, ilaç ve silah tekellerinin olağan üstü desteği ile "Amerikan rüyasına" gölge düşüren seçim entrikaları ile BUSH’ un başkan seçilmesi ve ardından Irak’ı yeniden bombalanması parçaların giderek birleşmesini sağlıyordu. Tam bu süreçte CIA dünyanın yeni sıcak çatışma bölgelerini içeren bir raporu kamuoyuna açıkladı. İsrail vahşi bir tarzda Filistin halkına karşı saldırıya geçti. Türkiye’de devlet 20 cezaevini birden  saldırarak  esi görülmemiş bir operasyona yöneldi. Afrika’da Kongo demokratik cumhuriyeti devlet başkanına suikast düzenlendi. Kolombiya ABD askerlerinin eğitimleri altında yeni ölüm mangaları ile dolduruldu. Amerikan askerleri sessiz sedasız dünyanın her yerine yerleştirilmeye başladı. Guatemala ve El Salvador topraklarını ABD ordusuna açmış, merkez Asya’da, balkanlarda yeni üsler kurulmuş, Nikaragua'ya asker gönderilmiş vs. Su an itibariyle 59 ülkede Amerikan Üssü vardır.80 kusur ülkede de ABD asker bulundurmaktadır.




















II - “YENİ GÜVENLİK VE BASKI  POLİTİKALARI”


1 - Çağdaş çalışma kampları ( İşyurtları)  ve toplama kampları ( Yüksek güvenlikli cezaevleri)

İnsan hakları kuruluşları, insanlık dışı sömürü anlayışının yeni bir versiyonu olarak niteledikleri, ABD’de siyahi ve Latin kökenlilerin çoğunluğu oluşturduğu iki milyona varan tutuklunun, çeşitli endüstriyel kuruluşlar için boğaz tokluğuna çalıştırılmasını şiddetle kınıyor. Hapishane endüstrisine yatırım yapmış büyük sermaye sahipleri için ise bu durum altın madeni bulmak gibi. Ne de olsa grevler, işsizlik sigortası, yıllık izin ödemeleri vb. şeyler için endişelenmelerine gerek yok. Bütün çalışanları tam zamanlı çalışıyor ve işe asla geç kalmıyor ya da ailevi sebeplerden dolayı işe gelmezlik etmiyorlar. Her şeyin ötesinde işçiler saatine 25 cent almayı yeterli bulmadıkları ve çalışmayı reddettikleri zaman izolasyon hücrelerine konarak cezalandırılıyorlar.
ABD’de ülke genelindeki devlet, eyalet ve özel hapishanelerde yaklaşık iki milyon mahkum bulunuyor. California Prison Focus dergisi, insanlık tarihinde bu kadar çok vatandaşını hapseden başka bir toplum daha olmadığını yazmıştı. İstatistiklere göre, ABD başka herhangi bir ülkeden çok daha fazla insanını hapsetmiş durumda. ABD, dünya nüfusunun %5’ine sahip ama hapishanelerindeki insan sayısı dünya genelindeki hapishane nüfusunun %25’i. 1972’de 300 binden az olan mahkum sayısı, 2000 yılı itibarıyla iki milyona ulaşmış durumda. 10 sene öncesinde ülkede 2000 kişinin tutuklu bulunduğu sadece beş özel hapishane varken, şimdi 62 bin mahkumun tutulduğu 200 özel hapishane var. Raporlara göre, önümüzdeki 10 yılda özel hapishanelerdeki mahkum sayısı 360 bini bulacak.

Türkiye'de Mahkum Emeğinin Yeni Dönemi

Türkiye'de mahkum çalıştırmanın yoğunlaştırılmasına ilişkin bir politikanın başlangıcı 1997'de çıkarılan 4301 sayılı Yasaya dayanır. Bu yasa ile, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu kurulmuştur. Ne var ki, bu yasa o dönemde F Tipi cezaevleri tartışmasının gölgesinde kalmış ve yasanın Türkiye'deki cezaevi reformu bakımından taşıdığı önem, hak ettiği ilgiyi bulamamıştır. Oysa, İşyurtları Kurumunun kuruluşu da, F Tipi cezaevlerinin kuruluşu gibi, Türkiye'deki cezaevi reformunun öğelerinden biridir, aralarında yakın bir ilişki vardır: Yüksek güvenlikli cezaevlerinin 4301 sayılı Yasa ile Adalet Bakanlığına yaratılan yeni kaynaklardan finanse edildiği, 16.6.2000 tarihinde dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdür Yardımcısı Yılmaz Sağlam tarafından açıklanmıştır. (12)

4301 sayılı Yasanın ceza ve tutukevlerinde açılmasını öngördüğü işyurtları ile hapishanelerdeki çalışma alanı genişletilmiştir. Bu yasadan önce Türkiye'de mahkumlar sadece açık cezaevlerinde çalıştırılmaktadır. (13) 4301 sayılı Yasa ise, açık cezaevlerinin yanında, kapalı cezaevleri, çocuk ıslahevleri ve tutukevlerinde de işyurtlarının kuruluşunu öngörmüştür. Diğer yandan, bu Yasa ile Adalet Bakanlığına kaynak yaratılmıştır: İşyurtları Kurumu bütçesinden Adalet Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı ile bağlı kuruluşlarının bina alım, inşa, onarım, demirbaş, araç, gereç ve sair her türlü ihtiyaçlarına harcama yapılabilecek, işyurtlarının özgelirlerinin enaz % 90'ı ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin ihtiyacı için ayrılacaktır (m. 7). Kısacası, mahkumların emekleriyle yarattıkları gelirlerin büyük kısmı ile hapishanelerin finansmanı sağlanacak ve yeni hapishaneler yapılacaktır. Bu kısır döngüye Türkiye de girmiştir.

4301 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği Ağustos 1997'den itibaren, Türkiye hapishanelerindeki istihdam oranı yıldan yıla artmıştır: 1997-2002 arasında, cezaevi işyurtlarında çalıştırılan hükümlü ve tutuklu sayısı şöyledir: 1997'de 3.214, 1998'de 9.381, 1999'da 12.751, 2000'de 11.427, 2001'de 19.050, 2002'de 24.789. 2002 yılında, Türkiye'de toplam hükümlü ve tutuklu sayısı ise, 59.187'dir. (14) Demek ki, 2002 yılında çalıştırılan hükümlü ve tutuklu oranı % 41.8'dir. Bu yüksek oran, 4301 sayılı Yasanın hızlı bir biçimde amacına ulaştığını göstermektedir.

Mahkumlara ödenen gündelikler ise çok düşüktür ve asgari ücretin altındadır: İşyurtlarında çalışan mahkumların 2000 yılındaki gündelikleri 2 milyon TL'dir, bunun 800.000 TL'si yiyecek bedeli olarak kesilmiştir. (15


“Biz bu proje kapsamında İşyurtları Kurumu ile anlaşma yaptık. Bizim direk muhatabımız o kurumdur. Biz onlara, devletin belirlediği bir resmi ücret var ve onu ödüyoruz.  Günlük ücret 5.25 YTL. Biz çalışan başına bu rakamı kuruma ödüyoruz… ayrıca sigortalarını da ödüyoruz. Ama sigorta dışarıdakinden farklı. Mahkumlar için emeklilikik sigortası olmuyor, sağlık sigortası var. Dışarıdaki birinci dereceden akrabaları bu sigortadan yararlanabiliyor. Mesai saatleri sabah 8.30 akşam 17.30.

YENİ TEKLİFLER VAR AMA BEKLEMEDEYİZ
 
- Başka cezaevlerinden de teklif geliyor mu?
 
Evet geliyor tabii. Ama Türkiye'nin şartları, piyasanın şartları bizi nereye götürür bilemiyoruz. Onun için Mardin Midyat'da 70-80 kişilik gruba iş verdikten sonra tekrar bir gruba iş verebilir miyiz, veremez miyiz, piyasa bizi nereye götürür, bunları düşünüyoruz açıkçası. Yoksa yer olarak yer var. Teklifler var, hazır.
 
- Nereden mesela?
 
Mesela Kartal Cezaevi'nden talep var. Maltepe Cezaevi'ne taşındıktan sonra çalışmak isteyen 200-250 kişiyi orada bırakıp bir proje yapmak istiyorlar. Bu bizim iş kolu da olabilir başka iş kolu da olabilir.

Sonuçta teklif var. Tabii bizim düşüncemiz de var ama soru işaretleri de var. Günümüz koşulları, Mardin'de 80 kişi çalışıyor olacak, aynı şeyi Kartal'da da yapabilir miyiz yapamaz mıyız gibi konuları devamlı düşünüyoruz. Şu anda beklemedeyiz.”
Son yıllarda hemen hemen her ülkede ceza infaz sistemi köklü biçimde değiştirilmekte, 'süper cezaevleri' ya da 'yüksek güvenlikli cezaevleri' inşa edilmektedir. Cezaevi inşa endüstrisi dünyada en hızlı büyüyen sektörlerden biridir ve bugün artık sadece bu yönü ile değil yoğun bir artı-emek sömürüsünün olduğu çağdaş kölelik sisteminin olmazsa olmaz parçalarından biri olması ile de öne çıkmıştır.






1.a KÜRESELLEŞEN CEZAEVİ ENDÜSTRİSİ

“Yaklaşık 20 yıldır dünya gündemine yavaş yavaş giren, son birkaç yılda ise küresel bir harekete dönüşen ceza reformunun çapı, bugün ceza politikaları alanında gerçekten de büyük bir dönüşümün yaşandığını söylemeye elverişlidir. Bu dönüşüm, yaygın idam ve yasal işkencede somutlaşan bedensel cezanın yerini alan hapsetmenin, kapitalist cezalandırma anlayışını biçimlendirerek hapishane sisteminin dünyada yerleştiği 19. yüzyıl başlarından bu yana, ceza anlayışındaki en büyük dönüşümü temsil ediyor. Bugünkü dönüşümün anahtar teması ise, "kamu-özel ortaklığı"dır (public-private partnership). Bu kavram, özel sektörün ceza reformuna ilgisinin nedenini de açıklar.” ( Ceza Reformunun Görünmeyen Yüzü Hapishanelerde Zorla Çalıştırma, Prof. Dr. Yasemin Özdek - 10 Mayıs 2007)

1970'lerde patlayan dünya ekonomik krizi arkasından ABD'de Reagan döneminde başlatılan "Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programı", ABD'yi izleyen devletler için de model oluşturmuş, özel şirketler mahpus emeğini kullanmaya başlamıştır. (4) Örneğin, Yeni Zelanda'da özel sektörün hapishane sistemine katılımını maksimize etmek amacıyla 1996'da yeni bir Mahpus İstihdamı Politikası başlatılmış, 1998'e gelindiğinde 20'nin üzerinde özel şirket bu ülkede mahpus istihdamına katılmıştır. 1999'da mahpusların % 70'i istihdam edilmektedir. (5) Yeni Zelanda'da işveren ile hapishane yönetimi arasında yapılan sözleşmeye göre mahpuslara ödenmesi gereken ücretin yarısı masraflar için hapishane yönetimine aktarılmakta, geriye kalan yarısı ise bankada biriktirilerek serbest kaldığında mahpusa verilmektedir. (6) Yeni Zelanda'ya ilişkin bu model, gerçekte ABD modelidir ve birçok başka ülkede de aynen uygulanmaktadır. Yasalar genellikle mahpusun çalışması karşılığında asgari ücret ödenmesini öngörmektedir, ancak bu asgari ücretin ödenmediğine ilişkin haberler de o kadar çoktur. Örneğin, İngiltere'de mahpusların günde 1 pounddan az kazandığına ilişkin haberlere sıklıkla rastlanır. 


HAPİSHANE NUFÜSÜNÜN ARTIŞI

Mahpus emeğinin kullanılmasındaki yoğunlaşmayı, hapishane nüfusundaki artış ile birlikte düşünmek gerekir. Bugün bütün dünyada hapishane nüfusu artış eğilimindedir. Bazı Avrupa ülkelerinden birkaç rakam aktarmakla yetinelim: 1999-2003 arasında hapishane nüfusunun artış oranı, Hollanda'da % 34.2, Finlandiya'da % 31, İsveç'te % 22.1, İzlanda'da % 14.8, İtalya'da % 13.9, Norveç'te % 9.4'tür. (10) Hapishane nüfusu yükselirken, mahkumların çalışmaya zorlanması da "mahkumlara meslek öğretip iş ve gelir sağlamak, atıl kapasiteyi çalıştırmak" amaçlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır, ama nedense hapishanedeki istihdam alanının dışarıda açılması gibi bir amaç ortada yoktur. Oysa, bugünkü kitlesel hapsetme, kitlesel yoksullaştırma ile doğrudan bağlantılıdır, tıpkı kapitalizmin doğuş sürecinde olduğu gibi. İstatistikler de ekonomik kriz dönemlerinde hapishane nüfusunun arttığını, refah dönemlerinde hapishanelerin boşaldığını ortaya koymaktadır. (11)

















NİÇİN FAZLA NUFÜS?

İnsan Hakları İzleme Örgütü 2002 raporuna göre ABD’de 20.000 tutuklu ve hükümlünün tutulduğu her  eyalette en az bir yüksek teknoloji ile donamış yüksek güvenlikli cezaevi vardır. Tutuklular bura aylarca yıllarca tutulurlar.

İnsan hakları örgütleri, sosyal ve politik örgütler ABD gayri insani yeni sömürü biçimlerini kınamaktadırlar. Çoğu siyah ve hispanik kökenli olan yaklaşın 2 milyon cezaevi nüfusu Cezaevi endüstrisine yatırım yapan tiranlar altın madeni bulmuş gibiler.  Tiranlar grevle ilgili herhangi bir kaygı taşımıyorlar, ücret ödeyecekler mi, sigortalar ödenecek mi?  düşünmeyecekler. Tam gün çalışıyorlar, işe geç kalma derdi yok, aile sorunları yok. Daha fazlası var. Saat ücreti 25 cent ten hoşlanmayıp çalışmayı reddederlerse onları tecrit hücrelerine atabilirsiniz.
Özel cezaevleri cezaevi sanayi kompleksi içinde en büyük iş alanını oluşturmaktadır. 27 eyalette 10.000 tutuklu olan yaklaşık 18 şirket var. Bu alanın % 75 ini iki şirket kontrol etmektedir: Correctional Corporation of America (CCA) ve Wackenhut
1996 yılıda Cliton tarafından onaylanan bir yasa ile eyaletler arasında tutuklu değiş tokuşu yapılabilir hale geldi. 1998 yılında Atlantik Montly’de yayınlanan bir makalede bu programın Merrill-Lynch, Shearson-Lehman, American Express and Allstate yatırım şirketleri tarafından desteklendiği yazmaktadır.  Teksas eyaletinin tümünde uygulanmaya başlamış ve diğer eyaletlerden yer bakılmaya başlanmıştır. Ücret günlük yatak başına 2,5 ile 5 dolar arasında değişmektedir. Bu işlem “kiralık hücre” olarak adlandırılmaktadır. 
125.000 federal hükümlünün % 90’nı şiddet içermeyen suçlardan dolayı içerdeler. Topşam 623.000 hükümlünün yarısından fazlasının kendilerine istinat edilen suçları işlemedikleri düşünülmektedir. Bunların çoğu mahkemeye çıkmayı beklemektedir.  2 milyonluk cezaevi nufusunun % 60 psikolojik sorunları çekmektedir.  ( The prison industry in the United States: big business or a new form of slavery?, Vicky Pelaez, Global Research, 10 MART 2008
El Diario-La Prensa, New York )

1990’lar cezaevinde olanların sayısında giderek artan bir eğilim içine girdi ve Dünyadaki cezaevi nufusunun dörtte birine yakının ABD tek başına oluşturmaya başladı. Hapishane endüstrisi, ABD’de en hızlı büyüyen endüstrilerden biri ve yatırımcıları da Wall Street’ten. Bu milyonlarca dolarlık endüstri kendi ticari sergilerine, kongrelerine, internet sitelerine, e-posta kataloglarına ve benzeri unsurlara sahip. 
Left Business Observer dergisine göre devlet hapishaneleri; askeri başlık, kurşun geçirmez yelek, giyecek, çadır, kimlik kartları gibi askeri mühimmatın %100’ünü üretiyor. Bununla birlikte hapishanelerde boya, fırça, fırınlama sistemleri, ev eşyaları, ses ekipmanları, ofis mobilyaları, uçak ek parçaları, tıbbi ilaçlar üretiliyor ve piyasadaki montajlama talebinin neredeyse tamamı buralarda karşılanıyor; hatta hapishanelerde âmâlar için yardımcı köpekler bile yetiştiriliyor. 



CEZAEVLERİNİN DEMOGRAFİSİ


Farklı toplumsal kesimlerin nüfusa oranları ile cezaevinde bulunma oranlarının karşılaştırılması.

ABD nüfusun % 12’sini oluşturan siyahlar cezaevi nüfusunun % 40’nı oluşturmaktadırlar.
Sanayi bölgeleri ve cezaevleri komplekslerinin yakın inşa edilmesi.
Yeni Zelanda Maoriler toplam nüfusun % 15’ini oluştururken hapishane nüfusunun % 50’sini oluşturmaktadır.
Türkiye’de yaklaşık 5000 civarındaki politik tutuklunun 4000 fazlası Kürt tutuklulardan oluşmaktadır.

1.b KONTROL VE BASKI YÖNTEMLERİ

“Yeni güvenlik politikaları vatandaşların polis tarafından özel izleme ve kontrol yöntemleriyle aşırı derecede kontrol edilmesini empoze etmekte ve bunun vatandaşların bilinçlerinde meşrulaşmasını istemektedir. Kameralar, küçük kameralar, kapalı devreler, biyometrik veriler, DNA, mikroçipler, özel bilezikler, elektronik izleme ve konrol vb. gibi alet ve yöntemler, zaten her zaman geniş bir şekilde bulunan polis kuvvetlerine daha büyük bir otorite ve özel ekipmanla eklenmekte. Bu özel ekipmanların kullanımı ve kötü kullanımı da sistemin yargı organlarınca dokunulamaz halde. “(Baskı ve Güvenlik Politikalarına Karşı Ağ Toplantısı Raporu, 23-25 Eylül Tarihleri arasında İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde Yapılan ASF Hazırlık Toplantısı)
Aynı zamanda da yasal olarak Avrupa’daki en büyük kişisel bilgi bankasını (Schengen Bilgi Sistemleri) ve sınırlar arası kontrol sistemlerinin (sınır geçme, uluslararası toplantılar, gösteriler vb.)en gelişmişini yaratmış oluyor.

ECHELON  beş devlet ( Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve ABD ) arasında imzalanan güvenlik anlaşmasına istinaden tüm iletişim araçlarını belirgin istihbarat tanımı ile tanımlayan küresel medyadan  genel kültüre kadar geniş bir alanı tarayan bir kontrol sistemidir.
SSCB ve müttefiklerine karşı 60’ların başlarında oluşturulmuş olan bu sistemin bugün teröre suyuştutucu kaçakçılığı, terörle mücadelepolitik ve diplomatik istihbarat alanında kullanıldığı biliniyor. Bu sistemin geniş ölçekli ticari hırsızlıklarda da kullanıldığı biliniyor.
İngiliz gazeteci Duncan Campbell ve Yeni Zelandalı gazeteci Nicky Hager 1990’larda ABD’nin ECHLON trafini askeri ve diplomatik amaçlar için kullandığını ortaya çıkardı.
Alman Firmarı Enercon tarafında üretilen Havasız rüzgar tribünü teknolojisi, Belçika firması Lernout&Hauspie tarafından geliştirileb komuşma teknolojisi çalındı. Suadi arabistanın Airbus ile 1994 yaptığı anlaşma için AİRBUS yetkililerinin rüşvet verdiğinin bilgisinin sızdırılması üğzeriene Airbus 6 milyar dolar kaybetti. 
2001 yılında Avrupa Parlementosu bastığı  bir raporunda resmi olarak deklere edildi.
James Bamford  tarafında yazılan  ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı kitabının yazarı tarfından hazırlandı. Belirgin İstihbarat toplama Sisteminin adı olduğu ortaya çıktı. Telefon, fax, e-posta, uydu haberleşmesi, kamu telefon şebekeleri, ve mikrodalga hatlarının tamamını kontrol eden bir sitemdir.
Avrupa parlementosunun raporunu göre ECHOLON şebekesinin olduğu kanıtlanan yer istasyonları aşağıdadır. ( Sayfa 54)
İlişkili olduğu düşünülen istasyonlar ( Sayfa 57)
1.b.1 GİZLİ GÖZALTI MERKEZLERİ VE CEZAEVLERİ

İçinde AB ülkelerininde olduğu dünyanın her yerine dağılmış bulunan gizli cezaevleri ise herhangi bir ülkede gözaltına alındığınızda sizin nerede olduğunuzu yakınlarınız dahil olmak üzere hiç kimsenin bilmeyeceği anlamına geliyor. Bu cezaevleri asıl olarak terör örgütü yöneticiliği yapanlar için tasarlandı. Bulundukları ülkelerdeki resmi hükümetlerin bile haberi olmayan bu "merkezler" gizli servisler arasındaki ilişkiler ile yürütülüyor.

Human Rights Watchc 2005’te CİA'in Doğu Avrupa'da dahil olmak üzere sekiz ülkede gizli cezaevleri olduğuna dair ellerinde çok güçlü kanıtlar olduğunu, bunları kanıtlamak içinde "CİA'nin tutukluları Afganistan dışına naklettiği uçuş kayıtlarının ellerinde olduğunu" kamuoyuna açıkladı. HRW Washington Koordinatörü Tom Malinowski "Polonya'da ve Romanya'da bu cezaevlerinin olduğuna dair çok güvenilir kaynaklara sahip olduklarını, Romanya ve Polonya'nın gizli tutuklama merkezleri kurması için CİA'e onay verdiklerini" söyledi. Sorunun kamuoyuna yansımasından sonra AB hava sahası içinde İspanya, Norveç, Türkiye, Rusya ve Danimarka'nında bu nakiller sırasında kullanıldığı kamuoyuna yansıdı. Türkiye'den kalkan uçağın burada terör suçlamasıyla gözaltına alınan insanları taşıdığı bilgisi basına sızdı. İngiltere'ninde Yunanistan'da Pakistan uyruklu insanları sorgulamak için işkence içeren yöntemler kullandığı yine basında yer aldı.
CİA'nin yorum yapmayı reddetmesine rağmen, Bush'un ulusal güvenlik danışmanlarından Stephen Hadley yaptığı açıklamada " sahip olduğumuz değerlerle tutarlılık içinde ülkemizi terör saldırılarına karşı savunmak ve teröre karşı savaşı kazanmak için elimizden gelen herşeyi yapıyoruz." dedi. 


İnsan hakları gruplarından Uluslararası Kızıl Haç Örgütü ABD ordu soruşturmalarında, CİA'nin Afganistan'da "hayalet tutuklular" olarak adlandırılan insanların tutuklanma yöntemini uzun zamandan beri eleştiriyordu.

Afganistan Bargam Hava üssü, Hint Okyanusu San Diego Uçak gemisi, Guantanamo, Eski Ebu Garip yeni Irak Merkezi Cezaevi

Guantanamo ve diğer yerlerde tutulan insanlar için “düşman savaşçı” tanımı getirip uluslararası savaş hukuku kurallarına uymamanın önünü açan ABD uzun süreli tutukluluk hali içinde “düşman savaşçıların” kendilerine karşı savaştan uzak tutulmaları olarak gerekçelendirmektedir.  “Düşman savaşçı”, “Hayalet tutuklu” tanımları mevcut devletlere “olağanüstü nakil” olarak tanımlanan tutukluların işkencenin yasak olmadığı başka bir ülkeye nakledilmesi olanağı vermektedir.
İngiliz savunma Bakanı John Hutton 27 Şubat 2009 tarihinde Avam kamarasında yaptığı açıklamada Irak’ta 2003 yılında İngiliz güçleri tarafından ele geçirilen iki Pakistan’lının ABD’li yetkililere teslim edildiğini ve ardından bu kişilerin Afganistan’a götürüldüklerini resmen kabul etti.
Clıve Stafford Smith,  yakın dönemdeki resmi verilere göre ABD şu an dünyanın dört bir yanında 27,000 kişiyi hapis tutulduğunu, bunun toplam tutukluların  %99'unun Guantanamo Körfezi'nde olmadıkları anlamına geldiğini söylüyor. Şu an bu insanlar Afganistan Bargam Üssünde, Cibutii'deki Lemonier Kampı, Hint Okyanusu'ndaki Diego Garcia,Lizbon’da fotoğraflanan 32 Adet Hapishane gemisi, Fas, Mısır ve Ürdün’deki Vekil hapishanelerde tutuluyorlar. Bir kısmu  Irak'a sevkedilen “hayalet tutuklular” denetimden kaçırılmak isteniyor. Bunun için Irak’ta cezaevleri yeniden düzenlendi. Ebu garip Cezaevi Irak Merkez Cezaevi olarak hizmet vermeye başladı.

 Clive Stafford Smith, Guantanamo'da tutulan 50'den fazla tutuklunun İngiliz avukatıdır. Smith, İngiltere idam cezasını erteleme yardımı girişiminin hukuki direktörüdür ve 20 yılı aşkın bir süredir idam cezasını bekleyen mahkûmları savunmaktadır. Smith, Eight O'Clock Ferry to the Windward Side: Seeking Justice in Guantanamo Bay (Rüzgârın Estiği Yöne Saat Sekiz Feribotu: Guantanamo Körfezi'nde Adalet Aramak) adlı eserin yazarıdır.  


2- ULUSLARARASI GÜVENLİK AKADEMİLERİ


ABD'de  Fort Benning, Georgia kurulu bulunan eski adı Amerikalar Okulu (School of America) olan ama kamuoyunda "Katiller Okulu" olarak bilinen  eğitimlerinde işkence ve infaz tekniklerinin öğretildiği Batı Yarıküresi Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (WHINSEC)'in kapatılmasından  sonra Uluslararası  Akademisi 1995 yılında Clinton döneminde kuruldu. 



Şu anda Budapeşte, Bangkok, Botswana, New Mexico'da ve El Salvador’da  beş tane Uluslararası Yürütme  Akademi’si birde Peru’da Eğitim Merkezi var. Resmi olarak uyuşturucu kaçakçılarına, para aklama çetelerine, organize suçlara, insan tacirlerine, yasadışı göç ve terörle mücadele için kurulduğu söylenen bu akademilerde polisler, yargıçlar, savcılar ve göçmen dairesi görevlileri eğitim görüyor.
Bu Uluslarası Yürütme Akademelerinin kapasiteleri bölgesel ölçekte hesaplandığı için seçilen ülkelerin hiçte sıradan ülkeler olmadığı görülecektir. Balkanlar ve Avrupa'da Budapeşte, Güney doğu Asya'da Bangkok, Sahra Altı Afrika'da Botswana ve Latin Amerika'da El Salvador.

Geçmişi Latin Amerika odaklı SOA olduğu için Latin Amerika El Salvador ve Peru üzerine biraz durmakta fayda var. Bu süreci izlerken 60’lar ve 70’lerin karşı-ayaklanma styratejisinin 2000’lerde nasıl bir biçim aldığını ve deneyimin kurumsal olarak nasıl uluslararalılaştığını görme şansına sahip olacağız.

2008 yılında ABD federal bütçesinden İLEA El Salvador ve Peru eğitim Merkezi için 16,5 milyon dolar ayrıldı. İnsanlığa karşı suçlamalardan korunaklı karşı-terörizm teknikleri konusunda 1500 hukuk uygulama görevlisi eğitilmektedir.
İLEA yetkililerine göre İLEA’nın El Salvador daki misyonu “”dış yatırımların güvenliğini sağlamak”, “bölgesel güvenlik ve ekonomik istikrar sağlamak” içim bölgesi yeniden dizayn etmektir.

İLEA görevlilerin çoğu Uyuşturucu Uygulama Ajansı ( DEA), Göçmen ve Gümrük uygulamaları (ICE) ve FBİ’dan gelmektedir. Eğitimlerde ayrıca özel güvenlik şirketleri Dyncorp İnternatiol ve Blak Water’de rol almaktadır.

El Salvador’lular İLEA SOA’nı polis için yeni bir biçimi olduğunu söylüyorlar.
Sadece 2006 yılında ölüm mangaları tarzı ile işlenmiş8 cinayet kayıtlara geçti. El Salvador İnsan Hakları Örgütü Salvador Ulusal Polis Teşkilatının ölüm mangaları ile olan ilişkisi üzerine bir rapor yayınladı.
ABD El Salvador’da önce İLEA’nın bir okulunu Kosta Rika’da açmak istitor. 2002 yılında İki hükümet arasında akulunaçılması için anlaşma imzalanıyır. Anlaşmanın kamuoyuna yansımasından sonra Kosta rika yurttaşları, emekçileri ve insan hakları eylemcilerinden oluşan geniş bir koalisyon anlaşmadan Kosta rika’nın çekilmesi için kampanyaya başladı.  Kampanya sonucu Kosta Rika hükümeti anlaşmadan çekilmek zorunda kaldı. ABD başka bir ülke aramak zorunda kaldı. El Salvadorda da sağcı milletvekillerinin oyları ile meclisten geçti. El Salvadorlu Sosyal Halk Bloğu aktivisti Guadalope Erazo bu kampanyanın İLEA’nın gayri insani doğasını ortaya çıkardığını söylüyor. 
Rice 2005 OAS toplantısında okulun kuruluşunu kamuoyuna açıkladıktan sonra Kolambiya, Dominik Cumhuriyet, ve El Salvadordan 36 öğrencinin katıldığı orhanize suçlar ve insan hakları kursu başladı. Bugüne kadar İLEA El Salvadorda 2005 temmuz 2007 temmuz arasına 791 öğrenci eğitimden geçti.
El Salvadorda FMLN sosyal hareketleri mobilize teme konusunda başarısız oluca 30 Kasım 2005’de El Salvador meclisinde 48 karşı oya 88 kabul oyuyla kabul edildi.

3- KARŞI-TERÖR İSTİHBARAT MERKEZLERİ


İstihbaratın ve gizli operasyonların dünya çapında birlikte yapılmasını sağlayacak olan yeni bir oluşum olarak ortaya çıkıyor. Amman'daki hotel bombalamalarında İsrail İstihbaratının bombalama yapılmadan önce oteldeki yahudileri Ürdün gizli servisi ile işbirliği içinde boşaltması bu uygulamanın kamuoyuna yansıyan örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. "Karşı-Terör İstihbarat Merkezleri" adı altında Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya'da organize edilen bu yeni işbirliği süreci teröre karşı ortak istihbarat faaliyeti yürütmek ve ortak operasyonlar düzenlemek anlamına geliyor. Bu yeni anlayışı 70'ler ve 80'lerdeki "Karşı-Ayaklanma Stratejisi" nin yeni sürece uygulanmasının bir ayağı olarak görmek gerekiyor.



1999 yılında CİA'nin dünyadaki bütün gizli servisleri için işine sokarak PKK lideri Abdullah Öcalan'ı kaçırırıp Türkiye'ye teslim etmesi yeni dönemin gizli servis faaliyetlerinin nasıl yürütüleceğine ilişkin ilk ip uçlarını ortaya koymuştu. Keza Venezüella'nın başkenti Caracas'ta Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri (FARC)'ın Uluslararası ilişkiler temsilcisi Rodrigo Granda, CİA-Kolombiya gizli servisinin Venezüella gizli sevisininden hükümetin bilgisi olmadan yardım almasıyla güpegündüz kaçırıldı. Yine FARC yöneticilerinden Simon Trinidad sağlık nedenleri ile bulunduğu Ekvator'un başkentinde CİA- Ekvator gizli servisinin işbirliği ile kaçırıldı. Önce Kolombiya götürüldü. Oradanda ABD'ye verildi. Şu anda bir Amerikan hapishanesindedir.

2005 Ekim ayında ABD ile Hindistan ordusu Hindistan Komunist Partisi(Maoist) önderlik ettiği ve giderek güçlenen halk hareketine karşı ortak önlemleri içeren "teröre karşı ortak bir tatbikat" yapmışlardı. ABD'nin Hindistan'da yaptığı bu hamleyi Çin görmekte geçikmedi. Şanghay İşbirliği Örgütünde gözlemci statüsünde olan Hindistan'ı ABD'ye kaptırmak istemeyen Mao'un ulusal kahraman olduğu Çin " Maocu ayaklanmanın bastırılması için Hindistan hükümetine yardım etmeye hazır olduğunu" açıkladı ve silah yardımı yapmaya başladı. Hindistan Rusya'dan 200 kişilik bir özel kuvvetin katıldığı ortak bir anti-terör tatbikatı yaptı.


ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı 'Sahra altı Terörist Tespit İnisyatifi' Nijer,Mali ve Çad bölgesinde özel birlikler eğitiyor. ABD Afrika kıtasındaki anti-terör operasyonlarını koordine etmek için Cibuti'de askeri bir merkez bulunduruyor.


FBI yöneticisi Robert Mueller 26 Ekimde Paraguay'ın başkenti Asuncion'da daimi FBI bürosu kurma hazırlıklarını kontrol etmek ve uluslararası suçlar, uyuşturucu trafiği ve insan ticaretiyle mücadele için güvenlik kuruluşlarıyla işbirliği yapmak üzere ülkeye geldi.


4- TERÖRLE MÜCADELE YASALARI


“Anti terör yasaları ise, yeni göz altına alma yöntemleri ve şüpheli tarzda adli argümanlar getiren yasaları hükümsüz kılarak, yerlerine maksimum cezalar, temel yasal ilkelerin karışık, belirsiz hale getirilmesi (suç ve ceza, masumiyet, sınırlandırma gibi kavramlar), prosedürle ilgili garantilerin ve temel hakların (fiziksel özgürlük ve diğerleri gibi) ortadan kaldırılmasını getirmektedir. Anti terör yasaları özel mahkemeler, özel cezalar, özel hapisaneler, siyasi tutuklulara-siyasal tercihleri ve inançları ile bulundukları eylemleri dolayısıyla tutuklananlar- özel muameleleri empoze etmektedir. “ (Baskı ve Güvenlik Politikalarına Karşı Ağ Toplantısı Raporu, 23-25 Eylül Tarihleri arasında İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde Yapılan ASF Hazırlık Toplantısı)
ABD yurtsever yasası esas alınarak birçok ülke düzenleme yaptı. 


İngilterede tartışılan yeni terörle mücadele yasası göz altına alınanları hiçbir suçlamada bulunmadan 90 gün gözaltında tutma yetkisinin polise verilmesini içeriyordu. Sert tartışmalardan sonra geri çekilen bu yasa önerisi Batı devletlerinin sahip olduğu anlayışı göz önüne sermektedir. Türkiye'de 90 günlük gözaltı süresinin 12 Eylül faşizmi döneminde uygulandığı düşünüldüğünde bu yeni yasa tasarılarını 'yeni faşist sürecin' bir parçası olarak görmek gerekiyor. Fransa’nın 50 yıl sonra Cezayir yasası olarak bilinen olağan üstü hali uygulaması sorunun sadece İngiltere ve ABD'ye ye ait bir sorun olmadığını göstermesi açısından da ilginçtir.

Filipinler yeni terör yasası ve gösterilere sıfır tolerans anlamına gelen "yetkinleştirilmiş önleyici cevap" stratejisi ile yeni dönem anlayışını en hızlı uygulayan ülkelerin başında gelmektedir. ABD Dış İşleri Bakanlığı terörizmle savaş konusunda gösterdiği işbirliğinden dolayı ödül olarak Endonezya ile askeri ilişkilerini yaniden kurmaya karar verdi. Bir milyondan fazla komünistin öldürüldüğü 1965'den beri katliamlar zincirini sürdüren Endonezya hükümeti Doğu Timor, Batı Papua ve Aceh'te katliamlarına devam etmiş yüzbinlerce insanın ölümüne ve yerinden yurdunda edilmesine neden olmuştur.
ABD 1991 yılında Doğu Timor'da yüzlerce insanın öldürülmesinden sonra Endonezya ile olan askeri ilişkilerini kesmişti.


Yine Avustralya yeni terör yasası ile bu sürecin aktif uygulayıcılarından biri olacağını gösterdi.
Barceleno'da yapılan AB-Akdeniz ülkeleri zirvesini yorumlayan İspanyol El Pais gaztesi "Terörizm tanımı üzerindeki tartışmanın zirvenin gündemine oturduğunu" yazarken Uluslararası Af Örgütü "AB'nin giderek terörizme karşı savaşa vurgu yaptığını ve Avrupa'ya olan yasadışı göcü bu yöntemlerle çözmek istediğin" söyledi.

Brezilya'da Kongre Komisyonu Topraksız İşçiler Hareketinin(MST)'nin yürüttüğü toprak işgalleri 'terör faaliyeti' olarak tanımlanmasını istedi.

2006 Eylül ayında El Salvador Hükümeti suyun özelleştirilmesine ve Entelektüel mülkiyet Hakları sözleşmesine ihlal ettikleri için işportacılar tutuklanmaya başladılar.

5- GERİ İADE ANLAŞMALARI, GÖÇMENLERİN KONTROLÜ VE BASKI   ALTINDA TUTULMALARI
“Bir İngiliz insani yardım kuruluşunun yayımladığı (Christian Aid) rapor ise 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın yani dünyadaki yedi kişiden birinin, küresel ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği uyarısında bulunuyor. 21′inci yüzyılda hızla artan göç dalgasına dikkat çeken yardım kuruluşu, “Çatışmalar, doğal felaketlerle barajlar ve madenler gibi büyük kalkınma projeleri yüzünden evlerini terk eden insanların sayısı şimdi bile şaşırtıcı bir artış eğilimindedir” açıklamasını yapıyor. Ekonomik krizler de küresel göçü tetikliyor. Uzun bir süredir küresel mali krizin de göçü artırdığı uyarısında bulunan uzmanlar, bugün işsizliği ve yoksulluğu körükleyen küresel mali krizin, önümüzdeki günlerde göçü tırmandıran faktörlerden biri olarak karşımıza çıkacağını söylüyor.”
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Raporu, Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Emniyet Genel Müdürlüğü, Dünya Bankası (DB) ve Ekonomik İşbirliği Kalkınma Örgütü (OECD) verileri ile ilgili kurum ve kuruluşların yetkililerinin demeçlerinden yararlanarak hazırlanmıştır.
AB 2003 Haziran ayında Selanik’te yapılan zirvesinde Siyasi mültecilerin iadeleri ve başvuruları netleşene kadar Avrupa dışındaki ülkelerde kurulacak olan kamplarda tutulmaları perpspektif olarak kabul edildi.
“Brüksel’de toplanan 27 AB ülkesinin içişleri bakanları ortak göç ve mülteci konusunda uzlaşmaya vardı ve “Avrupa Göç ve Mülteci Paktı” adı verilen paket kabul edildi. Ancak AB devlet ve hükümet başkanlarının 15-16 Ekim'deki zirvesinde onaylanacak ''sulandırılmış'' paket, üye ülkelere çok fazla yetki tanıdığı için eleştiriliyor.” http://www.abhaber.com/haber.php?id=23328
Almanya AB sınırları dışındaki bir çok ülkeyle “Geri Alma Anlaşması” yaptı. İtalya Tunus’ta 13 sınır dışı binası kurduğunu, bunlardan 11’nin kamuoyunun bilgisi dışında olduğu iddia ediliyor. (23-08-2004, ulkedeozgurgundem.com), İtalya Kızıl denizi daha sıkı denetlemesi için Mısır’a baskı yapıyor.
AB şimdi de, sadece çalıştıracağı sayıda insanı, çalıştıracağı süre boyunca alıp, geri kalan kişileri sınırlarının içine sokmamak için, kendi sınırları dışında kamplar kurmaya hazırlanıyor.
Önümüzdeki ay Mali’de kurulacak olan kampı, Moritanya ve Senegal’de kurulacak kamplar izleyecek. Mali hali hazırda bir iş ve işçi bulma kurumuna sahip olduğu için pilot ülke olarak seçildi.

“Avrupa Komisyonu’nun Adaletten Sorumlu Üyesi Franco Frattini, bu kampların özellikle tarım, inşaat, kamu hizmetleri ve turizm gibi sektörlerde mevsimlik olarak çalışacak vasıfsız işçilerin göçünün planlanması için önemli olacağını belirtti. Franttini ayrıca konuyla ilgili olarak sarf ettiği “Göçmenlerin AB’ye yasal yollardan gelmelerini ve kontratları bittiğinde de geldikleri yere dönmelerini istiyoruz” sözleriyle AB’nin ne gibi niyetleri olduğunu gözler önüne sermiş oldu.

Kurulacak kamplar ile, göçmen işçilerin nerelerde çalışacakları baştan belirlenmiş olacak. Ucuz göçmen işçi çalıştırmak isteyen patronlar, ihtiyaç duydukları işçi sayısını ve aradıkları vasıfları sipariş usulü bu modern amele pazarlarına bildirecekler. “ www.sol.org.tr, 26 Şubat 2007, Pazartesi

AB üyesi olmayan İsviçre’de benzer bir düzenlemeye gidiyor.  75 yıllık yabancılar yasası, süresiz oturma izni, mültecilik hakkını ortadan kaldıran yasal düzenlemeleri hazırlamaya başladı.

Göçmen politikalarını değişimi 2005 ekim ayında başlayıp aralık sonuna kadar parisi yakan Kuzey Afrikalı geçlerin isyanı. Göçmenlerin AB içindeki eb örgütlü kalkışması olarak tarihe geçti.
Keza ABD’de “Göçmen işçilerin kitle hareketinin yükselişi hem Kuzey Amerika hem de Orta Amerika’da işçi sınıfı mücadelesinde yeni bir sayfa açıyor. Birincisi ve en önemlisi, bu hareket, geleneksel sendikal konfederasyon sayesinde düşüş, durgunluk ve geri çekilmeyle geçen elli yılı aşkın bir sürenin ardından, ABD’de bağımsız işçi sınıfı mücadelesinin ilk büyük yükselişini temsil ediyor. İkincisi, YKGİH, emek hareketinin başını çeken kesim olarak yeni bir sınıf önderine (“özne”) işaret ediyor; göçmen işçi. Özel sektördeki örgütlü emeğin vaktiyle dinamik olan kesimleri (otomotiv, taşımacılık, çelik, liman (Batı Yakası)) üyelerinin 2/3’ünü yitirip özel sektör emek gücünün yalnızca %9’unu temsil eder hale gelmişken, 2 milyonun üstünde göçmen işçi ABD’de 1930’lardan beri görülmeyen bir toplumsal dayanışma örneği gösterdi ve sergilediler. Üçüncüsü, YKGİH, büyük bürokratik bir sendika aygıtı olmaksızın ve asgari bir bütçeyle, işçi militanlarına dayanarak yatay ilişkiler yoluyla örgütlendi. Gerçekten de, seferberliğin başarısını oluşturan kilit faktörlerden biri, her ne kadar işçilerin azınlıktaki bir bölümü sendika üyesi de olsa, hareketin sendika hiyerarşisinin ölü elinin kontrolünden önemli ölçüde bağımsız olmasıydı. Dördüncüsü, hareketin liderliği ve stratejistleri iki büyük kapitalist partiden, özellikle de ölümcül Demokrat Parti sevdasından bağımsızdı.”

“Göçmen işçiler hareketi, yine de üstün durumda: Mart’ta 2,5 milyon kişi gösteri yaptı; 10 Nisan’da 2 milyon kişi yürüdü ve 1 Mayıs’ta kitlesel yürüyüşlere ve işçi grevlerine milyonlarca daha fazla kişi katılacak[tı]. Gerici politikacılar, hareketi bölmek ve zaptetmek için yeni planlar yaparak Kongrede saklanırken, Latin kökenli milyonlarca insan hakları, özgür iradeleri ve onurları için sokaklardalar.” James Petras, 10 Haziran 2006 http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=6411
Siyasi mülteciler üzerindeki geri iade baskısıda giderek artmaktadır.  En öarpıcı birkaç örnek:
İsviçre hükümeti MAnuel Rodrigez Yurtesever Cephe ‘si üyesi olduğu iddiası ile tutuklu bulunduğu Yüksek güvenlikli cezaevinden  30 ekim 1996 tarihinde helikopterle kaçan 4 kişiden biri olan Patricio Ortiz Montenegro’nun Şili’ye iade edilmesini yürütülen kampanyalar sonucunda .reddetti
İtalya  2007 yılında  eski Kızıl Tugaylar örgütü militanı Marina Petrella, Fransa'dan iadesini istedi. Bunun üzerine Fransa Petralla’yı tutukladı. Fransadaki toplumsal muhalefet ve insan hakları örgütleri harekete geçti. Uzun süren bir mücadeleden sonra 6 Ağustos 2008 tarihinde Petralla serber bırakıldı.
Türkiye’de yürüttüğü  siyasal faaliyetliklerinden dolayı tutuklanıp  TKP(ML) davasından yargılanmış olan Musa Doğan, tanınmış mülteci statüsünde yaşadığı İsveç’te “interpol tarafından arandığı” gerekçesiyle 28.01.2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Gözaltına alındığı dostları tarafından tesadüfen öğrenilen Musa Doğan’ın geldiği ülkeye geri gönderilmesi istenmektedir. Daha önce İsviçre’de, iltica talebi, siyasi bir sığınmacı olarak değil, insani (hümaniter) ve de İsviçre’ de herhangi bir olaya isminin karışması halinde Türkiye’ ye geri iade edilme riski taşıdığı ve can güvenliğini sağlamadığı için Musa Doğan, daha sonra İsveç’ te politik iltica talebinde bulumuş ve bu talep İsveç makamlarınca tanınmıştır. İsveç yetkilileri tarafından  Musa Doğan’ın daha önce bulundugu ülkeye yani isviçreye geri gönderilmesi olasılıklar arasındadir.  Bu durumda Türkiye’ye iade edilmesinin  “yasal” zemini olusturulmus olacağı gibi İsveç devleti sorumluluğu üstünden atmış olacaktır.  İsviçre yetkili makamları Musa Doğan’ ın bu ülkede daha önce iltica ettiği ve  „resmi olmayan” yollardan İsviçre’ yi terk ettiği gerekçesiyle  kendilerine karsi bir güvensizlik olarak değerlendirebilecek ve keza Musa Doğan’ ın İsviçre için tehlikeli bir kişi olabileceğini öne sürerek (ki bu bir çok benzer olayda yaşanılan bir durumdur) geri gönderme hapishanesinde  tutabileceklerdir. Türkiye’ ye iade edilmesi halinde İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafında onaylanmış ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası Musa Dogan’ ı beklemektedir.

6- İKLİM DEĞİŞİMİ SİLAHI OLARAK “JEO-MÜHENDİSLİK”

'Jeomühendislik', insanların etkisiyle değişime uğrayan, istenmeyen iklim değişimini azaltmak için, iklimi değiştirerek 'Küresel çevrenin geniş ölçekte bilinçli olarak manipule edilmesi' olarak tanımlanmıştır. "Jeomühendislik programı, fosil yakıt kullanımını azaltmadan, fosil yakıt kullanmanın, iklim üzerindeki etkilerini hafifletmek amacıyla araştırmalar yapmaktadır; örneğin, Dünya üzerinde 'güneş ışını olayını' azaltmak için uzaya kalkanlar yerleştirmek."
( Keith D. W. 1999 Jeomühendislik, Küresel Değişimi Ansiklopedisi. New York)

Resmi söylem atmosferde yapılan değişim deneylerini ve etkinliklerni jeo-mühendislik olarak tanımlayarak bir mühendislik faaliyeti olarak sunmaktadır. Küresel karatma, Partikül Kalkan Deneyleri, Troposferik Aerosol Projesi çalışmaları bu faaliyet alanını tanımlayan projeler olarak görülmektedir.  
ABD Başkanlığı İklim Değişikliği Teknoloji Programı tüm bu çalışmalrı koordine etmektedir.
Beyaz Saray'daki toplantıda bulunan fizikçi ve ekonomist David Keith'in "Eğer bu toplantıyı canlı olarak Avrupa halkına yayımlasalardı halk sokağa çıkıp ayaklanma çıkarırdı" diyerek toplantıdan ne kadar ürktüğünü ifade etme gereği duymuştur.  
19 Kasım 2006 jeo-mühendislik üzerine NASA’nın açıklamalarına göre gizli bir toplantı olduğu için basına ve kamuoyuna kapalı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya katılanlardan bazılarınında katılımcı olduğu ikinci bir toplantı 20 Kasım 2006’da yapıldı. Burada katılımcılıar kişisel görüşlerini ve kamuoyuna kapalı yapılan toplantıda sunduklarını görüşlerini dile getirdiler.  Gregory Benford ( Kaliforniya Üniversitesi, Fizik ve Astronomi Bölümü)  gizli toplantıda “Açık okyanus üzerinde yüksek irtifa deneylerinin hukuki olarak çok küçük pürüzlerle karşılaşacaktır” denildiğini söyledi. Uzama eğilimi gösteren politikalardan sakınılacağında konuşulduğunu söyledi.
Nobel Ödüllü Profosör Crutzen bu toplantı radikal bir eksen değişikliğine ihtiyaç olduğunu ve stroasforun yüksek kesimlerine  sülfat partikülleri serpilmesini önermektedir. Güneş ışınlarını yanstacak ayna işlevi göreceğini öne sürmüştür.
Belirli Senato üyeleri yıllardan beri bu klimyasal deneyler hakkında bilgisahibiler. Amerikan be dünya kamuoyu üzerinde denemek için iktidarla açık çek veren iki yasa taslağı ( ABD Senatosu 517 nolu yasa taslağı, ABD Temsilciler Meclisi 2995 nolu yasa taslağı)  var.
Baryum ve Aluminyum tüm dünyadan alınan örneklerin gösterdiği gibi 1990’ların ortalarından itibaren temel elementler olarak karşımıza çıktığını bu araştırmaları yapan bilim insanları söylemektedirler. Kaliforniya Devler Sağlık Kurumu eyaletteki tüm içme sularında bulunan Mağnezyum, kurşun, manganez, aluminyum, demir, sodyum ve özel bileşenlerin istenilen değerlerin üstünde çıktığınının test sonuçları ile kanıtladığını kamuoyuna açıkladı. 1991’de başlayan bu süreç günümüzde de devam etmektedir.
Judy Sopka, Jeo-mühendislik ve havanın yönlendirilmesi: İklim üzerine gizli savaş makalesinde Clinton döneminde başlayan ve Bush döneminde periyodu haytaya inen aymosfere metal partiküllerin bırakılması deneylerinin hükümetin gizli alternatif bir proğrama sahip olduğunu göstermektedir iddiasında bulunuyor.
“Eylül 2005'in başlarında, meteorolojist Scott Stevens, Katrina kasırgasını, Japon mafyası üyelerinden birinin Ruslar tarafından Japon mafyasına satılan bir elektromanyetik jeneratör kullanmasıyla ortaya çıktığı iddiası ABD'de ülke çapında bir skandala neden olmuştu. ( Geçen sene de, 26 Aralıkta Güney-Orta Asya'da 300,000 insanın ölümüne yol açan tsunamiden hemen önce, yazar Micheal Crichton, kendi programlarının güvenliğini sağlamak için, depremlerin ve tsunamilerin yapay üretimi ile meşgul olan 'ekolojist teröristleri' anlatan ve en çok satan kitaplar arasında olan 'Korku Devleti' kitabını yayımladı.
Bu tip senaryolar üretten komplo kuramcılarının hata yaptıklarını kanıtlayacak pozisyonda olmadığımız bir gerçektir. Gizliliğin korunduğu ve saydamlığın olmadığı durumlarda, sıradan vatandaşların, askeri olmayan iklim yumuşaması ile 'iklimin silah olarak' kullanılması teknikleri arasında bir ayırıma varması hiç de kolay bir iş değildir.”
Kanada eylem Partisi Lideri Conie Fogal; Alüminyum ve Baryum ve başka herhangi bir şeyin atmosgeri yönlendirme yada başka herhangi gizli amaçlar püskürtülmesini 22 Ağustos 2005 tarihinde kınadı. 
1991 yılında ilk kimyasal deneylerin atmosferde yapıldığının kayıtlara geçmedinden beri binlerce insandaki kuşkular giderek artmaktadır. NBC Los Angeles Temsilcisi Paul Moyers 23 Mayıs 2006 tarihli TOXİC SKY proğramında “Hükümet havayı yönlendirme faaliyetleri içinde mi? “ sorusunu soruyor.
7- UZAYIN ASKERİLEŞTİRİLMESİ
Dış uzay tanımı Yeryüzünden 100 km bir uzaklığı kapsayan atmosferin bittiği yerden sonraki boşluk için kullanılan bir kavramdır.  Yeryüzü mesafesinden kurtulmanın getirdiği avantajla herhangi bir noktaya çok kısa zaman süresinde müdahale edebilme avantajları getirmektedir. Askeri uzay uçaklarının başlıca özelliğinin herhangi bir noktaya 45 dakika içinde ulaşabilme si olduğu düşünüldüğünde uzayın askerileştirilmesinin ağlayacağı avantajlarda çok net anlaşılır olmaktadır.
1967 yılında imzalanan Dış Uzay Antlaşması dünya çevresindeki yörüngeye nükleer ve kitle imha silahları taşıyan herhangi bir şeyi yerleştirmeyi reddediyor.
ABD’nin Uzay Güvenliği Projesisi’nin bütçesi 36 milyar dolardır. Çin Rusya, AB, Japonya, Hindistan ve İran’ında içinde olduğu ülkelerin toplam harcamaları 50 milyar dolar civarındadır. ABD tek başına bu toplamın % 70’ini oluşturmaktadır.
Yayılma stratejisi Rusya ve Çin’in tehditleri üzerinde geliştirilmektedir. NASA’ın Mars’taki atmosfer oluşturma yada hayat şartlarını yaratma noktasındaki çalışmaları bir sonraki döneminin stratejileri açısından öncelik kazanmaya yönelik adımlar olarak görülmelidir.
Uydu sistemleri ile çoktandır yeryüzü gözlemleyen Pentagon uzaya askeri sistemler yerleştirip hem gözlem hem de vuruş kabiliyeti olan bir saldırı sistemi kurma hazırlığındadır. Pentagon’un Küresel Saldırı Bütünleştirme politikası uzayı da içine alan bütünlüklü bir hakimiyet stratejisidir. Daha anlaşılır bir ifade ile izleme ve keşif uyduları, balistik füzeler, kitle imha silahları, uydu savar ve füzesavar sistemleri ile gezegenin kuşatılmasını
Reegan Döneminin SSCB’ye karşı askeri stratejileri yaygınlaştırmanın bir ayağı olan “Yıldız Savaşları” füzesavar programı ve 1982’de Hava Gücü Uzay Komutanlığının “küresel güç oluşturmak için hayati önemde olan uzay ve kıtalararası balistik füze operasyonları yoluyla Kuzey Amerika’yı savunmak” görevi  SSCB dağıldıktan sonra yeni döneme hakimiyet stratejisinin önemli bir ayağı olarak devroldu.
1996 yılında Uzay Komutanlığı Başkanı General Joseps W. Ashy “ Uzayda savaşacağız, uzayda savaşacağız. İşte bu yüzden ABD yönlendirilmiş enerji ve vur-öldür mekanizmalarının geliştirilmesi programlarına sahiptir. Bir gün karadaki hedefleri- gemiler, uçaklar, kara hedefleri- uzaydan vurabileceğiz” açıklamsını yapmıştır.


2000 yılında Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ile önümüzdeki 21.yy’ ilişkin temel perspektif ortaya kondu.  Ardından 11 Eylül Pentagon ve dünya Ticaret Merkezlerine yapılan saldırının ardından ABD Anti-balistik füze anlaşmasından 2001 yılında çekildi.
Hava Kuvvetleri Doktrib Belgeleri Karşı Uzay Harekatları 2-2.1 belgesi önsözünde General John P. Jumper şöyle yazmıştır: “Karşı Uzay Harekatları, modern savaşlarda başarı için büyük önem taşımaktadır.”

2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sürecinde kullanılan ”şok ve dehşet bombalarının”  % 70’i eşgüdümlü ve uzaydaki uydular aracılığıyla hedeflere gönderilmişti. 

2008 yılında çeşitli yeni muhafazakar düşünce kuruluşlarından oluşan “Füze Savunması, Uzay İlişkileri ve 21. yy hakkında Bağımsız Çalışma Grubu” kapsamlı bir uzay askeri programını destekleyen 200 sayfalık bir rapor yayınladılar.

Hava Kuvvetlerinin “Vision 2020”, “USAF”, “Uzay Operasyonları” gibi projelerinin uzantısı olarak uzayın kitle imha silahlarıda dahil olmak üzere sialahladırılmasını proğramına almış oluyor.

ABD’nin bu eğilimini bilen Rusya ve Çin defalarca konvansiyonel silahları da kapsayan uzayın askerileştirilmesini yasaklayan yeni bir anlaşma için BM öneri götürdüler her defasında ezici bir çoğunlukla kabul edilmesine rağmen ABD’nin vetosuna takıldılar. 1967 anlaşması konvansiyonel silahların kullanılmasına olanak sağladığı için ABD yeni bir anlaşmaya karşı çıkıyor.

2005 yılında Washington’daki Rusya Federasyonu Konsolosluğundaki üst düzey yetkililerden biri olan Yermakov Financiai times’te çıkan demeçinde “ABD’nin uzaya silah yerleştirmeye kalkması halinde, Rusya’nın bunu engellemek için zora başvurabileceğini” söyledi.

Diplomatik yolların tıkanması durumunda Çin’de Rusya benzeri olarak başka güçleri kulalanabileceğini deklere atti.  Hindistan 11. uzaktan izleme uydusunu yörüngeye yerleştirdi. Füze, uzay ve nükleer sialahlarını entegre etmeye başladı.
Rusya ve Çin desteğindeki İran yörüngeye ilk uydusunu yerleştirdi, nükleer tesislerini hizmete soktu. Bu iki siteminin entegre edilmesinin kolay olması uzayın yeni hegomanya alanı olarak kazandığı işlevi göstermektedir.

Pentagon Irak işgalinde geniş ölçekli olarak kullanmaya başladığı teknolojiler neleri içeriyor biraz bakmakta fayda var.

Pentagonun uzay çizimleri üzerindeki veya geliştirme aşamasındaki diğer projeleri arasında saatte 5.800 km yol alabilen X-51 hipersonik güdümlü füzeler; dünyadan herhangi bir yörüngeye veya hedefe gönderilen lazer ışınlarını yeniden yönlendiren uzay aynası uyduları; radyo dalgalarını yüksek güç ve genişlikte gönderen uydular; farklı türde yüksek enerji lazerleri; herhangi bir uydunun ABD için tehdit oluşturup oluşturmadığına karar verebilecek ve böyle bir durumda nesneyi sabote edebilecek bir robot uzay uçağı; kinetik enerji önleyicileri olarak işlev görecek roketler; Ortak Hava Aracı olarak bilinen, uzaya fırlatılabilen ve hipersonik hızda hareket ederek Dünyadaki nesneleri hedef alan silahlandırılmış bir planör; deneysel uzay uçağı sistemleri ve daha fazlası bulunmaktadır.

Saldırı silahı olarak herhangi bir noktaya 45 dakikada erişebilen uzay uçaklarına ek olarak “Tanrıdan çubuklar” olarak adlandırılan  proje ibe 6,1 m yüksekliğinde 30 cm çapında metal tungsten çubuklarıyla donatılmış yörünge platformlarından oluşmaktadır.  Bu çubuklar uydu güdümlü olarak herhangi bir hedefe dakikalar içinde ulaşabileceklerdir. Çünkü çubuklar saatte 11.000 km hızla hareket edecekledir. Sistem biri ilertişim platformu diğeri tungsten çubuklardan oluşan  bir silah deposu olan iki uydu ile çalışacaktır.


1 " (3 Ağustos 2005'te San Fransisco "Küresel İmparatorluğun Çöküşü ve Küresel Toplumu Yükselişi" konferansında 'Kar Getiren Savaş, Diğer bir adla Yağma Savaşı' başlıklı konuşmasında BRIAN J. FOLEY

2 - güvenlik, -ği    
is. Toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet: Şimdi yalnızca güvenliğini tehdit edebilecek tehlikeler üzerine düşünüyor. -A. Ümit.
 Güncel Türkçe Sözlük 

güvenlik   İng. security Osm. emniyet 
Bütün gerekseme ve isteklerin güven altında bulunması.
 BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974

güvenlik   İng. tranquillity, security Osm.asayiş, emniyet Alm. Sicherheit, Sicherstellung Fr. maintien de l'ordre, sécurité 
Devlet olarak örgütlenen bir toplumun düzen ve güvenirlik içinde bulunması durumu.
 BSTS / Ceza Yargılama Yöntemi Yasası Terimleri  1972

güvenlik   İng. safety, security, safeness, sure Osm. emniyet Fr. sûreté 
1- genel uygulayım: a. Herhangi bir aygıtta güven sağlayıcı parça. b. Bir kilidin, kmdi açarından başka bir araçla açılmasına karşı gösterdiği direnç; bu direnci oluşturan düzen. 2- silah: Dolu bir ateşli silahın istenmeden ateş almasını önleyen düzenek; bu düzeneğin işleyişini sağlayan parça.
 BSTS / Uygulayım Terimleri Sözlüğü 1980

İnsan Hakları sözleşmeleri ve güvenlik kavramı

“1793 Anayasası madde 8: “Güvenlik, toplumun kendi üyelerine, kendi kişiliklerini, haklarını ve mülkiyetlerini muhafazada sağladığı himayedir”.
Güvenlik burjuva toplumunun en yüksek toplumsal kavramıdır. Bütün toplumun ancak bütün üyelerine, kişiyi,haklarını ve mülkiyetini sağlamak için vardır diyen bir polis kavramıdır. Burjuva toplunubu “zorunluluk ve akıl devleti olarak tanımlarken Hegel bunu kastediyordu. 
Burjuva toplumu bu güvenlik kavramı ile kendi bencilliğinin üstüne çıkmıyor; tersine güvenlik bu bencilliğin garantisi oluyor.” Yahudi Meselesi, Sol Y, Sayfa 36 Karl Marx


korku    
is. 1. Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü: Yarı çocuk kalbimde korku, kapıya yaklaştıkça büyüyor. -Y. Z. Ortaç. 2. Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara: Yollarda korku kalmadı. 3. ruh b. Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.
 Güncel Türkçe Sözlük 

korku   İng. fear 
Gerçek ya da beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, yürek ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan, ya da daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu.
 BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974