Komünist Hareket tarihsel olarak UKKTH formüle ederek teorik çerçeveyi çizdikten sonra , 70 yıl sürecek bir süreç için tarih sahnesine girdiği 1917 Ekim Devriminden itibaren teorik argümanları toplumsal pratik arasında ilişki kurma ve bunları sınama şansına sahip olmuştur..
Birincisi, SSCB ile ulus sonrası bir kimlik ve toplum oluşturmada Sovyet yurttaşı olmanın öne çıkığı bir tarihsel süreç yaşanmıştır. İkincisi, Eski Yugoslavya Cumhuriyeti ve 4 yıllık bilançosu olan Bosna. Farklı etnik grupların ve farklı dinlerin bir arada yaşadığı komünizmin tescilli düşmanlarının bile hakkını vermekte tereddüt etmedikleri bilinçle örülmüş bir deneyim ve emek. Bosna'nın kapitalizmin hışmını üzerine çekmesinde bu yön oldukça belirleyicidir. Yugoslavya'nın ekonomik olarak Avrupa ile bütünleştirilecek bölümlerinin Slovenya ve Hırvatistan ayrılmasından sonra Bosna toprağa gömülmemesi gereken bir örnek olarak ortada durmaktaydı.Farklı din, ve kültürlere sahip insanlar bir arada yaşamanın pratik toplumsal bir örneğini oluşturmaktaydılar.
Sosyalist enternasyonalizmin kapitalist milliyetçiliğe büyük meydan okumasının sonuçları tarihten silinmeliydi. Bunun için bilinçli bir savam içinde Bosna tüketildi. etnik arındırma yürürlüğe kondu ve sınırlar çizildi.Görünür olguların dışında arka planda sürdürülen bu iğrenç planlar, globalleşen ve verimliliğin artırılması gerektiği üzerine çağdaş düşüncenin yada Yeni liberalizmin yeni düşünceleri olan Milliyetçilik eksenindeki yerel tüm çelişkilerin deşilerek tarihsel düşmanlıkların yeniden su yüzüne çıkarılarak halkların güçten düşürülerek sorunsuz yönetilmelerinin önünü açmaktı.. sonuç savaş bitti. geriye ise kan ve mezara gömülen halkların dostluğu kaldı.
Clinton'un dillendirdiği etnik sorunları aşmalıyız argümanı ki bu mali sermayenin yeni hareket sürecine denk düşen bir istemdir. Hazırlanan mali sermayenin dünya anayasası öz itibarıyla bu istemleri dile getirmektedir. fakat diğer yandan en iğrenç bir şekilde milliyetçi duyguları kışkırtan ve özellikle eski sosyalist ülkelerde egemenlik kurabilmek için böl parçala politikasının gereği milliyetçilik akımları desteklenmiş ve halkların başına on yıllarca yıl sonra kelimenin tam anlamı ile bela olmuştur. sosyalist pratiğin bu duyguların yok edilmesindeki yada minimuma çekilmesindeki hataları ayrıca incelenmesi gereken bir durumdur.
Konu asıl olarak çaresizlik ve çıkışsızlık yaşayan halklara milliyetçilik zehrinin şırınga edilmesindedir. Batılı gizli servislerin bu çatışmalardaki payları bilinmektedir. Milliyetçilik yeni baharında uzun zamandır hiç karşılaşmadığı bir ilgi gördü. Eski Sosyalist ülkelerde faşizm döneminin suçluları milliyetçi kahramanlar olarak lanse edildi. Modern çağın başlangıcında ilk büyük soy kırımı gerçekleştiren ittihatçı liderlerden Enver paşanın mezarı devlet töreni ile Türkiye getirildi. Afrika etnik boğazlaşmanın cenderesine sıkıştırılarak dünyanın gözleri önünde petrol ve yeraltı kaynakları için yüz binlerce insan öldürüldü. Enternasyonalizmin yerini milliyetçilik baş döndürücü bir hızla doldurdu. Orak çekiçli bayraklar yerlerde sürüklenirken, ulusal bayraklar yeni sürecin yığın motivasyonunu/manipülasyonunu sağlayan simgeler olarak popülerize oldu.
Geleceksizliğin belirlediği boşluk milliyetçi simgeler ve kodlarla aşılmaya çalışılıyordu. İşte dünyadaki be değişmeler yaşadığımız coğrafyayı da ilgilendiren biri Kafkasya'da, diğeri Balkanlarda olmak üzere iki temel çatışma alanı doğurdu. Azeri ermeni çatışması TC kuruluş sürecindeki temel Düşmanlardan birini yeniden hatırlattı ve "esir kardeşlerle" dayanışma gösterileri ve eylemleri birbirin izledi. Keza Rusya Çecenistan ilişkisi tarihsel Moskof düşmanlığına dayandırılarak yeniden tarihsel koddan güncelliğe transfer edildi. Hiç umulmadık bir anda tarihsel problemler güncelleşerek toplumun gündemine oturmaya/oturtulmaya başladı. Bosna ise bu süreci Müslüman-Türk kimliğini pekiştirdi. Gürcistan Abazya çatışması ise Kafkas kökenliler arasında bu dalgayı iyice yaydı. 80 öncesi militan sosyalist sol karşısında oldukça gerileyen ve iyice teşhir olan, Cunta sürecinde tarafsızlık maskesi altında baskı mekanizmasının "nimetlerinden" tattırılan faşist MHP küskünlükleri de içinde barındırınca nasıl toparlanacağını tartışırken dünyadaki bu gelişmeler imdadına yetişti.
Dünyada Sosyalist Blok'un çöktüğü yıllarda KUKM silahlı-kitlesel bir yükselişe geçiyor ve faşist MHP "Şehit" cenazelerinin üzerinden yürüttüğü propaganda ile tarihinde görmediği bir oy oranına ulaşıyordu. Önemli olan faşist hareketin eski dar kalıplarının dışında yeni toplumsal alanlara da yayıldığıdır. Bilindiği gibi Solun argümanları ile "Adil düzen" safsatası altında solun potansiyel kesimlerinin içinde taban bulan, emekçi semtlerde de hiç küçümsenemeyecek bir güce sahip olan RP, 28 Şubat kararlarından sonra bu sistemin asıl sahibi olduğunu İmam-hatip liseleri ile ilgili yapılan gösterilerde Türk bayrağı ve islami motiflerin bir arada bulunmasında göstermiş, doğal olarak MHP tabanı için geçerli olan saptamalar RP partisi tabanı içinde geçerlidir. Genel olarak küçük burjuva kesimlerde yer yer emekçilerin bir kısmını da kapsayan bu seçmen kitlesi hangi milliyetçi ön yargılarla beslenerek geliştiriliyor. faşist ve şeriatçı propagandanın önünün kesilmesi için gerekli olan saç ayaklarından biri tarih bilinci, diğeri ise faşist ve şeriatçı hareketin anladığı dilden konuşacak olan emekçilerin kendi öz talepleri ve mücadele çizgisidir.
Sorunun İslami ve faşist hareketin gündemindeki popülerliğinin dışında en genel anlamı ile emek hareketi içinde görülen kesimlerde de dışavurumu ilginç benzerlikler göstermektedir. 18.08.1998 tarihinde Med TV'de alternatif Bakış programında Mihri Belli Türk-Kürt kardeşliğine vurgu yapmak için İngilizlerin desteklediği Taşnak Ermenistan'ına karşı Kızıl ordu Karabekir Kuvvetlerinin ittifakını övüyor. Yine Med TV'de üçüncü ateşkes ilanında PKK genel Başkanı Abdullah Öcalan TC kuruluşundaki Türk-Kürt beraberliğine gönderme yaparak bugün için sorunlara yanıt arayışına tarihsel dayanaklar oluşturmaya çalışmaktadır. Keza "Kürdistan'da Zorun Rolü" çalışmasında bu ittifakın Türk ve Kürt egemenlerinin ittifakı olduğu analizlerini unutarak.Keza Kurtuluş gazetesinde tarihsel ileri bir adım olarak Lozan antlaşmasına sahip çıkılmaktadır. Bunda doğal olarak Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Lozan karşıtı konumlanışının önemli bir payı olduğu açıktır. Atilla İlhan, Sultan Galiyev'in görüşleri etrafında bir "anti-emperyalist Kuvayi-i Milliye hattı" oluşturulabileceğini önermekte ve bu görüşünü faşist-MHP çizgisinde ki Ortadoğu gazetesinde dile getirmektedir.
TC'nin kuruluşunun 75. yılında cumhuriyetin kuruluşu bir bütün olarak siyasal kesimlerin gündemine girmektedir. Konu Cunta sonrası M. Kemalin 100. Doğum gününü kutlamalarını andıran bir içeriğe de sahip olsa bugün "aydınların" önemli bir kesimi bu girdabın içinde dönmekte ve şoven havayı solunmasına oldukça katkıda bulunmaktadır. Devrimci sosyalist hareketin tarihine mal olmuş folklorik öğeler, şarkılar, türküler 75. yıl etkinliklerinde ve kürdistan'ın asimilasyon süreçlerinde ki konserlerde Türk bayrakları ile birlikte dillerden düşmemektedir. Eğer ulusal devlet sınırları içine sıkışıp kalmak istemiyorsak bu toprakların sosyalistleri olarak toplumsal tarihe maddeci yaklaşımla sosyalistlerin bugün için önünü açacak perspektifin ilk tarihsel verilerini ortaya çıkarmakla yükümlüyüz.
İçinde yaşadığımız tarihsel sürecin temel dinamiklerini ortaya çıkarabilmek güncel olanla tarihsel olan arasındaki ilişkilerin doğru yerde ve doğru zeminde kurulmasına sıkı sıkıya bağlıdır. 80'li yıllar sosyalistlerin önüne iki temel teorik pratik sorun koydu. Sosyalizmin "tarihsel yenilgisi"nin irdelenmesi ve KUKM ile ilişki. Her örgütlü toplumsal devrimci hareket tarih bilincinin oluşmasında toplumsal hafıza görevi görerek önemli rol oynar. ülkenin güncel sıcak politik atmosferinde tarihsel çalışmalar büyük bir ivme kazandı. T.C kuruluşuna ilişkin çeşitli tarihsel versiyonlar entelektüel yaşamı kapladı.
Bu kargaşanın içinde TC kuruluş sürecinde Uluslararası sosyalist hareketin rolü hep SSCB,TC ilişkisi ile anıldığı için ihmal edilebilir gözüktü. Keza sosyalist cenahtan da ciddi bir tarihsel araştırma çabası ortaya çıkmayınca ulusal eksenli bir "tarihçilik" egemen ve yönlendirici olarak belleklerde derin iz bıraktı. Sosyalist Hareketin tarihi bile bu dar sınırlar içinde yazılmaya başlandı. En azından bu tarihsel dönemdeki Komüntern örgütlenmesi bile başlı başına sığ bir bakış açısını mahkum eder. İşte bu perspektiften hareketle ulus üstü bir tarih anlayışı ile bölge emekçilerin tarihini yazmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Elbette böyle bir çalışmanın Türkiye içinde yada Türkçe kaynaklardaki zorlukları biliniyor. Buna rağmen titiz bir iz sürme çabası bile Türkçe kaynaklarda da ilk ipuçlarını yakalamaya oldukça müsait. "Türk-Sovyet Halklarının Kardeşliği" başlıklı çalışmasında Cevdet Aslan 29. sayfada 2 nolu dipnotta Anadolu hareketine uluslararası proletaryanın yardımlarının ayrı bir inceleme konusu olduğunun altını çiziyor. Yıl 1976. Bunca yıla rağmen bu konuda ciddi bir adım atılmamış. Uluslararası proletaryanın salt SSCB değil Komüntern politikaları ile bağlantılı olarak Yunanistan'da ve Ermenistan'da gerçekleştirdiği etkinlikler ve Emperyalist metropollerdeki proletaryanın faaliyetleri ile ilgili bir çalışma gerçekliği yeniden ayakları üzerine dikme çabalarının bir başlangıcı olacaktır.
Entelektüel/akademik alandaki en soldaki çalışmalarda bile dipnot ve en fazla bir paragraf olarak geçen bu etki ki bu aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin ve ulusal önyargıların oluşumunun tarihsel arka planını ve gerçek tarihsel süreçleri de gösterdiğinden dolayı gerçekten kavranması zor bir İşti. İşte bu parçaları mümkün olduğunca çoğaltma ve bunları zaman ve mekan ilişkisi ile birbirlerine bağlayarak ilerlemek gerekiyordu.
Resmi kanallar içinde en ayrıntılı kaynak ise Bilal Şimşir'in "İngiliz Belgelerinde Kurtuluş Savaşı" isimli belge çalışması idi. Kaynak bir kaç yorum dışında ingilizceden çevrildiği için bazı noktaları örneğin sosyalist Rizospastis* gazetesinden paragrafları ister istemez vermek zorunda kalıyordu.İhsan Ilgar'ın derlediği,Kervan Yayınlarından çıkan "Cumhuriyetin 50.Yılında -Mütarekede Yerli ve yabancı Basın" isimli çalışmada Yunanistan kaynaklı milliyetçi gazeteden bir makale koyarak yazar tüm yunanlıları göstermek isteği kalıplar içine sokmaktadır. Yine akademik çevrelerden Bilge Umar'ın "İzmir'de Yunanlıların son günleri" isimli çalışması da resmi kalıpların dışında görülebilecek ender çalışmalardan olmasına rağmen konuya ançak bir dipnotla değiniyordu. Stefanos Yerasimos "Ekim devriminden Lozan'a Türk-Sovyet İlişkileri"ni değerlendiren çalışmasında bir paragrafta değinmekteydi. Şefik Hüsnünün 1922 kaleme aldığı bir makalede zaferin kolay kazanılmasında Yunanlı sosyalistlerin rolünün altı çiziliyordu. İletişim yayınlarından Cep üniversitesi serisinden çıkan Anaide Ter Minasseian'ın "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm 1887-1912" isimli çalışması istisna çalışmalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma TC devletinin kuruluş yılları olan 1918-23 yıllarını kapsamasa da konunun tarihsel derinliğini veren çok önemli verilere sahiptir. Keza Ermeni devrimci Hareketinin Rusya proletaryası olan ilişkileri onu Ekim devriminin ve Bolşeviklerin önemli bir bileşeni haline getirmiştir. Ekim devriminin Kafkasya'da ki yayılması süreci ermeni hareketindeki milliyetçilikle sosyalizmin tarihsel bir hesaplaşmasını da beraberinde getirmiştir. Konuyla ilgili tarihsel kesitteki Komüntern belgelerinde ve Ekim Devrimi ile ilgili kaynaklardan Türkçe'ye çevrilenlerinde- örneğin Bakü Komünü ve Bolşevik Devrimi- ufku genişletici bilgiler mevcuttur.
"Küçük Asya Seferi: Hiç kimsenin kendisi için savaşmadığı zamanlar" başlıklı makale ve "Savaş Karşı Savaş" isimli Yunanca çalışma karşı kıyıda süren savaş karşıtı mücadelenin içeriği konusunda oldukça net veriler sunarak, Yunan ordusundaki dağılma ve firarların perde arkasını görmemizi sağlamıştır. Tabi ki yetersizdir. Daha kapsamlı çalışma ise YKP tarihi ile ilgili çalışmaların Türkçe'ye çevrilmesi ile gerçekleştirilebilir ve oldukça geç kalınmış bir alan olarak adım atılmayı bekliyor.
İncelenmesi gereken diğer bir kaynakta sağcı ve milliyetçi çalışmalardı. Bunların içinde "Türkiye'de Sosyalist Ermenilerin Silahlanma Faaliyetleri" adlı çalışma tarihsel düşman Ermenilerin aynı zamanda bu topraklara sosyalizm mikrobunu da bulaştırdığının altını çizerek Ermeni düşmanlığı ile ülkücü faşist hareketin anti-komünizmi arasında tarihsel bir süreklilik kurmaktadır. fakat aynı zamanda konunun vurgu yapılması, ayrıntılı ele alınması gereken noktaları hakkında yönlendirici işleve sahip olmaktadırlar.
Bu çalışmalar ister istemez bizi sosyalizm ve milliyetçiliğin tarihsel hesaplaşmasının yaşandığı 1900'lerin ilk çeyreğine götürmektedir. Bu hesaplaşma sürecinde Çarlık Rusya'sın da SSCB doğarken Almanya'da Nasyonal-sosyalizm ve İtalya'da Faşizm yok edici bir milliyetçilik ekseninde ortaya çıkmakta, Osmanlı sonrası Anadolu'da ise İşgalin getirdiği pozitif atmosferde "Anti-emperyalist" mücadele ile örtülmüş olarak katliamcı milliyetçilik kendisini TC olarak yeniden örgütlüyordu. Ekim Devrimin ateşlediği Uluslararası sosyalist
*Rizospastis,Yunanistan'da Sosyalistlerin ilk örgütlenme çabalarından itibarin çıkardıkları bir gazete idi. Daha sonra Yunanistan Komünist Partisinin yayın organı oldu. Bugün hala YKP'nin yayın organı olarak çıkmaya devam ediyor.
hareketin TC kuruluşundaki tarihsel rolünü yeniden kavranmasının ve bu rolde SSCB dışında Yunanistan Ve Ermenistan sosyalistlerinin rolünün aydınlatılması emeğin ve onun örgütlenmesinin tarihinin yeniden yazılması ile mümkündür. Bu çalışma bir döneme ilişkin bir başlangıç olma özelliği ile birlikte bugünün işçi-emekçi hareketinin güncel politik sorunlarına da sosyalizm açısından yanıt aramanın çabasıdır.
Yenilgi Yılları, Materyalizm ve Tarihsel Maddecilik
Duyu organları ile algılanabilen ampirik bilgiler ışığında gerçeği arayan araştırmalar ve çabalar, bilinebilir dünyayı ulaşılmaz ve bilinemeze götüren, bilimi ve örgütlenmesini kutsayan bir eğilim ortaya çıktı. 'Bilim' tanrı katına ulaşmıştı artık tartışılmaz "gerçeklerin" insanlara kanıksatılması için "ikna" edici işleve bürünmüştü. Özellikle bilimsel-teknolojik gelişme yaşanan sürecin iç çelişkilerini , olayların neden-sonuç ilişkilerini gizleyebilecek bir düzeye erişmişti.Bilimsel teknolojik gelişmenin yarattığı yeni iletişim olanakları, uydu aracılığı ile televizyon yayını , bilgisayar aracılığı iletişim kanalları gündelik yaşam üzerinde tam bir hegemonya kurarak "Medya"nın egemenliğinin arka planını oluşturmaktadır.Gökyüzünün insan üzerindeki egemenliğine, "bilimin" insanlar üzerindeki egemenliği eşlik ediyor. Birbirine karşıt görünen iki olgu birbirini tamamlayan idealizmin "Gerçek" ve "doğru" tek felsefi akım olduğuna dair bir önyargıya götürüyordu.
Bu gelişmeler ışığında bilginin "Herkesi eşitlediği" görüşünü ise basit bir karşılaştırma ile çürütebiliriz. Net için Avrupa'da bir kişi aylık besin harcamasının yarısını verirken aynı oran Endonezya'da aylık besin harcamasının 12 katına ulaşıyor. Bir başka hesaplamaya göre Net'e bağlanmak için Londra'da bir işsizin 6 aylık sosyal yardım parası yeterli iken, aynı oran Endonezya'da bir işçinin birkaç yıllık nakit ücretine eşit.
Milliyetçilik, insan hakları düşünsel fenomenler olarak tüm bilme yetimizi kuşatarak bizleri, bunların gerçek ve değişmez olduğu yanılsamasına sürüklemektedir. Gerçeğin değişken ve mutlak olan yanları birbirini tamamlayan öğeler olarak yaşamda akarken, algılanabilen mutlak yan kapitalizmin "evrenselliği' olunca şeylerin özündeki çelişkilerin bilince çıkarılması olan diyalektik yerini metafiziğe bırakır. Diğer yandan DNA ve Gen teknolojisindeki devasa ilerleme sonucu kopyalanan koyun ise yaratıcı üzerine kurulu nesnel idealizme ağır bir darbe indirirken, "bilim söylüyor" idealist felsefesinin de önünü açıyordu. "Tanrılaşan" bilim insanların sığınağını oluşturuyordu.Belçika'da binlerce insan, sübyancı çetenin ardından devletin çıkması üzerine bilimin kutsal gücüne başvurmak için psikologlara koşuyordu, işin ilginç yanı kiliselere koşan yoktu. Emperyalist-kapitalist metropollerdeki kitlesel davranışların dışa vurumu ile bağımlı ülkelerdeki farklılık izlemektedir. Bağımlı ülkelerde özellikle Ortadoğu'da Dini ağırlıklı bir siyasallaşma doruk noktasına çıkmıştır.
Buda yaşadığımız çağın ayırt edici özelliği olarak bilimin işlevini algılanış tarzlarını ortaya koyan önemli örnekler oluyordu.
İnsanın doğayla mücadelesinde edinilmiş bilginin, toplumsal işbölümü sonucu rahipler kastının tekeline geçmesi bilgi edinmeyi donuklaştırmış ve tanrının yüceliğini tartışılmaz kılmıştır. Ortaçağda cadılara karşı yürütülen imha kampanyasını hatırlamakta fayda var. Cadıların tümü kadındır. Anaerkil toplum ilişkilerinden gelen ve kadının toplum sağlığı ile ilgili bilgiyi taşıdığı düşünüldüğünde, ortaya çıkan özel mülkiyet ilişkilerine paralel olarak ataerkil ailenin pekiştirilmesi sürecinde kadının toplumsal ilişkilerin en altına sürülme operasyonlarından biri olduğunu çok rahat göreceğiz. Bugün bilimde ve teknikte yaşanan devasa gelişmelere rağmen yaşanan benzer süreçtir.
Gerçek bizim algılayabildiğimizin ötesinde, birbirini tamamlayan olgular bütünü olan, ve özü görünür olmaktan çok, hareket halinde saklı olan yaşam dinamiğidir. İnsanın doğa üzerindeki özgürleşme mücadelesinde geldiği nokta maddeci felsefenin dayanaklarını güçlendirmektedir. Yaşam yaşanan yalın gerçektir. ve gerçek kendini oluşturan bütünlüğün üzerine örten ideolojik illüzyona sığmaz. Kendinde bir süreç olarak "gerçek", kendisi için bir süreç olarak "gerçeğe" dönüştüğünde nesnel ilişkiler kendisine müdahale eden öznel ilişkilerle karşılaşır ve gerçeğin derinlikli kavranışı yaşamın, değişimin önünü açar.
İnsan iradesinin düşünsel biçimi olarak "Kabul görme mücadelesi"ni tekil insandan emperyalist ilişkilere kadar uzanan yelpazede "Değerinin anlaşılması" olarak gören anlayış nihai zaferin artık kazanıldığına dair inancın yaygınlaştığı dönemde materyalizme saldırının felsefesi olarak idealist kanatta prim yaptı.
Burjuvazinin saldırısının temel noktası liberalizmin insan aklının geliştirdiği en rasyonel sistem olduğudur.Bu rasyonel sistem "Batı" olarak tanımlanan ABD ve Avrupa olunca dünyanın diğer bölgelerine ve halklarına doğal olarak bu uygarlık düzeyine "erişmek" kalmaktadır. Bunu da insanlığın bugüne getirdiği birikimin ışığında dünyanın bilinebilirliğinin ortalama insan için bile algılanabilme potansiyelinin yaşandığı koşullarda, bilincin belirlediği etkinlik olarak, kabul görme mücadelesi olarak tanımlanan rekabet kaynaklı yeryüzünün etkinliği olarak açıklamasını doğurmuştur. öznel idealizmle ile vülger materyalizmin eklektik bir biçimi olan tekil insandan, uluslara ve emperyalist ilişkilere kadar geniş yelpazede "Kabul görme mücadelesi" olarak tanımlanan bir geçiş dönemi felsefesi üretmiştir. Bu felsefenin kendisi post modern anlayışın tipik bir örneği olarak geleceksizlik ve "herkesin herkesle savaşı"nı onaylayan ufku karartan bir zemine oturmuştur. İdeal toplum birbirini izleyen "merkez kaç "* güçlerin çıkışı ile ikna edebilirliğini çok çabuk tüketmiştir. asıl olarak maddeci felsefenin karşı saldırısını yeniden örgütleyebilmesinin bilimsel gelişmelerin insanlığı getirdiği noktada kavranması ve teorik olarak "post-modernist dalgaya" karşı tarihsel maddecilik- diyalektik maddecilik temelinde dünyanın ve toplumun açıklanması çalışmalarına hız verilmesi ile mümkündür.
Avrupa merkezli bu saldırı dalgası kapitalizmin nihai egemenliğini herkese kabul ettirmeyi amaçlayan kapsamlı bir saldırı idi. Bu coğrafyanın sosyalistleri ise uluslararası saldırı dalgasını göğüslerken aynı zamanda milliyetçi islami sağın solun yerli olmadığına dair saldırı dalgasını da göğüslemek zorunda kalmıştır. Bu alanda Avrupa merkezci hegemonyaya karşı bir alan oluşturan islami hareketin siyasallaşırken "batıcılık" kategorisi içinde değerlendirdiği sosyalistlere de aynı ideolojik saldırıları yöneltmesi ve materyalizmin asıl olarak batı kökenli bir düşünce sistemi olduğunun altını çizilmesi Marksistleri çok daha ağır bir ideolojik-teorik pratik sürecin içine sokmaktadır. İslamiyet politikleşmekte ve eleştiri oklarını ağırlıklı olarak Marksistlere yöneltmektedir.
Hatırlayalım, 79 İran'ının çalkantılı politik atmosferinde Ali Şeriati'in, Hellen Roma düşüncesinin aydınlanmaya uzanan yolunun sonunda ortaya çıkan Marksizmi batının gayrı meşru çocuğu olarak değerlendirmesini. Batı düşüncesinin genel bir analizini yaptıktan sonra en kapsamlı ve en evrensel nitelikler taşıyan Marksizm ile hesaplaşma gereği duymuştur. Bu tarihten itibaren gerek Şia gerekse Sünni İslami felsefe tüm dayanaklarını çürüten Marksizm karşı kelimenin tam anlamıyla "haçlı seferleri" başlatmıştır. Marksist hareket "evrensel' idealizme karşı maddeci felsefenin yeniden üretilmesini sağlarken kendi yaşadığı topraklardan gelen ve bu topraklara ait olmadığına dair yaygın ve kuvvetli bir inanç besleyen "anti-emperyalist" sağın tüm versiyonlarının saldırılarına karşıda tarihsel ve güncel bir emek sistematiği kurmak zorundadır.
Avrupa gelişme sürecinde dinsel yabancılaşmanın kapitalizm öncesi bir süreç olarak insan zihninde oluşması ve kapitalist gelişmesinin özellikle Fransa endeksli olarak aydınlanma felsefesi ile birlikte laik-seküler bir sürecinin önünü açarken duyulabilir dünyanın en yalın ilişkisi olarak meta ilişkileri meta fetişizmi kaynaklı bir yabancılaşma süreci üreterek bunu günümüze kadar taşımışlardır.
İçinde yüzdüğümüz tarihsel süreçte yaşadığımız coğrafyada dinsel yabancılaşma ile meta fetişizmi kökenli yabancılaşmanın ikisinin birlikte varolması çok daha karmaşık bir yabancılaşma süreci ortaya çıkarmaktadır. Bunun zihinlerde anlaşılabilir kılınması ise ancak "Ulus Yaratma" sürecinin kendisine has özgüllüğünün kavranması ile mümkündür. "Ulus yaratma" sürecinde zorunlu olarak uğranılan durak olarak milliyetçilik ancak "Ordu millet"in pekiştirici işlevinin, "Devlet Mitosu"nun etkinliği ve yaygınlığının ve "Muassır medeniyetler seviyesi" olarak tanımlanan batı hayranlığının yarattığı politik ve sosyal davranışlar bütününün dini siyasal bir mekanizmaya devlete bağlamasının anlaşılması ile mümkündür. Burada 1789 sonrası gelişen modern devlet-ulus ilişkisinin dışında devlet geleneği ve parçalanan devleti yeniden tesis etme ve "kurtarma" sürecinin zorunlu çaresi olarak Türk Milliyetçili ortaya çıkmıştır. Asıl ideolojik üretim alanı ise egemen sınıf konumundaki Osmanlı Devleti değil Çarlık Rusya'sı altında ezilen niteliği taşıyan ve "tatar" olarak tanımlanan Türkçe konuşan toplumun aydınlarıdır. Asimilasyon tehdidi ve baskı altında gelişen bu akım imparatorluk değiştirince kendine oldukca rahat bir ifade alanı bularak çöken imparatorluk devletinin "kurtarılmasının" harcına dönmüştür. Devlet kurtarıldıktan sonra İslama yönelik bastırma hareketi İslami gecici olarak 'yeraltına' itmiş ve burada kontrol altında gelişmesine göz yumulmuştur. Bağımlı kapitalist "gelişme"
* 1992 yılında Los Angeles'ta ortaya çıkan ayaklanma Fukuyama tarafında "merkez kaç güçler"den biri olarak tanımlanmıştır. Bu "merkez kaç güçler" yeni-sömürge ülkelerde ise Silahı- örgütlü muhalefetin yaygın olmasından dolayı, "Kabul Edilebilir Şiddet Düzeyi " olarak "Düşük Yoğunluklu Savaş Strateji" içinde tanımlanmıştır.
sürecinde modern sınıf çatışmasının yaygınlığının iki askeri cunta ile bastırılmasından sonra dünyadaki elverişli koşullarında etkisi ile hızla büyüyen İslami sermaye holdingleşerek yabancılaşma sürecini karmaşıklaştırmıştır.
Bu saldırı dalgası ve çift yönlü basınç devrimci, sosyalist hareketi felsefi olarak etkiledi ve post-modernizmin görüngülerinde biri olan yerelleşme ve politikasızlık ve "yerli" olduğunu kanıtlama çabaları bünyeyi sardı. "Yerli" olduğunu kanıtlamak için bir dizi gerekçe arka arkaya sıralanmaya başladı. Sosyalist solun büyük bir bölümü "yerelleşti".
Derinliği yakalamak
Eylül yenilgisinden sonra sosyalist hareketi derinden etkileyen, hareket kabiliyetini daraltan iki önemli olgu oldu. Birincisi dünya ölçeğinde sosyalizmin aldığı Berlin Duvarı'nın yıkımı ile sembolize olan 'tarihsel yenilgi', ikincisi, 89 sonrası kitlesel bir yükselişe geçen Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi. Her ne kadar biri yükseliş diğeri de "çöküş" olsa da bu iki vektör Türkiye Devrimci Hareketi üzerinde bileşke bir vektöre dönüşerek ideolojik basınç oluşturdular.
Sosyalizmin prestijindeki düşüş, kapitalizme ve idealist felsefeye geçici bir üstünlük sağlarken, entelektüel alandan Devrimci Harekete kadar geniş bir yelpazede yerelleşmeyi, gündelik yaşama takılmanın ve gündelik bir yaşam felsefesinin önünü açtı. Küreselleşme ve Post-modernizm ikiz kardeşleri bu sürecin 'evrensel' iki kavramı olarak belleklere 'kazındılar". Bu özellikle dönemi karakterize eden temel sloganlarda ortaya çıkmaktadır. 70'li yılların büyük kitle gösterilerinin temel sloganı "Tek Yol Devrim' yerini 80'lerde ve 90'larda"Kahrolsun Devlet Terörü"ne bırakıyordu. Fukuyama Hegel ve Marks'a atıfta bulunarak "Tarihin Sonu"nun geldiğini ilan etmekte gecikmedi. Hegel'e gönderme yaparak materyalist olmayan 'kabul görme mücadelesinin' tarihin itici gücü olduğu tarih anlayışı ile dinsel etnik çatışmaları açıklamaya çalışıyor, "derinlerden gelen" milliyetçi dalga özellikle eski "Sosyalist" ülkeler başta olmak üzere yeryüzünü "sarıyor/sardırılıyor"du. Ütopyasını yitiren ufku daralan devrimci hareket süreç içinde bozunma, çözülme ve çürüme süreci içine girdi. Sosyalist saflarda düş gören örgütlerden, bireylerden, kadrolardan günü kurtarmaya çalışan örgütlere kadrolara doğru bir kayış sessiz sedasız geçer akça kazandı.
Bu negatif moral atmosferde ciddi bir gelişme kaydeden KUKM, sosyalist hareket üzerine ulusal bir baskıyı da ekleyince sürece karşı sistematik bir tavır alışı ifade etmekten çok kör dövüşünü andıran bir ulusallık, azınlıklar tartışması sosyalist solun gündemini işgal etti.
KUKM Ve TC'nin "Yıkılma fobisi"
KUKM politik-askeri gücünün ulaştığı düzey, TC'nin "Uluslaşma Sürecini" ,"Yoktan varolan" bir ulusun hikayesini yeniden zaman zaman Ermeni bir Dışişleri Bakanı atayan İttihatçıların hatasına gönderme yaparak, Kürt "asıllı" Hikmet Çetin'in Dışişleri Bakanı yapılmasına , kah böyle işlere kalkışan Ermenilerin perişan olduklarına dair faşist basında yer alan açıklamalar, kah Tansu Çillerin 7/1/1997 tarihi demecinde savaş suçlusu', 'Tehcir suçlusu' olarak idam edilen Kaymakam Kemal beye atıfta bulunması, TC'nin temel yapısını kendisini oluşturan bileşenlerden yeniden üretmek ve sürdüreceği şiddet dalgasını dayanak noktalarını geliştirmek istediği açıktır. Oligarşik cephede ise Devlet arşivleri Genel Müdürlüğünün tüm resmi belgeler kullanılarak Arşiv Belgelerine Göre Balkanlarda Yunan Mezalimi( 2 Cilt), Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda Ve Anadolu da ermeni Mezalimi(4 Cilt) adlı dizi kitaplar hazırlanıyor. PETLAS lastik fabrikasının İttihatçı eskisi bir subayın "Azınlık" kökenli bir tüccardan silah alırken şehitlerin kanı ile ödenecektir ibareli sahte bir banknotla ile ödeme yaptığı reklamı 1998 yılının reklamı seçilmektedir..
Taner Akçam Avrupa seyahatini "Ermeni Sorunun" Türkiye'de aydınlar arasında tartışmaya açmak üzere noktalıyor hata yanına bir belediye başkanını da alarak Ermenistan'a devletleri "barıştırmaya" gidiyor, Birikim dergisi özel sayı çıkarıyor. Sorunu politik projeleri ve kavrayışı ile masaya yatırıyor. Herkül Milas Yunan Ulusal Kimliği'nin oluşumu ile ilgili bir kitap yayınlıyor, Ankara Dil tarih ve Coğrafya Fakültesinde Yunan Dili ve edebiyatı Bölümü açılıyor. Belge Yayınları süreci anlatan bir dizi yayına başlıyor. Varlık Dergisi bir kaç sayı süren panel ve edebiyat tartışmaları başlatıyor. Buna entelektüel alandan kişilere ve sosyalist örgütlere kadar uzanan bir yelpazede "öze dönüş" kampanyası eşlik ediyor. Kimisi 'unutturulduğunu' ileri sürdüğü ulusal kimliğini, kimisi dinsel kimliklerini keşfetti, Kimisi ne olduğunu tanımlamadığı "Halk Gerçekliğini' yıllar sonra keşfetti. Devrimci-sosyalist hareket ideolojik olarak "çözüldü".*
Herkes bulunduğu yerden politika yapmaya başlayınca ufuklar-ütopya sorunu ve buna bağlı olarak yerel, etnik, ulusal üstü kimlik, komünist bir kimlik ve toplumsal ilişkiler oluşturma çabaları geçersizleşti. Artık egemenliğini ilan eden küreselleşmiş piyasa ilişkilerinin felsefesi post-modernizm sosyalist solu da etkisi altına alıyordu.
YORUMLAMAK İÇİN Mİ? DEĞİŞTİRMEK İÇİNMİ?
Sorunun ele alınışı, amaçları ve yöntemleri, bugün ait olunan sınıflara, toplumsal katmanların çıkarlarına göre değişmektedir. Sorun asıl olarak güncellikten beslenmekte ve somut istemler temelinde sınıf çatışmasına dönüşerek tarihselleşmektedir. Bugünün ihtiyaçları doğrultusunda tarihsellik, kendini oluşturan bütünselliğin yeniden yakalanarak güncelleşmektedir. İşte bu tarihsellilik güncellik ilişkisi kendisini gelecek ile bütünleştirdiğinde sistematik bir bütünlüğe ulaşır.
Bu yanı ile yaşam felsefesi ile tarih felsefesi dinamik toplumsal bir ilişkiye dönüşür. Sürecin çalkantılı oluşu akademizm tarafsızlığı altındaki "tarihçiliğin" altındaki toprağı kaydırırken aynı zamanda "sosyalist yada sol" etiketli politik oluşumların ve bireylerin üzerindeki örtüyü de kaldırmaktadır. Milliyetçiliğin her yerden sırıtan ve geniş bir salınım aralığı olan bir çekim merkezi haline dönüşmesinin nedeni budur.
Sorun bugünkü sınıf mücadelesinin ve sınıf tavrının belirsizleştirilmesinde yatmaktadır. Bugün uzlaşma arayanların tarihsel süreç kavrayışları sistemin/devletin statüko anlayışları ile tarihsel olarak ta uzlaşmak zorunda kalmaktadır. Nesnel bir tarihçilik anlayışının ve mesleğinin olamayacağının en yalın kanıtıdır, sınıf mücadelesi. Tarihsel süreç bugünkü yaşamın organik bir parçası haline dönüşürken "seçiciliğin" olguları ayıklama yöntemi olarak belirmesi aynı zamanda bu olguların yeniden birbirlerine bağlanmasının da önünü açmaktadır.
tarihin bu kavranışı, gerçeğin görünür kılınmasını sağlayacağı için başvurulan yöntem yalıtılmış seçicilik olarak kavramların belirleyici olduğu tarih anlayışıdır. Bunda a ya belirli bir tarihi hayali olarak ilerici-devrimci görerek öncesini hiç tartışmadan sonrasını aktarmaktır. Yada toplumsal tarihte etkisi limite yakın olan "olayları" önemli bir toplumsal tarihsel bir işleve sahip göstererek kurguyu bugüne taşımak. Yada tarihsel olarak ortaya çıkan toplumsal ilişkileri ve kimlikleri ezelden ebede giden sonsuzluk içinde görüp tarihsel mitler yaratmak.
yani bugün yaşanan gerçekliğin korkutucu boyutlarının altında ezilmek ve ortaya çıkacak olan kitlesel tarih bilincinin yaratacağı toplumsal devinimin özgürlük alanlarından kendi statükon sarsılacağı için korkmak. Tarihsel illüzyon varolan ilişkilerin sürdürülebilmesinin garantisidir. yoksulluk ve yoksunlukla örülmüş gerçek yaşamın zorlukları illüzyonlarla süslenmiş hayali bir tarihsel etkinlik içinde eriyerek güncelliğe yeniden döner.
*Buradaki çözülme kavramı asıl olarak yaşanılan tarihsel sürecin güncel pratik sorunlarını bilince çıkartıp sosyalist eleştirel devrimci pratiği yeniden üretmek olarak algılanmayan mücadele sürecinin görünümüdür. Yerel sorunlar ve düşüncelerle sosyalizmin eklektik bir karışımının çeşitli versiyonları birbiri ardına boy verdiler.
Milliyetçiliğin çeşitli versiyonlarından Tarihsel süreç
Kemalistler:
"üç savaş yaşanmıştı: Balkan Harbi, Umumi harp, İstiklal Harbi! Birincisinde Bulgarın zulmüne diyecek yoktu. İkincisinde Rus Erzurum'a dek dayanınca Ermeni ayaklanıp Türkleri kesmeye başlamış, Osmanlı Arabistan'dan çekilirken Müslüman kardeşlerimiz bizi arkadan vurmuşlardı. Üçüncüsünde Yunan İzmir'e çıkınca yerli Rumlar azarak düşmanla birlik olmuşlar, ortalığı kana boyamışlardı." (1) , satırlarının yazarı İlhan Selçuk'un da yazarları arasında olduğu, İlhan İrem'in ve muhtemelen Yekta Güngör Özden'in takma isimli yazı yazdıkları Kuvay-ı Medya özellikle 2. Cumhuriyetçi diye bilinenlere ve Kürt sorunu karşısında birazcık duyarlılık gösterenlere karşı kampanyayı genişletti. 10 kupona ABD pasaportu, 20 Kupona M. Ali Birant hakkında açılmış soruşturmalar dosyası, 6 kupona Ertuğrul Özkök'ün bıyıklı posteri gibi ilginç promosyonlarla da süsledikleri bir yayın çizgisi izlemektedirler. Yazı işleri müdürlüğünü ise Nezih Tavlaş yapmaktadır.
Fransız Parlamentosunda Ermeni Soykırımı ile ilgili maddenin kakülünden hemen sonra ortalığı saran milliyetçi histerinin en tipik örneklerinden biri olarak Haziran 1998'de Cumhuriyet Gazetesi alel acele okurlarına ücretsiz Ermeni Meselesi 1-2 başlıklı Yusuf Hikmet Baydur imzalı iki kitapçık vermiştir.Bu çalışma genel olarak emperyalist hegemonya mücadeleleri ve Ermenilerin bunların oyuncağı olduğuna dair bir görüşe dayanarak ermeni Kırımını "anti-emperyalist" bir çizgiye oturtmaya çalışmaktadır. Yine bu kitapçıklardan ikincisinin arkasında ise Talat Paşanın anılarının Hüseyin Cahit Yalçın'ın önsözü ile yayınlanacağı önemle duyurulur. Giderek Osmanlının reddi mirası üzerine kurulduğu söylenen Cumhuriyetin kökleri Osmanlıda çıkmaktadır. Hatta son günlerde televizyonlarda yayınlanan Cumhuriyetin 75. yılı tanıtım filmlerinde "Cumhuriyetin Bir yaşındaki gibi genç ve dinamik, Bin yaşında gibi köklü olduğu ifade edilmektedir.
Faşist-MHP'liler
Türk Ocaklarının yayın organı Türk Yurdunun Aralık 1991 sayılı baş yazısında " 20. yüzyıla girerken yaşadığımız felaketlerin 21.yüzyıla hazırlandığımız bir dönemde tekrarına fırsat verilmemelidir." Keza aynı derginin Haziran 1991 sayısında Nevzat Kösoğlu imzalı "Bu mudur? Yoksa Hayal!" başlıklı yazısında "Ermenilerin vaktiyle Türkiye Türklerine de böyle terbiyesizlikler yaptıkları ama sonucunda kendilerinin darmadağın olduklarını , perişanlığa falan düştüklerini ...." anlatarak Ermeni kırımını savunmacı ve cezai bir hareket olarak meşrulaştırılmasını sağlamaktadır.
Bu kesimin bakış açısını belirleyen devlet Mitosunun berraklığını ise yine bu çevrelerin yayın organı olan Ortadoğu gazetesinde M. Kemal'in içişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya Menemen olaylarına istinaden verdiği "Menemeni Yak!" emrini bir devletin varoluş prensibi olarak değerlendirmesinden anlamak mümkündür. Devletin "bekası ve ebediyeti" için yapılması gerekli ne varsa o yapılmıştır. Bugün de hala bu çizgide bir varoluş ve savunma anlayışı geliştirmişlerdir. Bakışları nettir, Ermenilere ne yapılmışsa Kürtlere de o yapılmalıdır. Bizzat "Başbuğları" Türkeş, Anadolulun halklar mozaiği olduğuna dair söylemlere "Ne mozaiği, Mermer mermer " diye yanıt vermiştir. Yaptıklarını savunan ve yine yaparız diyen bir anlayışa sahiptirler. Felsefelerini talat Paşanın alman büyükelçisine söylediği "Artık Ermeni Problemi mevcut değildir." den alarak, Kürtler kalmazsa Kürt sorunu da kalmayacağı mantığı ile hareket etmektedirler.
Devrimci-sosyalist dalganın yükseldiği 70'li yıllarda duvarları kaplayan "Ya susturacağız ya kan kusturacağız" söylemi de aynı felsefeden ve mantık silsilesinden beslenmektedir. Keza 90'lı yıllarda "Ya Sev Ya Terk Et" biçiminde bu mantık tezahür etmiş ve sevilmediği takdirde başına gelecekler konusunda önceden uyardığı için sorumluluk altına girilmeyeceği önceden beyan edilmiştir.
Benzer düşüncenin taşıyıcısı olan bir "tarihçi" 1922 Eylül'ün de İzmir'de kıyıya yığılan Rumlar için Türk milliyetçiliğinin refleks kodlarından birini hiç tereddütsüz kullanarak, yapılanları mazur göstermek için varlık-yokluk sorunsalına bağlayarak Rum olgusunu milliyetçi ve dışlayıcı bir derinlikle kodluyor. Ve devam ediyor kıyıya yığılan "bu yarım milyonluk sayıda biraz abartma vardı ama şurası belliydi ki Anadolu'da ki Rumlar kıyıya dökülmüşlerdi, Anadolu Rumlardan ebediyen temizleniyordu"diyerek temizlik operasyonunu çok rahat telaffuz edebiliyordu. Kendisi "gerçek" rakamları vererek , 150 bini Anadolu'nun yerlisi değildi, 35 bini Osmanlı yurttaşı olduğunu unutmuş, ve işgal ordularını yanında savaşmıştır, geriye kalanların büyük bir kısmı bir kaç ay önce 100 bin kişilik Mikroasya Rumları ordusu kurmaya çalışıyordu, bu insanların nasıl "suçlu" olduklarını sayıların mekanik ve donuk yüzüne saklanarak sıralıyordu.
Fakat yapılanların boyutları kendisini de rahatsız etmiş olacak ki ."Bu kitleler içinde masum olanlar hiç mi yoktu? " diye sorarak devam ediyor "..Elbette vardı.Vardı ama bu bir savaştı ve yüzyıldır süregelen bir savaştı, Şimdiye kadar yalnız Türkün aleyhine işlemişti. Ta 1820'lerde Mora yarımadasında isyan bayrağını açan Rumlar, oralarda tek bir Türk tek bir Türk eseri bırakmamışlardı. Mora yarımadasında bir zamanlar Türklerin yaşadığını kanıtlamak için şimdi bir tanık gerekir. ama uluslar savaşı Mora'da bitmemişti. Arkasından Teselya, Epir Türkleride aynı kadere uğramışlardı. Buralara da Yunan idaresi gelip yerleşince yerli Türkler göçlerle ölmek şıklarından birini seçmek kalmıştı. Oralarda Türk izi silinmişti. Teselya Yenişehri'nde Yanya'da kaç Türk kalmış, kaç Türk eseri ayakta bırakılmıştı. Her elen yayılması oralarda Türk izinin sürülmesi demek olmuştu. Mora'dan, Epir'den, Teselya'dan kaçan Türklerin hesabı kitabı bile tutulmamıştı. Kaçmayıp can verenlerin sayısını ancak tanrı biliyordu. ama Yunan yayılması ve Türkün silinmesi hareketi durmuyordu. Makedonya'ya , Adalar'a kadar yayılma sürüp gitmiş ve oralarda da yüz binlerce Türk kitleleri kaçıp göçmüştü. Nihayet yüz yıl sonra Yunan yayılması Anadolu'ya sıçramıştı. Anadolu yüzyıldır Balkan yarımadasından sürülüp kovulan Türklerin son sığınağı idi, Türkler için Anadolu'yu savunmak ölmekle kalmak anlamı taşıyordu. Yüzyıldır süren savaşın , bu savaşın kuralı buydu. Yitiren kökten gidiyordu. Bu kuralı koyan Türkler değildi. Türkler yüzyıldır bu kurala katlananlardı. Şimdi katlanma sırası Elenlere gelmişti, artık. Elenler kökten gideceklerdi. Balkanlar çok uluslu temelden tek uluslu temele oturtulmuştu.Türkiye Türklerin olacaktı.Tıpkı "Helas Elenlerindir." gibi."(2)
Bu iki kesim 'bilinçli' milliyetçiler olarak tarihsel süreci savunan bir haliyet-i ruh halindedirler Faşist-MHPliler Kemalistlerden bir adım ilerde militan sokak hareketlerinde de bu argümanları kullanarak gündelik yaşamın içine şiddet olarak sokmaktadır.,
bu hareket pan-türkist görüşleri ile Enver paşanın orta Asya maceralarını onaylarken TC'nin imzaladığı , Misak-ı Milli'den Batı Trakya ve Musul"u feda ederek taviz verdiği Lozan Antlaşmasına karşıydı.(3) ve ayrıca sadece Hatay sorunu bakarak Atatürk'ün dış Türklerle ilgilendiğine ilişkin yanılsama ile de mücadele edilmesi gerektiğini savunurken bunu TC- SSCB dostluk anlaşmalarında SSCB'de yaşayan türelerle ilgilenilmeyeceğine ilişkin taahhütlere bağlıyordu. Bu anlamı ile de "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" söyleminin de resmi kesimlerin kendilerinden başka kimsenin inanmadığı bir yanılsama olarak reddetmişti. Keza aynı yazar Nazilerin 12 Adayı Türklere önermelerine rağmen O günkü Türk devleti sorumlularını bundan ürküp korkarak adalara sahip çıkmamasını eleştirdi.
Bir devlet adamının iş bilirliğini ortaya koymak için M. Kemal'in "Menemeni Yak." emrine atıfta bulunarak asıl olarak hangi geleneğin izleyicisi olduğunu ortaya koymaktadır. aynı anlayış karşı devrimci terörün temel odaklarından MHP'nin aslında buna karşı olduğunu kanıtlamak için MHP duruşmalarında onlarca teröre karşı olduklarına dair genelgeleri kanıt olarak ortaya sürmüşlerdir. Keza "İttihat ve Terakki için soykırım emri verildiğine dair bir tane bile belge bulamazsınız" diyen mantığın modern tezahüründen başka bir şey değildi.
Beyaz Türkler
Bunlar artık iyice tarihsel sürecin unutulması gerektiğini düşünmekte ve zaman zaman sahip oldukları gazete köşelerinde bunu dillendirmektedir. " Biz artık barışı hak ettik. Bizlerin hatırlamaya değil, tam aksine unutmaya ihtiyacımız var.
Unutmaya başlamıştık ta..
Yazık. Şimdi o manasız öfkeleri yeniden canlandırıyorsunuz." (4) İkiyüzlülük her yerinden akıyor . İşlerine geldiğinde Adriyatik'ten Çin seddine kadar bütün bölgenin tarihini anımsamakta tereddüt etmeyen komşu ülke halklarının tarihsel örneklerle atıfta bulunularak tehdit edilmelerine sesini bile çıkarmayarak azgın bir şovenizmle yüklüdürler . Asıl olarak kimliklerini globalleşen dünyadaki mali sermayenin kozmopolitizminden almaktadırlar. Tıraşlı ve bıyıksızdırlar. Batıda yerleşmiş olan klasik "Barbar Türk" imajından oldukça rahatsız olarak ne kadar uygarlaştıklarını kanıtlama telaşı içindedirler. Tarihsel süreci unutma eğilimi taşıdıkları içinde bugün yaşanan katliamları görmezlikten gelmektedirler. Unutma ihtiyaçları bugünkü varlık koşullarından biri olarak önemli bir işlevselliğe sahiptir.
Milliyetçi-"sosyalistler" yada Aydınlıkçılar
Bu kesim TC kadrolarına Osm imparatorluğunun tarihsel sürekliliğinin savunulmaması noktasında önermeler yapacak kadar resmi kalıpların içine sıkışmıştır.(5) Amerikalı Türk dostlarının T.C kendisinden önceki devletin suçlarından sorumlu tutulamayacağına ilişkin tezlerini alkışlayarak aktarmaktadır. bugün olanca güçleriyle mitinglerinde Türk bayrakları taşımakta, Lozan anlaşmasını savunmakta, Samsundan Ankara'ya M.Kemal yürüyüşleri düzenlemektedirler. Soyut bir bağımsızlık fikri ekseninde milliyetçi bir çizgide konumlanmaktadırlar."Daha önemlisi, Türkiye'nin "Ermeni İddiaları " karşısına T.C. kimliğiyle değil, Osmanlı Devletinin siyasal ve ideolojik mirasçısı olarak çıkmasıdır. yanlış buluyor ve Amerikalı Türk dostlarının Osmanlı dönemi eylemlerinden T.C'nin sorumlu tutulamayacağı içerikli bildiriyi ise örnek tavır olarak onaylıyor.
İkinci Cumhuriyetçiler,
Bunlar bir yandan TBMM'deki ikinci grubun görüşlerine kadar giderken diğer yandan kaleleri olan Yeni yüzyıl gazetesinde 29 Ekimde Cumhuriyetin Öyküsü kitapçığı verecek kadar bir tutarsızlık içerinde salınmaktadırlar. Bunların cumhuriyetin kurulma süreci ile çok büyük bir problemleri yok. Onları asıl ilgilendiren bugünkü açılımların yapılacağı zemine tarihsel arka plan oluşturmak için TBMM kurulurken liberal düşünceyi savunanları tarihsel perspektif içinde bugüne taşıyarak bugünkü cumhuriyetin restorasyonuna kaldıraç yapmaktır. Zaman zaman politik atılımlar yapmaya kalksalar a Cumhuriyetin "asıl sahipleri ve bekçileri" karşısında nizama geçmeyi de ihmal etmemektedirler. Yeni Demokrasi Hareketi "Katılımcı' demokrasinin ve "Sivil toplumun" işlerliliğini gösterebilmek için soldan takviye edilmiş bir ekip ile toplumsal hoşnutsuzluğu arkalarına alabileceklerini düşündüler. . Asıl olarak kapitalizminin 21.yy giderken yeniden yapılanmasının gerekliliğini düşünen ve bunu dillendiren ekonomik liberalizmin siyasal liberalizmle bütünleşmesi gerektiğini savunan liberal bir akım olarak siyaset sahnesinde yerini aldı.
İnsan hakları açısından bakanlar var
Bu kesim ikinci cumhuriyetçilerle benzerlik gösterseler de "özgürlükçü" bir "sosyalizm" anlayışını savunan sol eğilimli ve Birikim dergisi çevresinde toplanan, Helsinki Yurttaşlar derneğinde örgütlenen sol liberal bir çizgidir. Birikim dergisinin yazarlarından olan Taner Akçam bölge tarihinin toprak tarihi olarak görülmesinin bırakılmasını ve insan hakları tarihi olarak yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. Yöntem olarak bu bakış açısını seçtikten sonra niçin bölgenin tarihinin yeniden yazılması gerektiğini konusunda neler söylüyor." Ben Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsün'de bir projeye bağlı olarak çalışıyorum. Ve hala da bu çalışma sürmektedir. ve Türk akademik dünyasında bu problemi tartışılabilir hale sokabilmektir. bunları ifade ettiği röportajda daha da açık konuşuyor" Türk-ermeni ilişkilerinin düzelmesi aslında İsrail-Filistin yakınlaşması veya Almanya-İsrail yakınlaşmasına benzer büyüklükte ve etkililikte bir olay, Türkiye'nin demokratikleşmesi yolunda, batıya entegrasyon yolunda son derece büyük bir anlamı olan ciddi bir adımdır. (6)Bölge tarihini insan hakları ekseninde yeniden yazılması gerektiğini söyleyeceksin ve arkasından toprak eksenli bir çözüm sürecinin ürünü olan iki devletin arasını düzeltmeye çabalayacaksın ve böyle bir çözümde ağır sorumluluğu ve suçu olan Batı'ya entegrasyonu olmazsa olmaz koşul olarak görüp Batı'nın aslında bizlere "uygarlık" getirdiği masallarını onaylayacaksın. O Batı ki işlediği insanlık suçlarının üstünü sürekli örtmeye çalışan ve bunları aslında "uygarlaşmamış" halkların birbirlerini boğazlamaları olarak sunan, sınıfsal çıkarları gereği hemen unutan emperyalist dünyadır.
Sosyalist Blok'un çökmesinden sonra zafer çığlıkları atan emperyalizm Fukuyama'nın ağzından zaferinin ideolojik belgesini Tarihin Sonu ve Son İnsan Kitabında Akçam'ın entegrasyonu önerdiği Batı olarak gördüğü sistemleri anlatıyor.:Devletin özel mülkiyetin ve özgür girişimciliğin meşruiyetine ilkesel olarak nasıl yaklaştığı araştırılırsa her halde daha yararlı olur. Biz bu ekonomik hakları koruyan devletleri liberal kabul ediyoruz. Bu hakları reddeden yada başka ilkelere (örneğin ekonomik adalet) dayanan devletler bize göre liberal değildir(7) Buradan bir sonuç çıkar bugünün ihtiyacı ile tarihsel süreci yeniden kurgulamak. YDD Ortadoğu ve Kafkasya politikaları doğrultusunda insan hakları eksenli bir tarihsel çalışmanın temel amacı TC devletinin soykırımı kabul ederek AT üyeliğinin şartlarından birinin daha yerine getirilmesindedir. "Her nasıl olsa Helsinki Yurttaşlar Meclisi Avrupa bütünleşmesinin gerçekleşmek üzere olduğunu düşünmektedir." tezinden beslenen Akçam, Bunun için yazılarında "Biz" söylemini bilinçli olarak seçmektedir. Nesnesi belli olmayan "Biz" öznesi hem sosyal hem politik salınım aralıkları bırakmakta fakat milliyetçi söylemin çekim alanından çıkamamaktadır. Doğal olarak ta tanımlanmayan kimliksiz "Biz" doğal mecrasında akarak Akçam'ı Türk ulusu adına konuşturmaktadır. "Biz" ve "Onlar" olarak çekilen sınırlar varolan statükoyu, yani milli devletleri ebedileştirmekte ve sınırlara çekilen dikenli tellerin aslında ideolojik-kültürel birer izolasyon tabakaları olduğunu gömemezlikten gelmektedir.
Herkül Milas "Tencere Dibin Kara" isimli Amaç Y. çıkan kitabında ulusalcılığı ve Enternasyonalizmi eleştirdikten sonda insancıl bakış açısını öneriyor. Keza kendisi Türkiye kökenli akademik çalışmalarda iki çalışmaya atıfta bulunuyor. Kerim Sadi'nin Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Dönemi ve Tarihsel maddecilik, ve buna dayanarak yapıldığını söylediği Bilge Umar'ın İzmir'de Yunanlıların Son günleri . Atıf yapılan Kerim Sadi'nin çalışması adında anlaşılacağı üzerine maddeci tarih anlayışı ile bir dönemi anlatmaktadır. gerçek ancak bu bakış acısı ile ortaya çıkar. Herkül Milas Yunan Ulusunu Doğuşu adlı çalışması ile "Ulusal tarih" anlayışını arkasındaki sis perdesini aralamaya çalışıyor. Türk tarihçiliğinde tekil ve bütünlüklü bir Yunan anlayışını var ettiğini, iki toplum iletişim kurduğundan beri böyle bir varsayımlar zinciri içinde değerlendirildiğini söyleyerek E. Carr'ın tarihçinin secici ve taraf olduğuna dair saptamasına atıfta bulunarak izleyeceği yolu ürkek bir tarzda ortaya koyuyor. Göreceğiz ki bu ürkeklik sonuç olarak onu çıkmaza götürecektir. Nasıl ki Carr İkinci Paylaşım Savaşı sonrası geliştirdiği perspektifle bu çıkmaza Petrosyan'a soruyor, Tarihsel faktör ve soykırım iddiasını anayasaya koydurmadınız neden? . Yanıt çarpıcı. "hukuki alan ile politik alanın ayrılığının altını çizmek gerekiyor." Keza aynı dönemde aşırı milliyetçi Ermeni partileri kapatılıyor. Taşnak yöneticileri tutuklanıyor.
İslami açıdan bakanlar var,
Bu kesim asıl olarak Cumhuriyetin kurulumu sürecinde yaşananlardan pek rahatsızlık duymayan sadece bu kadar süre iktidar aygıtının dışında bırakılmalarına serzenişte bulunan ve bugün sistemle asıl olarak sisteme dahil olma noktasında "çatışan" bir güçtür. Bu kesim zaman zaman Alp Tekin'in türk milliyetçiliği üzerine yazılarına gönderme yaparak "batılılaşmayı" ve doğal olarak "laikliği" ülkenin başına Yahudilerin musallat ettiğini vaaz ederek Ermeni, Yunan düşmanlığına anti-semitizmi de ekleyerek hareket alanlarını genişletmektedirler. Halkın madden ve manen zarara uğratılarak mukaddes bildiği ne varsa , "Adı Yakup kafası Agop olan ve yeryüzünü ifşad eden siyonist güçlerin emir ve talimatları gereğince" tahrip edildiğini söyleyen anlayış, "Başörtüsü Sorunu"nu tartışırken " Fransız, İtalyan , Ermenin ve Yunanın cesaret edip yapamadığını bugün "Adları Yakup kafaları Agop olan Kemalist rejimin köpekleri tarafından yapıldığını ve elbette Sütçü İmam'ın torunları tarafından cezalandırılacaklarını"*( Ümmet-i Muhammed, Sayı 227, Sayfa 13, 18 haziran 1998) ifade ederek güncelde "kopuştuğu" Kemalizm ve kuruluş süreci ile tarihsel olarak bağını yeniden kurmaktadır. Tarihsel süreçlere bakışlarında haç-hilal karşıtlığı esastır. zaman zaman Osmanlı Devleti içinde azınlıklar sorunsuz yaşıyorlardı türü "tarih tezleri" üretseler ve islami ilkeler uygulansa bugünkü Kürt sorunu yaşanmayacaktı türü ancak ümmetçilik esasına dayalı islami çözüm önerileri getirseler de son tahlilde sistemin yeniden üretilmesinin muhalif payandaları olarak islami politikleştirmişlerdir. Kendisi eski bir "sosyalist" ve uzun zamandan beri islamcı bir Şair olan İsmet Özel'in bir şiirinde kullandığı anonim dizeler:
"Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş mimbere
kafir Yunan bayrak asmış
Camilere her yere"
Göstermektedir ki İslamcılar açısından Türk Milliyetçiliğindeki "Kahpe Yunan" nitelemesine birde "Kafir" sıfatı eklemektedir.
Marksistler açısından sorun ,
tarihi insan eyleminin nesnel verilerle içinde bulunduğu üretim ilişkileri/toplumsal ilişkiler ve çelişkiler toplamı olarak maddeci bir tarih anlayışı ile değerlendirerek, insan toplumlarının gerçek gelişimlerinin altında yatan nesnelliği ve bugünkü insan eyleminin ip uçlarını yakalayarak, bunca yıllık ideolojik bombardıman altında emekçi yığınların bilincinde yer eden/edindirilen milliyetçi ve ırkçı önyargılarla mücadele etmek, faşist düşüncenin ve hareketin çok rahat işlediği kavramların oluşum nedenlerini ortaya koyarak , dönem denem konjonktüre bağlı olarak vurgu yapılan Moskof, Kalleş Ermeni, Kahpe Yunan, Hain Arap, ve güncel olan bölücü Kürt ideolojik kodlarının arka planını ortaya koyarak bugün sosyalist mücadelenin , salt varolan kimliklerin tanınarak değil, emek ekseninde ulusal ve dinsel üstü bir toplumsal kimlik/toplumsal ilişkiler oluşturma mücadelesinde bir bileşene dönüştürerek, egemen ulus kültürü olarak faşist propagandanın dayandığı Türk Milliyetçiliği* ile kapsamlı bir mücadelenin önünü açmak.
Genel olarak sosyalist örgütlerin yazınlarında anti-şovenist yazılara ve perspektiflere rastlamak mümkün. Makaleler düzeyinde ve sosyalist ajitasyonla yüklü kırım ve jenosidi lanetleyen perspektiflerde görülmektedir. fakat sorun tarihsel arka planı ortaya çıkararak tarihsel bilinçle yoğrulmuş yolumuzu açacak toplumsal pratiğe yön verecek bir perspektif üretmektir.
GÜNDELİK YAŞAMDA KISA BİR GEZİNTİ
"Türk Tarih Tezinin" tarihsel kurgusu ile birlikte son Türk devletinin kurulurken kendini vardan yok ederken "perişan" ettiği dış düşmanlar Türk egemen sınıflarının iç manipülasyonu yığınların bilinçlerine derinliğine maniple ederek üretmeleri gündelik yaşam içinde kuşaktan kuşağa aktarılan semboller, sözcüklerle karakterize olurken okul kitaplarında okutulan Osmanlı tarihi ve Cumhuriyet tarihi derslerinde kahramanlık menkıbeleri ışığında yeni kuşakların beyinleri ırkçı ön yargılarla doldurulmaktadır. 'Korkak Gavur-Cesur Türk' imajının işlendiği "tarihi" filmler-Malkaçoğlu, Battal gazi, Kara Murat vs.- Kahpe Yunan imajının üretildiği Anadolu Harekatı dönemini anlatan filmler ve zaman zaman alevlenen Türk-Yunan ilişkilerine istinaden yapılan tehditler, açıklamalar ve iç politikada ve Medyada birbirini aşağılama amacıyla çok rahat kullanılan Rum dölü, Ermeni dölü küfürleri sistematik olarak gündelik yaşam içinde ön yargıları sürekli üretmekte ve emekçilerin gözlerinde bilinmeyen eski zamanları illüzyonlarla "bilinir" kılmaktadır.
Hatta Susurluk "Kazası" sonrasında gelişmelerde oldukça meşru bir zemin elde eden katiller sürüsü özel Timciler, HBB Akşam Ana Haber Bülteni'nden sonra yorum yapan Behiç Kılıç'a ( Sedat Bucak'la röportaj yapan "gazeteci") gönderdikleri ve Behiç Kılıç'ın da okuduğu mektupta, hızlarını alamayıp Anadolu'ya girişten günümüze kadar gelen süreçle ilgili bir tarih dersi verdikten sonra yakın döneme gelindiğinde, Yunana karşı savaşta Dumlupınar'dan, Kocatepe'den, Sakarya'dan, Araplardan söz ederken 'Türkleri arkadan vuran" diye ekler ve bunları da Suriye ve Yunanistan ile ilişkilendirerek bugün bunların PKK'ye arka çıktıklarını dillendiriyorlar. İşte bu yanılsamalı dünyaya müdahale eden sosyalist hareket tarihsel gerçeklerin yerli yerine oturtulması açısından ulus motifinin ve ulusal tarih anlayışının dışına çıkarak çok uluslu bölgenin tarihsel gerçeklerini emekçilerin ekseninden bugüne getirmeli ve kör edilen gözlerin üzerindeki örtüleri kaldırmalıdır. Bugün faşist propagandanın işlediği zaman zaman büyük şehirlerin güzide yerlerini süsleyen Ermeni ve Rum düşmanlığına ait pankartlar ve aynı kaynaktan beslenen MHP, RP tabanı bu önyargılarla en yüklü ve reaksiyoner kesim olarak % 30'lara varan bir oy kitlesini etkilemektedir. Bu insan yığınının özel bir yönlendirme ile neler yapabileceğini tabi ki öncelikle devrimciler ilericiler ve demokratlar Sivas'ta yaşarak görmüşlerdir. Son yıllarda bu etnik düşmanlığa tarihsel müslüman ittifak Kürtlerde girmiştir.
Okul kitaplarında ecdadımızın kahramanlık hikayeleri bir tarihsel süreklilik içinde anlatılıyor. Tabi ki TC'de de bu tarihsel süreklilik içinde yer aldığından geçmişten kendini sorumlu hissedecektir , Taner Akçam demokratikleşme ve Avrupa'ya entegrasyon sürecinin bir parçası olarak tarihsel sorunların özürle çözülerek unutulması gerektiğini çok rahat söylüyor. Mehmet Barlas "Kırk yıllık Yani , olmalıdır artık Kani" başlıklı yazıyı oldukça rahat yazmaktadır.(9) (İstanbul'dan Diyarbakır'a azalırken, Yelda, Belge Y. 146)
1994 sonu, 1995 başında Savaş Ay'ın bir programında "Ermenileri nasıl bilirsiniz?" sorusuna yaşlı bir teyzenin verdiği cevap, "Allah boyunlarını devirsin derim, ne derim ki!" Bunun üzerine SA neden diye sorunca devam eder " Ermeni dostumuz mu ki, haliyle iyi düşünmeyeceğiz, Hadlerini bilsinler, Rum Yunan hepsi birdir. Türkün dostu yine türktür.. Yıllardır görüyorsunuz bize karşı davranışlarını, çok kötü. Biz devamlı iyi, onlar kötü niyetli, Bize düşman onlar." 186
*Türk milliyetçiliği kavramı asıl olarak Faşist Oligarşik Devletin "İdeolojik" ihtiyaçlarına yanıt vermektedir. Çünkü Türk milliyetçisi, Ermeni, Rum, Arap ve Moskof düşmanıdır, anti-komünisttir, "İlerici ve Laik Sosyal-demokrat"tır. Güncel ihtiyaçlara göre geniş bir salınım yelpazesi vardır. Faşist ideolojinin tüm eklektizmini içinde barındırmakta ve yeniden üretmektedir. Bunun için "Sünni Türk Burjuvazisi" ve "Sünni Türk Milliyetçiliği" gibi zorlama tanımlar konunun derinlikli kavranışını engelleyen sınırlılıklar taşımaktadır. Çünkü bugün Laik Milliyetçilerle Sünni milliyetçiler aynı sistemin sahibi oldukları iddiası ile bir "çatışmanın" içindedirler. "Sünni Türk Milliyetçiliği" kavramlaştırması "Laik Milliyetçileri" dışlama tehlikesi taşıdığından dolayı bilinç bulanıklığına yol açabilecek yanılgıları içinde taşımaktadır.
Devletin ve örgütlü faşist hareketin toplumsal bilincin bu gündelik akışına nüfuz etmeleri ve kendilerini bu alanlarda emek güçlerinin örgütsüzlüğü ve zayıflığından yararlanarak yeniden üretmeleri sorunun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Gerek İlhan Selçuk'un tarihsel "gerçekleri" ifade eden yazısı gerek Mehmet Barlas'ın artık değişmeliler başlıklı yazısı, gerekse Savaş Ay'ın programına çıkan yaşlı teyzenin Ermenilerle ilgili sorulara verdiği yanıtlar tarihsel süreklilik içinde işlenen ve kuşaktan kuşağa aktarılan mitlerden oluşmaktadır.
Biraz gerilere gittiğimizde Edebiyat yapıtlarında halkın bilincinde yer edinmiş/edindirilmiş önyargılardan bir kaçını izlemek mümkün
"Sustular bir nöbet daha
Bak ne diyeceğim Hacı?
Buyur Talib'a öl de öleyim!
Berhudar ol! Git o muhtar olacak Yunan'a!1" (11) Gündelik yaşam içindeki ilişkilerin ortaya çıkardığı çıkar çatışmalarının beslediği ortamda karşısındaki aşağılamanın temel argümanı olarak Yunan kavramının kullanılması aynı zamanda karşısındakine asıl alınması gereken tavrı da ironik bir tarzda ifade ederek konumunu meşrulaştırmaktadır. Devam edelim.
"Profesörün dersini en ilgiyle izleyen gül Ümmetti
- "Ya kahpe analı yah! görüyormuşsun Yunan'ı"
Profesör- Evet, Evet Yunan'dan daha beter efendim, çok tehlikelidir efendim"(12)
Bu tartışma 45'ler sonrasında yabanıl bir otun toprakları kapladığı bir iç Anadolu köyünde geçmektedir. Konu asıl olarak yabanıl otla nasıl mücadele edilmesi gerektiğidir. Burada yabanıl otun "işgalci" olarak algılanması, hızlı ve kök salarak toprağı kaplamasına atıfta bulunulmaktadır. Bunu tanımlayabilmenin en iyi yolu, işgalin somut görünümü olan Yunan ordusuna gönderme yaparak sorunun vahametini ortaya koymaktır. Yunan işgali varlık-yokluk sorunsalına bağlanmıştı. Yabanıl otun durumu da köylünün varlık-yokluk sorunu haline gelmişti. Üstelik birde buna "Alaman" işgal tehdidine karşılık iman gücümüzün ortaya koyduğu muazzam gücün Yunanı ne hale getirdiğini hatırlatarak aynı iman gücüyle Alamanı'da dize getireceğini ima eden ve ezan sesinin duyulmadığını kafir yunan'ın camilere her yere bayrak astığını ve minberin üzerinde artık haç bulunduğuna dair derin analizlerle müslümanlığın ve imanın yüceltici etkisi altında kolektif bir rahatlama düzeneği kurulmaktadır.
"-Biz müslümanız, Alaman bize hiçbir şey yapamaz,Kurtuluş savaşında Yunan'a ne oldu? Kaçacak delik bulamadılar, Dualarımız karşısında ne top dayandı, ne tüfek." (13)
Gündelik yaşamda halkın hissettiği ve ifade ettiği duygular ve islamcı milliyetçilerin ifadeleri bir yana Kendisi TKP üyesi komünist bir aydın olarak onurlu bir yaşam mücadelesine sahip olan Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'da dar ulusal kalıplar içine sıkışma tuzağına düşmüştür.
"Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin Dedi ki: "Teselyalı Çoban Mihail,"
Nurettin dedi ki:" Seni biz değil buraya gönderenler öldürdü seni..
(14) Nazım bu dizeleri kaleme aldığında hiçbir bilgisi olmasa bile bir TKP yöneticisi olarak Şefik Hüsnünün yazılarını okumuş olması gerekiyor. Keza aynı nedenlerden dolayı Komüntern politikalarını da bilmemesi için bir neden gözükmüyor. Nazım bu dizeleri 40'larda kaleme alıyor.
Gerçektende Teselyalı çoban Mihail'dir oradaki. Nazım emekçilerin savaş denilen mezbahada kıyımdan geçirilmelerinin sorumlularını aramaktadır. fakat tarihsel gerçeklik zihninde tek taraflıdır. Bir komünist aydın olarak salt emekçilerin emekçi olmaları ile ilgilenemez emeğin bilinçli örgütlenmelerinin ve mücadelelerinin taşıyıcıları olan sosyalistlerin duruşları ile de ilgilenmek zorundadır. Burada sorun Ulusal devlet sınırları içindeki sosyalistlerin ve emekçilerin tarihi anlayışından kopmaktır.. "Ulusal "sınırlar içinde tarih yazılmamalı diye bir önerimiz yok. Sorun bir burjuva devleti sınırları içinde emekçilerin ve sosyalist hareketin tarihini kaleme alırken hem bugünün sorunlarına ışık tutacak olması ve bir soyutlama alanı olarak somut gerçekliğin diğer olguları ile de bağlantıların kurularak gerçekten emekçilerin ve sosyalistlerin tarihini bugüne taşıyarak tarih ve sınıf bilincini organik bir bütün halinde yeniden üretmektir.
Benzer sürecin gündelik yaşamımızdaki en yalın örneğini ise sol bir mizah dergisi olan Leman"da (15) görmek mümkün. Yunanistan'da torun dedesine askerlikle ilgili sorular sorar, dede aklına "İzmir'de denize dökülüşünü" getirir ve okkalı bir küfür çeker. Gene aynı derginin başka bir sayısında İzmir'de denizi seyreden ihtiyar Yorgo'yu arkadan gelip Salih Çavuş "Naber lan Yorgo buraya turist olarak mı geldin" diyerek denize iter ve Yorgo "Hiç değişmemişsin Salih Çavuş" diyerek yanıt verir. Hala bilinç altlarında İzmir'de denize dökülen Yunanlıların bulunduğunun tipik bir örneğidir. Sol eksenli bir mizah dergisinde önyargılar bu biçimde dışa vurulursa milliyetçi kesimde yok edici şiddet olarak dışa vurması da oldukça "doğal" karşılamamız gerekiyor.
Halkın bilinçaltında yerleşmiş olan bu tip önyargılar kriz anlarında refleks olarak örgütlenerek öfke bu kesimlerin tümüne yöneltilmektedir. 6-7 Eylül olayları İttihat ve Terakkinin örgütlediği Teşkilatı Mahsusa geleneğinden gelenlerin "çok özel " bir marifeti olarak sahneye konmuştur. İtalyan faşizminin örgütleyicilerinin bir kısmının eski sosyalist ve anarşist olmasının yada bugün bir çok eski solcunun islami saflarda gezmesinin yada Atilla İlhan örneğinde olduğu gibi ülkücü-faşistlerle haşır neşir olmasının nedeni bu kolektif bilinç altıdır. bu gündelik yaşamın içinde kendisini sürekli üretir. Boşluğun doğduğu noktada yitirilen gelecek umudunun yerini hızla doldurur ve o güne kadar baskın olan görünümün altından hızla çıkar.
Resmi tarih teki ulusal duyguları okşayıcı ve yanılsama yüklü kitapların, metinlerin isimlerine bile bakmak biraz aydınlatıcı oyabilir. "Türkün ateşle İmtihanı" Halide Edip Adıvar, "Türkün Siyah Kitabı-Yunan mezalimi", kadir Mısırlıoğlu "Balkanlarda ve Anadolu'da Yunan mezalimi", Devlet Başbakanlık Arşiv yayınları, yada bir gazete tefrikasının başlığı "Dumlupınar'dan İzmir'e Esen Kasırga". Bu kitaplar ve azılar on binlerce insan tarafından okunmaktadır. Onların gündelik yaşamlarında önemli roller oynamaktadır.
Yaşananları net olarak algılayabilmek için Bu hareketin önemli simalarından Kuşçubaşı yaşanan it dalaşını"Anadolu'nun yeniden fethi" hareketi olarak değerlendirdiğini hatırlamakta fayda var.
Tarih Bilinci, sınıf mücadelesi ve Yığınların Gündelik Yaşamlarını Etkileyen Toplumsal Dalgalanmalar
Anadolu'ya göç dalgaları halinde giriş yapan Türkmen kabileleri yerleşik uygarlıklarla girdikleri ilişkiler sonucu sınıfsal ayrışmalar derinleşmiş, ve Bizans etkisindeki ilk devlet geleneğini de oluşturarak kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devletine karşı ilk büyük başkaldırı Babailer ayaklanması ile gerçekleşmiş. Anadolu Selçuklu Devleti'nin külleri üzerinde devletleşen Osmanlılar ise devlet kurumlaşmasını ancak Fatih Kanunnameleri ile gerçekleştirmişler ve buda Anadolu'da komünizan özellikler taşıyan Şeyh Bedrettin toplumsal kalkışmasının bastırılmasından sonra gerçekleştirilmiştir.
Resmi kaynaklarda Fetret Devri olarak geçen dönemde gerçekleşen Şeyh Bedrettin Hareketini ve Fatih Kanunnamelerinin ortaya çıkışını izleyen ve "Büyük Kaçgun", "Kırım Dengesi" olarakt a adlandırılan Celali İsyanları dönemi İsyanların 50 yıl kadar sürerek -1511 Şah kulu ve Şeytan kulu Ayaklanmaları,1512 Nur ali Halife ayaklanması, 1518 Bozuklu Celal ayaklanası, 1525 Baba Zünün ayaklanması, 1526 Domuz oğlan ve Yenice Bey ayaklanması, 1527 Kalender Şah, Veli Halife, 1530 Şeyh Seydi ayaklanması ve bundan sonra Celali İsyanları adını alacak olan ayaklanmalar zinciri 1598 yazında doruğa ulaşır. Karayazıcının önderliğinde birleşerek 20-30 bin kişilik bir güç oluştururlar. 20 bin kişi ayaklanma bastırılırken kılıçtan geçirilir.1610 kırım dengesinin devlet lehine bozulduğu yıldır.1606 Kalenderoğlu Mehmet ayaklanması,1607 Yusuf Paşa ayaklanması,Canbulat Ayaklanması,1625-27 Abaza Mehmet Paşa Ayaklanması, 1625 Cennetoğlu Ayaklanması, 1632 İlyas Paşa ayaklanması, 1647 Karahaydaroğlu ayaklanması, 1646 Katırcıoğlu ayaklanası,1647 Vardar Ali Ayaklanması, 1649 Gürcü Abdünnebi Ayaklanması 1659 Abaza Hasan Paşa Ayaklanması, 1700'ler Toroslarda Kozanoğlu ayaklanası. 1600'lerin ilk on yılı içindeki ayaklanmalar Kuyucu Murat Paşa yönetimindeki Osmanlı askerleri tarafından vahşet yöntemleri ile bastırılıyor. Bundan sonraki isyanlar ise paşa isyanları olarak ortaya çıkıyor. (16)- bir döneme yayılması ve bastırılmasındaki vahşet ile karakterize olmuş, Mecburi İskan'na tabi tutulan Türkmenlerin isyanının bastırılmasında izlenen diri diri kuyulara gömme yönteminden dolayı bir Osmanlı Paşası "Kuyucu" sıfatını almıştır.. Bu isyanların çoğuna yoksul Hıristiyan ve Yahudilerdi katılmıştır. Türkmen köylülerinin her ayağa kalkışlarında vahşice kıyımdan geçirilmeleri genel bir hareketsizlik ve siyasi kayıtsızlık dönemi başlatmıştır.
1800'ler sonrası kırsal kesimde daha çok eşkıyalar ve efelerle * , Kentlerde ise bir kaç toplu isyan girişimi ile karakterize olmuştur.( Bunlar daha çok yeniçeri isyanları olarak bilinir içlerinden Patrona Halil isyanı resmi söylemin dışında kent yoksullarının isyanı olarak hala incelenmeyi bekliyor..) Bu yoksul Türk köylüsü Osmanlının "milletleri"ne askerlik yaptırmadığından Kırım'dan Plevne'ye, Kafkasya'dan Yemen'e tam bir kırımdan geçirilmiştir. Birinci Paylaşım Savaşında üniforma giydirilerek katledilen 466.769'u salgın hastalıklardan olmak üzere 804.000 (17) Türk köylüsünü de, 1,5 milyona yakın Ermeni'yi de "Tehcir" adı altında katleden aynı İttihatçılardır. Osmanlı egemen sınıfları Türk köylüsünü siyasi olarak pasifleştirdikten sonra diğer politikalarını , özellikle Balkanlardan gelen göçmenlerin örgütlenmesi ile çok rahat biçimde uygulamışlardır.
*1872-1912 yılları arasında yaşayan" Çakırcalı( Efe) Rumlardan Türklerden ve Yahudilerden bir yatak ağı kurdu." S.102 Yaşar Kemal Adam Y. Şubat 1996. Bu dönemde dahi emekçilerin zulme karşı tavırları ortaklık göstermektedir. burada bir noktaya değinmenin gerekliliği var. Çakırcalıyı takip eden Kuşçubaşı Eşref daha sonra İttihat ve Teraki'nin önemli simalarından biri olarak hıristiyan halkların fiziki tasfiyesini soğukkanlılıkla yerine getirecek ve savunacaktır.
Burjuvazinin Yükselişi ve Milliyetçilik
Pazar ilişkilerinin geliştirdiği burjuvazi, pazarda milliyetçiliği öğrenmesi sonucu Fransa'da devrim ile eski köhnemiş bütün ilişkileri sökerek bayrağına insanların binlerce yıllık özlemleri olan eşitlik. özgürlük ve kardeşlik yazarak egemen sınıf konumuna yükseldi. Bunu izleyen yıllarda kapitalist sömürgecilikten dünyadaki bütün halklar paylarına düşeni almışlardır. Osmanlının Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı bu sürece ayak uydurma çabaları olarak güdük kalmış Askeri-Merkezi feodal imparatorluk Komprador feodal bir niteliğe dönüşmüştür. Saray Kompradorlaşmıştır. Burada sarayın kompradorlaşmasının altını özellikle çizmek gerekiyor, çünkü işbirlikli azınlık sermayesinden oldukça fazla söz edilirken Saray'ın kompradorlaşması çok fazla dikkat çekmemektedir. Yada bilinçli olarak özellikle milliyetçi çevrelerde hasır altı edilmektedir. Yabancı sermaye resmi imtiyazları almadan Osmanlı Devletinde hiçbir varlık gösteremezdi, yerli azınlıklara mensup burjuvazi ise Avrupa ülkeleri tebaasına geçerek oldukça rahat faaliyet yürütme avantajına sahip olmuştur.
Avrupa sermayesi ile olan ilişkilerinden dolayı hıristiyan toplulukların burjuvazileri çok daha hızlı ulusal bilinç edinme şansına sahip olmuşlardır. Pazara giren burjuvazinin ulusu keşfetmemesi olanaksızdı Sorun güvence altında bir pazar olduğu için, ister tarihsel olarak ortaya çıktığı İngiltere ve Fransa olsun isterse onu izleyen yıllarda gelişen hareketlerde değişik ulusal motivasyonlar gelişmiştir. "Uluslaşma" süreçlerinde Türklerde İslamiyetin, Yunanlılarda Ortodoksluğun, Sırpça konuşan toplumlardan Hırvatlarda Katolikliğin, Sırplarda Ortodoksluğun, Boşnaklarda Müslümanlığın önemli olması. Uluslaşma süreçlerindeki farklılıklar ulusal sorunun tarihsel olarak kendini ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. emperyalizm dönemi ile birlikte ulusal sorun sömürgeler sorunu haline dönüşmüş ve uluslaşma sürecinin ana ayağını anti-emperyalist mücadele oluşturmuştur.
1800'lerde Osmanlıda Merkezi Feodalite, yerel feodaller, eşraf ve ayanlarla geniş köylülük arasındaki çelişkiler derinleşmiş, dışa vurmaya başlamıştı. Sorun asıl olarak Balkanlar üzerinden geliyordu. Kapitalist ilişkilerin Avrupa'nın güneyine doğru yayılması Osmanlı egemenliği altındaki halklarda bağımsızlık ve özgürlük duygularını güçlendirmiş, burjuva demokratik devrimleri Balkanlara doğru yaymaya başlamıştı. Bu tarihsel süreç burjuva Demokratik Devrimleri olarak ilk işçi iktidarı olan Paris komününe kadar süren bir döneme damgasını vurmuştur. Zalimlere ve Tiranlara olan öfke çığ gibi büyüyordu. Balkanlarda bu dönemdeki isyanlarda çok etnikli bir bileşen görülüyordu.(18)
Fakat 1804 Sırp İsyanı ve onu izleyen 1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı gelen dönemde yaşanacakların ilk kıvılcımları oldular
3 Mart 1878'de imzalanan Ayastanfos (Yeşilköy) anlaşması ile Balkanlardaki bağımsız Devlet statüsüne Karabağ, Sırbistan ve Romanya'da ekleniyordu. Ayrıca 1877 Osmanlı-Rus savaşı ile bağımsızlığını kazanan Bulgaristan ise topraklarını genişleterek çıkıyordu bu savaştan.
Osmanlı bürokrasisi kendini modernize etmese devletin bekasının tehlikede olduğunu görmüş ve devletin temel direği olan askeri örgütlenmeden dolayı bu alanda Batı'nın yeniliklerini bünyeye taşıma çabaları başlamıştır. İlk önce Osmanlı padişahlarından II. Mahmut tarafından Nizam-ı Cedit'le başlayan bu yenilenme hareketi , 1848'lerde Prusyalı general Moltke ve ardından 1883'te gelip 1895'e kadar Osmanlı'da kalan Genelkurmay ikinci başkanlığı yapan General Goltz sayesinde Alman silah sanayi kendisini Osmanlıda tekel konumuna getiren bir dizi anlaşmayı imzalamayı başardı. Almanların askeri ve demiryolu projelerindeki başarıları ileriye dönük Ortadoğu petrollerine giden yolu açıyordu. Bu süreçte askeri mühendislik Okulları, askeri tıp okulu , Askeri okullar açılmış ve Batının tüm yenilikleri bu kanallardan ülkeye akmaya başlamıştır. Abdülhamit istibdadına karşı gelişen Jöntürk hareketi hep bu okullardan beslenmiştir.
"Askeri-Sivil Aydın Zümre" yani Bürokrasinin alt Kesimi ve Osmanlı'nın "milletleri" örgütleniyor
Osmanlı devleti içindeki İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'nın hegemonya mücadeleleri, Osmanlı bürokrasisinin devleti "kurtarma" yönlü girişimleri ve örgütlenmesi İttihat ve Terakki ile başlıyor, keza aynı tarihlerde Ermeni devrimci örgütleri de kuruluyordu. Belirli gelişme dinamikleri taşıyan Osmanlı Manüfaktür üretiminin kapitülasyonlar vasıtasıyla çökmesi üzerine cılız olan işçi hareketinden dolayı çeşitli etnik temele sahip olan köylülüğün talepleri etnik olarak dışa vurmaya başlamıştı.Balkanlar ve özellikle Selanik ayırt edici bir konuma sahiptir. sosyalist hareket Selanik'te milliyetçiliğe karşı uzun bir direniş göstermiştir.
Abdülhamit döneminde hazırlanan Kanun-i Esasi'de Türkçe'nin resmi dil olması boyunduruk altındaki halkları asimilasyon tehdidi ile baş başa bırakıyordu. Ulusal talepler ve asimilasyon politikaları çelişkilerin giderek derinleşmesini sağladı. Balkanlarda elden çıkan topraklardan gelenlerin Anadolu'da yerleştirildikleri yerlerde yeni gelenlere yerleşik olanların tavırları sorunları giderek büyütüyordu. 1900'lerin başlarında doğuyu saran devrimci dalga Osmanlı'da 1908 Hareketini doğurdu.( Konumuz açısından değinmekte yarar var. Aynı tarihlerde benzer gelişme Yunanistan'da yaşanıyor ve askerlerin başını çektiği hareket Yunanistan tarihinin o güne kadarki en kapsamlı reformları ile sonuçlanıyor. aynı tarihlerde 1905 devrimi etkisini tüm Kafkasya'da oraya koyuyor.) Abdülhamit'e muhalif olan herkesi kapsayan hareket demokratik bir ortamın oluşmasını sağlamış, yerden biter gibi işçi, kadın, etnik örgütler fışkırmıştı. Meşrutiyetin ilanından bir kaç ay sonra Meclis-i Mebusan seçimleri yapılmış ve Meşrutiyet ilanı ile gizliliğe son veren tüm devrimci muhalif örgütler yeni sürecin inşası için çaba göstereceklerini ilan etmişlerdir. Jön-Türkler içinde İttihatçılar 1913'te askeri darbe ile ipleri ellerine alınca Balkan ve Trablus savaşları sonucunda iyice netleştikleri homojen Türk eksenli bir devlet oluşturma girişimlerine hız verdiler. Öncelikle içerdeki tüm muhalefeti ezdiler, sosyalist etkinliklerde yasaklandı, önemli sosyalist isimler gıyaplarında idama mahkum edildiler. 200'e yakın muhalif sürgüne gönderildi.. (19) İttihatçılar 1908 devrimin merkezi Selanik'te Maliye Bakanı Cavit beyin Selanik Merkez garının açılış törenindeki konuşması ile Sosyalistlere ve özellikle Selanik Sosyalist Federasyonuna karşı acımasız olacaklarını bizzat ilan ettiler.*
Dünyadaki gelişmeleri izleyerek hıristiyan topluluklar için yürürlüğe koymayı taahhüt ettikleri reformları yürürlüğe koymadan kısa bir zaman dilimi önce Alman Emperyalizmi ile birlikte savaşa girdiler.
Birinci Paylaşım Savaşına kadar Tarihsel Arka Plan
1789 Fransız Devriminden sonra üç büyük imparatorluk Ulusal sorunlarla çalkalanmaya başlamıştı. Kapitalist gelişmeye bağlı olarak ulusal sorunun dışavurumu ve çözümünde de farklılıklar ortaya çıkmıştı. Çarlık Rusya'sında Kafkasya'da 1800'lerdeki ayaklanmalar bastırıldıktan sonra kitlesel bir göç ve sürgün dalgası başladı. Polonya sorunu birbiri ardı sıra gündeme girmeye devam eti. Bolşevik Partinin kuruluş kongresinden itibaren sürdürdüğü iç ve dış tartışmalar sonucunda homojen bir komünist parti ve UKKTH formülasyonuna ulaştılar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,Almanların, Polonyalıların, İtalyanların ve Macarların talepleri Habsburg İmparatorluğu tehdit ediyordu. 20. yüzyılın başlarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun köhne yapısını tehdit eden bir milliyetçiliğin yıkıcı etkilerine karşı Avusturyalı Marksist yöneticiler karşı koymak için KKTH 'dan ziyade toprak ve siyaset bütünlüğü tahrip edilmeksizin toprağa bağlı olmayan milli grupların yararlanacağı kültür özerkliği öneren bir tasarı hazırladılar. 1897 Viyana Kongresinde Avusturya Sosyal Demokrat partisi altı özerk milli partiden oluşan bir federasyon halinde yeniden örgütlenmeye karar veriyordu.(Alman, Çek, Leh, Rutenlayı, İtalyan ve Yugoslav) Ulusal-kültürel özerkliğin Avusturya Marksist Hareketinde hakim ekol haline gelmesi ve kapitalist gelişme açısından en zayıf dinamizme sahip Askeri-Merkezli Feodal Osmanlı imparatorluğu ulusal örgütler ve bürokrasinin alt kesiminin Osmanlıcılık ekseninde devleti kurtarma girişimleri.
Bu üç imparatorluk dağılırken çarlık Rusya'sı yeni bir toplumsal politik ilişkilere yerini bıraktı. Avusturya-Macaristan ayrı ayrı ulusal devletlere dönüştü. Osmanlı imparatorluğu ise kelimenin tam anlamı ile yenilenememe krizi içinde çürüdü. Katliamcı bir milliyetçilik ekseninde üzerinde yaşanılan toprakları kan gölüne çevirdi ve uluslararası koşuların elverişliliğinde TC dönüşerek varlığını sürdürdü.**
Tam bu noktada Sosyal-demokrat harekette ortaya çıkan tartışmaların asıl olarak mevcut toplumsal ilişkilerin sürdürülmesinden yoksa bunların kökünden temizlenerek yeni bir toplumsal ilişkilere yönelmek gerektiğimi istekleri arasındaki farktan çıkıyordu yani reform isteklerimi devrim isteğimi . Önceleri bu ayrım pek netlik içermiyordu. tartışmalar daha ziyade akademik, politik bir nitelik taşıyordu fakat savaş geldiğinde yani karar anı geldiğinde geçmişte savunular düşüncelerin öz itibarıyla nereye denk düştüğü ortaya çıktı. Devrim statükoların hiç biri ile barışık değildir.
* Bu dönem Osmanlı sosyalist Hareketinin mücadelesi ve gelişimi ile ilgili olarak "Osmanlı İmparatorluğu sosyalist Hareketler", Gözlem Y, George Haupt, Paul Dumont çalışmasına bakılabilir.
* * Bu üç imparatorluktan ikisi klasik olarak "doğu sorunu" içinde değerlendirilebilecek bir konuma sahiptir. Çarlık Rusya'sı ve Osmanlı imparatorluğu Doğu Despotizmine verilen tipik örneklerden olunca üretim tarzları içinde Marx'ın Asya Tipi Üretim Tarzı olarak ayırdığı ve statik toplumsal ilişkileri tanımlamak için kullandığı bu kavram Hindistan içlerinden Rusya steplerine Anadolu düzlüklerine kadar geniş bin alanı kaplamaktadır. Despotik doğu rejimleri içinde Rusya geçirdiği toplumsal evrim ile ortaya çıkardığı yeni devrimci ilişkilerle Osmanlı İmparatorluğundan ayrılır. Dekabristlerden Halkın Dostlarına oradan Bolşeviklere ve 1917 Devrimine uzanan bir tarihsel sıçramayı sağlayan estetik, edebi, politik, ideolojik birikimle genel bir soyutlamanın dışında kaldığını göstermektedir. Çarlık Rusya'sı modern çağa damgasını vuran devrimci entelektüel birikime kaynaklık etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ise etnik işbölümünün ortaya çıkardığı çatışmalarla etnik temizliğin yaşandığı bir coğrafyaya dönüşmüştür. Merkezileşerek feodalleşen Osmanlı, Savaşçı Türkmenlerle de çatışmaya başlayınca Türkmen göçü tersine dönerek Doğuya kaymış ve Batıda gelişen kapitalizmle yakın ilişki askeri olarak yeniden yapılanma üzerine kurulunca pozitivizmle harmanlanmış devleti kurtarma geleneği bu sıkışmanın gerilimi altında sürüklenerek yavaş yavaş çökmüştür. Siyasal erk ile ekonomik yaşam arasındaki etnik farklılaşma Hristiyan tebanın ticaret ve üretken işlerdeki ağırlığı ve Osmanlı "olmayan" kır üreticilerinin yani Türkmenlerin siyasal erkle mesafeleri düşünüldüğünde konu daha anlaşılır olmaktadır.
Statükolar, ayrımcılığın tescil edilmiş durumu olarak onları ebedileştirir. Marksın büyük birimler biçimindeki örgütlenmeye sıcak bakması, komünizmin asıl olarak bir dünya sistemi olarak düşünülmesinden kaynaklanmıştır. Fakat bu bütünlük gönüllülük ve bilinç ekseninde gerçekleşen bir bütünlüktür. Kapitalizm dünyayı zor ve tahakküm ile bütünleştirmiştir. Komünist hareket bugünün özgürlüğü ile komünist toplum projesi arasındaki ilişkiyi doğru yerde doğru bir zeminde kurarak yolu düzleyecek tüm politikaları üretmekle yükümlüdür. İşte Ulusal Özerklik ile UKKTH arasındaki fark böyle bir uzak hedef farklılığı taşır. Avusturya SD partisi altı parçaya ayrıldı. Rusya SD partisi son yüzyıla damgasını vuran , yolu açan devrime önderlik etti. 200 yakın halkı UKKTH -"a-Halklar için ayrılma hakkının tanınması b- Belli bir devlet çerçevesinde kalan halklar için -bölgesel özerklik c-ulusam azınlıklar için -özgür gelişmelerini güvence altına alan özel yasalar d-belli bir devletin tüm milliyetlerinin proleterleri için -bir bölünmez proleter topluluk, tek parti." (20) çerçevesinde birleştirme misyonuna soyundu.
UKKTH çerçevesinde Avusturya ekolü ve Rosa Luxsemburg aracılığıyla Polonyalılarla yapılan tartışmalar Halkların gönüllü ve bilinçli birliğine giden biricik yegane yolun ezen ulus devricilerin "Ayrılma Hakkını" tavizsiz savunmasından geçmektedir. Asıl olarak ta "komünistler herhangi bir ulustaki proletaryanın kendi kaderini tayin hakkı" ile ilgilenmektedirler. Sovyet deneyiminde Finlandiya'dan Sovyet cumhuriyetlerine giden yol bu perspektifin sınıf mücadelesi içinde sınanmasının göstergesidir .Bugün Geriye paha biçilmez milyonlarca insanın ve emekçinin kalkıştığı insanlığın geleceğine ışık tutacak deneyimler bırakarak tarih sahnesinden çekildi. UKKTH"nı savunurken özellikle o ulus içindeki proletaryanın kendi kaderini tayin hakkı ile ilgilendiklerin altını Lenin çizmektedir.(21) Rusya devrim süreci bu förmülasyonun gelişen tarihsel koşullara istinaden değişik ve farklı çözümler üretebileceğinin verileri ile doludur. Ukrayna'da ayaklanan işçiler ve köylüler Ukrayna Rada'sının tüm meşruluğuna son vermişlerdir. Bu anda hala Rada'nın taleplerini göz önünde bulundurmak UKKTH'dan hiç bir şey anlamamaktır.
Birinci Paylaşım Savaşı , Etnik Temizlik ve T.C'nin Kuruluşu
İşte böyle bir tarihsel arka planda girilen savaş ve yoksul Türk köylüsünün içinde bulunduğu siyasi kayıtsızlık ortamında İttihat ve Terakki bütün planlarını örgütlediği Teşkilat-ı Mahsusa ile yaşama geçirmeye başlıyor giderek toprak kaybından kaynaklanan daralmanın getirdiği psikolojik gerilim altında "vatan", "anavatan" sorununu bir daha tartışılmamak üzere belleklere kazımaya ant içiyorlardı. 1800'lerde Alman Emperyalizminin sözcülerinden Rohrbahc'ın ifade ettiği Ermenilerin Mezopotamya'ya sürülmeleri ve yerlerine Türk göçmenlerin yerleştirilmeleri görüşüne (22) istinaden ilk önce 1800'lerde Kafkas'ya da başlayan sürgün ile gelen Kafkas halkları Ermeni reayanın yaşadığı topraklara yerleştiriliyor, arkasından Balkanlarda alınan her yenilgiden sonra "Akıncı Fetihçiliğin " göç olarak tersine bir nüfus hareketi yaratması üzerine Anadolu'ya gelen göçmenler de aynı topraklara yerleştiriliyor. 1915 Tehcir'i sırasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın göçmenlerden ve hapishaneleri boşaltarak katil ve serserilerden örgütlediği çeteler ile saldırılar tam bir katliama dönüşüyordu.
Batı Anadolu Rumları ise bu kırımın yarattığı uluslararası etki sonucu Ermeniler kadar kırıma uğramasalar da kitlesel bir göçle karşı karşıya kalıyorlar. Celal Bayar'ın anılarına göre 130 bin, Meclis-i Mebusan tartışmalarına göre 300-350 bin, Kuşçubaşı ise bir "fetih" Anadolu'nun yeniden fethi olarak gördüğü bu süreçte 1,5 milyon Rumun sürüldüğünü ve bunların yarısının yollarda öldüğünü söylüyor.
Arap'lar ise Yemen cephesinde savaşın yarattığı olumlu koşullardan yararlanarak bağımsızlık istemlerini dile getiren çabalar içine giriyorlar.
Birinci Paylaşım Savaşı süresince gelişen olgular Türk Milliyetçiliğinin köşe taşlarını koymaya başlıyordu. Savaş sonrası yapılan ateşkes ve barış anlaşmaları savaş suçlularının yargılanmasını içerdiği için büyük bir bölümü tehcir işlerine karışmış olan ittihatçılar kimliklerini gizleyerek Anadolu'ya geçiyorlar. Doğan Avcıoğlu Batı Anadolu'da ilk direnişi başlatanların Tehcir suçlusu olarak aranan bu subaylar olduğunu yazmaktadır. (Karşılaştırmakta yaşanan sürecin bağlantılarının anlaşılabilmesi için fayda olduğunu düşündüğümüz süreçler var. Savaştan yenilgi ile çıkan İtalya, Almanya ve Osmanlının yıkıntıları üzerin yükselen süreçleri incelemek benzer süreçlerde İtalyan Faşizmi, Alman Nasyonal-sosyalizminin ve T.C kuruluşunu göreceğiz.)
Bu kadro daha sonra Anadolu'da yeşermekte olan emek hareketlerini ezerek -Çerkez Ethem'in liderliğini yaptığı Batı Anadolu köylüsünün Yunan işgal ordusuna ve yerel egemenlere karşı silahlanması, TKP'nin önderlerinin Karadeniz'de katledilmesi vs.- direniş hareketinin önderliğini ele geçiriyordu. bu iç sınıf mücadelesi ve işgale karşı direniş iç içe geçince Doğu"da Taşnak Ermenistan'ına karşı kazanılan askeri zafer Sovyet Ermenistan'ı ve SSCB ile yapılan anlaşma sonucu doğu sınırı belirleniyordu. Yunan ordusuna karşı kazanılan zaferle birlikte T.TC'nin kuruluşuna doğru gidiliyordu. Kuruluşla birlikte yeniden devletleşme ardından ideolojik manipülasyonlarla , "ulusal kahramanlık", "ulusal zaferlere" olan ihtiyaç topluluğun ulusal tarihinin "görkemli" geçmişini bulmak için tarihi ulusallıkla kurgulayarak Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisini ortaya attılar.
Osmanlıdan TC'ye akıp gelen devlet geleneği beraberinde Ermenilere, Yunanlılara karşı milliyetçi önyargıları besleyen bir sürecide üretti. Keza Araplarda bundan kendine düşen payı aldılar. Osmanlıya karşı Sadık-ı Milletten feragat ederek mücadele yolunu seçen Ermeni reayasından dolayı( Bir kısım Ermeni, yani ermeni burjuvazisi geleneksel ilişkiyi sürdürdü.) bütünlüklü olarak "Kalleş" sıfatı ile anılmaya başladı. 1919 Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusuna istinaden Yunanlılar resmi tarihe "Kahpe" sıfatı ile dahil edildiler. Araplar Birinci Paylaşım Savaşı'nda İngilizlerle 'işbirliği'( Kendi bağımsızlıkları için emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak isteyen Araplar savaş süresince çeşitli ittifaklara girdiler. Türk Milliyetçiliği açısından bağımsızlığa giden yolda her türlü ilişkiyi meşru görenler bunu başka bir ulusal hareketin yapmasını ise hainlik olarak değerlendirmektedir. Gelişen Arap Ulusal Hareketi için Osmanlılar işgal gücüdür ve "işgale" karşı mücadele etmek Türk ulusalcıları açısından ne kadar "meşru" ise, Araplar içinde o kadar meşrudur.) yaptıkları için "Hain" sıfatı ile ulusal kimliğe dahil edildiler.
ulusal tarih illüzyonlarla süslenmiş gerçekte hiç yaşanmamış olayların yaşanmış gösterilerek kronolojik bir sıra içinde birbirin tamamlayan öğelere dönüştürülme çabasıdır. Burada emperyalist kapitalizme karşı gelişen emek ağırlıklı hareketlerin ulusal kuruluş mücadelesinin bu tanımlamaya en uzak örnekleri oluşturduklarının altını çizmekte yarar var. UKKTH proletaryanın ve emekçilerin kendi kaderini tayin hakkı olarak ortaya çıkan bu mücadeleler enternasyonal bir yurtseverlik anlayışı geliştirmişlerdir. kendi ulusal tarihleri emekçilerin dünya tarihi ile iç içe geçmiş olarak ortaya çıkar. Bugün bile emperyalist-kapitalist tahakküm altında anti-kapitalist anti-emperyalist içerik taşıyacak olan toplumsal devrimlerle karşı karşıyayız. ulusal tarih ulus ekseninde yalıtma ve dış düşman yaratarak kendini yücelterek narsist biçimde varlığını sürdürme çabasıdır. gerçekte egemen olan topluluğun bir tek pazar içinde diğer ulusal toplulukları eritme projesidir. İşte bu gerçeğin etrafında maddeci bir tarih anlayışı ile süreci derinliğini yakalamak, gerçekte o tarihsel süreçte neler yaşandığını bilince çıkarmak bugün gündelik yaşamda kullanılan aşağılayıcı ulusal/dinsel motiflerle mücadele etmemizi kolaylaştıracaktır.
Ekim Devrimi Ve Sonrası Kafkasya, Anadolu ve Yunanistan
Birinci Paylaşım Savaşı öncesinde ortalığı aynı bugün yaşadığımız gibi kesif bir milliyetçilik kokusu kaplamıştı. Herkes anavatanın savunulmasında bahseder olmuştu. Doğal olarak savaş denilen mezbaha gecikmeden geldi. savam sırasında Zimmerwald solu denilen küçük bir çevre hala ilkesel duruşunu sürdürüyordu. emperyalist savaşın devrimci iç savaşa dönüştürülmesi için mücadele ediyordu.Savaş sırasında bu politikayı doğrulayan ilk başkaldırı İrlanda'dan geldi. İngiliz emperyalizmine karşı Dublin'de başlayan ve hareketin en seçkin önderlerinin yaşamı ile sonuçlanan Ulusal ve toplumsal içerik taşıyan ayaklanmayı, Çarlık Rusya'sında Şubat devrimi ve ardından bu devrimin gecikmiş bütün taleplerini içeren Ekim devrimi patlak verdi. Ekim devrimi hızla dengeleri değiştirerek bütün kıta çapında savaş karşıtı hoşnutsuzluğu ateşleyerek ayaklanmaların, devrimlerin ve genel grevlerin önünü açtı.
İngiliz proletaryası Sovyet Rusya'ya karşı girişilen askeri harekatı engellemek için "Eylem Konseyleri" kurmuştur. Keza 18 Aralık seçimlerini kazanan İşçi Partisi programını emekten yana düzenlemiş fakat sadece SSCB'nin tanınmasını gerçekleştirebilmişti. Fransa'da kitle grevleri ve donanma isyanı siyasal iktidarı oldukça zorlamıştı. Fransız sosyalistleri ve emekçileri Sovyetlere müdahale güçlerine katılmaktansa darağaçlarına çıkmayı tercih etmişlerdir.Keza yunanlı komünistler emperyalist bir işgal olarak değerlendirdikleri Anadolu'da da Türkiye halkına karşı savaşmaktansa darağaçlarına çıkmakta tereddüt etmemişlerdi. Finlandiya da 1916 seçimlerini kazanan Sosyal demokrat parti Bağımsız İşçi Cumhuriyeti 1918'de ilan etti. Alman birliklerinin yardımı ile bir kaç ay sonra cumhuriyet yıkıldı. Macaristan'da 16 Kasım 1918'de Demokratik Cumhuriyet 21 Mart 1919'da da Sosyalist konseyler Cumhuriyeti kuruldu. Almanya'da 18 ayaklanmasının bastırılması ve Münih sosyalist Cum. mayıs 19'da çöküşü ile iktidar savaşı geçici olarak sonuçlanmış ve sol yenilmişti.Bunu izleyen 1920 Martındaki Kapp askeri darbe girişiminin işçi hareketinin genel grev düzeyine ulaşması sonucu çökmesinden sonra Komüntern'de Almanya'nın Ağustos 1917 Rusya koşullarına yakın olduğu ve Ekimin yaklaştığı analizleri yapılmaktadır. ağustos 1920 yazında kızıl ordu Varşova önlerine doğru ilerlemektedir. 1920 yazında İtalyan işçileri ülkenin kuzeyindeki fabrikaları işgal ettiler.İşgal ve konseyler hareketi iyice yaygınlaştı.
Komünizm Avrupa'da dolaşan bir hayaletten çıkarak "Batı Uygarlığına" yönelmiş "Batı Uygarlığının" içinden çıkan en ciddi tehlike olarak UKKTH formülasyonu ile ulusal sorunu politik eksene bağlayarak sömürülen ve ezilen halkların bilincine bağlamış ve önemli bir müttefik elde ederek konjonktürün en dinamik gücü olarak etkisini her yere yaymıştı. Özellikle Sovyet toprakları üzerinde müdahale güçlerinin çeşitli sömürgelerinden getirdiği askeri güçler içinden esir düşenlerle organize edilen "Uluslararası Savaş Esirleri" kongresi ile komünizm ve örgütlenme fikirleri giderek daha da yaygınlaşmaya başladı. TKP' in ilk örgütleyicilerinden Mustafa Suphi bu Kongrenin de Delegesidir. Bütün Avrupa'da devrim rüzgarları eserken Müttefiklerde yenilenleri paylaşmayı gerçeklemek üzere bir araya geliyorlar . Ekim devriminin açtığı kanaldan hızla komünist partiler kuruluyor ve gelişiyorlardı. Balkanlarda Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'da sosyalist partiler hızla yığınsallaşarak büyüyor ve komünist partiye dönüşme eğilimi taşıyorlardı.
1917 Ekim Devrimi ile başlayan süreç savaşın gidişatını da değiştirmekle kalmamış, İçinde Osmanlı imparatorluğunun paylaşılması için yapılan gizli anlaşmalarında olduğu Çarlık Rusya'sının imzaladığı bütün gizli anlaşmaların Sosyalist Hükümet tarafından açıklanmasını da sağlamıştır. Savaşın yıkımını yaşayan emekçi kitleler her yerde harekete geçmeye başlamışlardı. O günlerde Times'te çıkan bir değerlendirme yazısı Bolşeviklerin Türk Ulusal Hareketinin desteklememe nedenlerini ortaya koymaktadır. Hatta bunu BBKP İngiltere'nin İstanbul'u kayıtsız şartsız Türk halkına bırakması gerektiğine ilişkin propagandalarına gönderme yaparak bu desteğin küçümsenmeyecek bir İngiliz bağlantısı olduğunu hatırlatmaktadır. BB bağlantısı olarak BKP görüyülor çünkü İstanbul un kayıtsız şartsız Türk halkına bırakılması için propaganda yapıyor.(23)
1921 yılının başında Komünist enternasyonal ciddi bir güce dönüşmüştü. Dünya devriminin örgütü olarak bütün üye partileri bağlayan bir organizasyon olarak Anadolu'nun işgalini de dünya devrimi açısından değerlendirerek izlenecek politikayı saptamıştır. Bu politikaları bugün yanlış bulanlar olabilir. Sorun asıl olarak yaşayan gelişen bir organizma olarak devrime yaşamlarını emeklerini ve kanlarını verenlerin yaşanan sıcak koşullarda dünya devrimine ilişkin umutlarını korumuş olmalarındadır. Bütün her şeye bu perspektif can vermektedir. Doğal olarak böyle bir bütünlüklü zenginlik taşıyan bakış açısı ve toplumsal pratik etnik kökenli taleplerle zaman zaman çatışacaktır. Parça bütün ilişkisini böyle değerlendirmek gerekiyor . İlkelerle üzerinde hareket edilen gerçek zemin arasındaki ilişkiliyi doğru kurabilmenin yöntemi ilkeli esnekliktir.
Bu arada Kızıl ordu Karşı Devrimci Denikin'i Ukrayna'da Kolçak'ı Sibirya'da ve Wrangel birliklerini Kırım'da bozguna uğratıyor ve Wrangel Birliklerinden arta kalan 120.000 bin civarında asker subay ve sivil içlerinde Bolşeviklerle birlikte, yada bolşevizmden etkilenmiş olarak İstanbul'a geçiyor. Ekim devrimi ve onu izleyen iç savaş döneminin Anadolu üzerindeki Komünist Partisinin kurulmasından başka ikinci bir etkisi de bu İstanbul'a gelen Wrangel ordusunun artıkları diye tabir edilebilecek ve onlarla birlikte gelen sivillerin İşgal hükümetinde neden olduğu korkudur.
İngiliz işgali altında İstanbul'da İşgale karşı tavır ve Proletaryanın durumu
Ekim devrimi sonucu Türkiye komünist hareket iki kanaldan beslendi. Birincisi, Savaş esirleri dolayısıyla doğrudan Ekim devrimi ateşi içinde pişenlerin oluşturduğu İkincisi, Eğitim için Almanya giden öğrenciler ve Alman Silah fabrikalarına çalışmak için giden 3.000 dolayında Türk işçisinin etkilendiği Spartaküsler akımı, Gerçi bu akımda Ekim Devriminin açtığı kanaldan beslenerek büyümüş ve gelişmişti ve 2. Enternasyonalin en büyük partisine, Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisine karşı verilen mücadeleler sonucu otaya çıkmıştı.
" Ogünlerde Avrupa'yı saran kızıl korkusu, Müttefikleri, dikkatlerini Türk solu üzerine yöneltmeye zorluyordu. İstanbul'daki solcu partiler arasında en fazla taraftarı olan Türk Sosyalist Partisi idi. Bu durumda Müttefik yönetimi dikkatlerini bu parti üzerinde topladı."(24) Diğer partiler Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi ve Ermeni sosyalist Partisi (Hınçak) idi. İlginçtir müttefik yönetimince "Sovyet ve Ermeni Bolşevik ajanların işçiler arasına sızdıkları zannediliyordu ve müttefik yetkililer bunun İstanbul'da anarşiyi komünizmi yayacağından korkuyorlardı. " (25)
İngilizlerin Sovyet devrimi korkusunu taşımaları ve İstanbul proletaryasının komünist örgütlenme ile yeni yeni tanışmaya başlamasının getirdiği handikaplar ve İstanbul'daki en büyük sosyalist organizasyonunun İştirakçi Hilmi'nin kurduğu 2. Enternasyonale bağlı Türkiye Sosyalist Fırkası olması ve Hilmi'nin kendisini ebedi şef ilan etmesi ve grevleri işgal hükümetiyle anlaşarak çözme yolları araması sonucu faaliyetlerini uzun süre izin verilmiş, Ekim devrimi ve Alman devriminden ilham alanların oluşturduğu Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ise kapatılmıştır. İşgal yönetimi TSP'nin 18.000 bin üyesi bulunduğunu ve bunların 15.000'nin silahlı olduğuna dair derin kaygılar taşımaktadır. Bu ancak komünizm tehlikesinin Emperyalistlerin beyinlerinde yarattığı korku ile açıklanabilir. TSP yönetiminin amaç ve kaygıları bilindiği için çok fazla bir tehlike arz etmezdi, nitekim kapatılmamasının en büyük nedeni budur. Asıl korku örgütlü bu kadar işçinin silahlanmaya açık olduğu gerçeğidir. gerek Rus, gerek alman, Macar, devrimlerinden yaşayarak öğrendikleri gibi. Sovyet Rusya'nın Wrangel ordusunun askerlerine yönelik af ilan etmesi ve Fransa'nın bunlara yardımı kesmesi üzerine bu askerler Bolşevik saflara geçiyorlar. Anadolu'da süren harekata karşı kullanılmak istenmelerine karşı çıkarak isyan başlatıyorlar içlerinden subaylarda olmak üzere bir kısmı idam ediliyor.
TKP Kuruluşuna Doğru
Moskovada toplanan Müslüman Halklar Kongresinden sonra 1917 sonlarında Mustafa Suphi yönetiminde yayına başlayan Yeni Dünya gazetesinin yayınları aynı atmosfer içinde Osmanlı İmparatorluğu Moskova Elçisinin dikkatini çekiyor ve Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti uyarılıyor. Rusya SSC ise bu uyarıya oldukça net yanıt veriyor.
"Sayın Elçi,
Sosyalist Müslüman yayın organı "Yeni Dünya" gazetesi tarafından yürütülen ajitasyondan yakınmış olduğunuz 22 Mayıs tarihli mektubunuza cevap olarak Müslüman Sosyalistler Merkez komitesi ve yayın organının çalışmalarının ve bu yayın organının Osmanlı imparatorluğunun dış ve iç politikasına karşı yönelttiği sert eleştirel hoşunuza gitmemesi durumu karşısında üzüntülerimizi belirtmek isteriz, ancak müslüman sosyalistlerin görüşlerini değiştirmek yada dile getirmelerini önlemek bizce olanaksızdır. ülkemizde Sovyet hükümetinin politikasını daha da sert biçimde eleştiren bir basın vardır.
Bu durumda Brest-Litovks anlaşmasının 2. maddesi uygulanamaz. Çünkü bu madde bağıtlı tarafların karşılıklı siyasal kurumlarına karşı her türlü kışkırtmadan kaçınacaklarını açıkça belirtir ancak bu ülkelerdeki basın özgürlüğünü hiç bir şekilde sınırlamaz.
Dışişleri Halk Komiser Yardımcısı Karahan"
(26)
Bu notaya Mustafa Suphi Yeni Dünyanın 3 Mayıs 1918 tarihli üçüncü sayısında "..Bu gün ta Rusyalarda çıkan 'Yeni Dünya'yı da kapatmak , bu kadar uzaklardan gelen zayıf ancak özgür bir sesi de kısmak istiyor." diye yanıt verirken aynı zamanda bu yazısında ne Meçlisi Mebusan'da nede basında ayırt edici bir kişiliğe rastlanmadığını yazıyor. Bu korkunun nedenleri daha sonrada Anadolu'da ortaya çıkan sol eğilimli hareketlerin yarattığı prestij ortamında TBMM dengelerin Halk İştirakyun fırkası lehine dönmesinde anlaşılacaktır. Bu konjonktür Anadolu hareketi döneminde solun en yüksek noktasına tekabül etmektedir. 18 Mart 1922 Ankara'da çıkan Yeni dünya gazetesinin yazı işleri müdürü Tokat Mebusu Nazım Bey İçişleri bakanlığı için yapılan seçimleri kazanmış ve M. Kemal bunu engellemek için Çerkez Ethem'i devreye sokmuştur.
Mustafa Kemal 1920 Eylül ayı içinde toplanan Doğu Halkları Birinci Kongresi'ne istinaden 14 Ağustos'ta mecliste yaptığı konuşmada"...efendiler biz her yandan, dışardan ve dışarının etkisi ile içerden sonsuz saldırılar, hücumlar etkisi altında bulunmaktayız. Bu durum içinde bizim için esas, sessizce birliği korumaktır. dolayısıyla falan yerde filan yerlerde yapılan kongrelere filan filan ayrı ayrı çağrılırlar ve bunlar oraya gider ve bunlar oraya gider orada söz konusu olan ilkeleri kabul eder ülke içinde uygulamaya başlarlarsa bu doğru bir yol olmaz. Biz kongrelere de gideriz, her tarafa gideriz, her şeye katılırız Yalnız biz katılırız."
(27)"ancak tüm bu nedenlerin ötesinde belgelerden de görüldüğü gibi Ankara'yı en çok endişelendiren konu Anadolu'da bir komünist hareketin doğması ve gelişmesidir. böyle bir hareketin en önemli çekirdeğini ise Bakü'de M.Suphi grubu oluşturmaktadır." Suphi Bakü'de TKF'den ittihatçıları temizler ve fırkayı yeniden örgütler.(28) 10 Eylül 1920'de etkinlik yürütülen bütün bölgelerden gelen delegelerin katılımı ile TKP kuruluş kongresi gerçekleştirilir. Ankara gelişmeleri denetim altına almak için resmi bir Komünist partisi kurdurur. Kızıl ordunun Kafkaslarda Müslüman halkla birlikte zaferler kazanması ve bir yerde bu ittifakın Kafkaslar'da toprak ve eşitlik talebi ile mücadele eden Yeşil ordu ile Kızıl ordu biçiminde ortaya çıkması sonucu K. Kemalin talimatı ile kurdurulan Yeşil Ordu'nun hızla büyümesi ve emekçi karakter kazanması üzerine Yeşil Ordu'dan kendisini feshetmesi istenir. Fakat Eskişehir'de Çerkez Ethem ve kuvvetlerinde desteklediği Salih Hacaloğlu'nun ve Arif Oruç'un Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi ve arkadaşları yani Yaşil Ordu'nun sol kanadı bu fesih kararına uymaz ve faaliyetlerini Türkiye Halk İştirakyun Fırkası adı altında sürdürme kararı alır. Kısa zamanda etkinlikleri göze batar hale gelmiş ve diğer toplumsal güçlerle de ilişki geliştirir hali gelmiştir. "Türk Halk İştirakyun Fırkası kısa sürede kapatılmasına neden olacak kadar eylemci bir tutum içine girdi. Çerkez Ethem ve Yeşil Ordu ile ortak bildiri yayınlaması bardağı taşıran son damla oldu. Bildiride ' Ücüncü enternasyonalde kabul edilen Bolşevik parti proğramını onayladıklarını.. ve ülkenin tüm sosyal ihtilalci hareketlerini bir araya toplamak için birleştikleri' belirtiliyor. ayrıca partinin adı Türk Halk kollektivist Bolşevik Partisi-Türkiye Halk İştirakyun Fırkası olarak değiştiriliyordu."(29)
TKP kurulur kurulmaz ülkeye dönüş kararı aldı. "TKP, ulusal düşmanlıklara hemen son verilmesini önerdi. Türk yöneticilerinin umusal azınlıklar konusundaki şovenist politikasını eleştiren TKP ulusal baskının ortadan kaldırılması ve Türkiye'deki tüm emekçilerin çabalarının işgalcilere ve sömürücülere karşı ortak savaş amacıyla birleştirilmesi için mücadele etti."(30) Gerek Çerkez Ethem önderliğinde gelişen sol gerilla hareketinin THİF ile girdiği birlik süreci ve gerekse TKP'nin ülkeye dönüş kararı yıllardan beri savaşlardan acı çekmiş Anadolu halkının-1918'de alman genel kurmayının kayıtlarına göre Anadolu'da 400.000'e yakın asker kaçağı vardı.- yeşermekte olan anti-emperyalist toplumsal devrim örgütlenmesi İttihat ve Terakkinin sürdürücüsü olan kadroların* "Bu durumdan ciddi olarak endişeye kapılan Ankara Hükümeti, milis güçleri gibi, ülkedeki sosyalist hareketlerinde mümkün olan en kısa yoldan işini bitirmeye karar verir. Bu kararı gerekli kılan bir diğer unsurda, cephe hattının öte yakasında Yunan ordusu saflarında hüküm süren hoşnutsuzluğun, çok daha iyi ve örgütlü durumda bulunan Yunan komünistlerinin işini kolaylaştırması ve böylece ateş hattının iki yanı arasında doğan fiili ilişkilerin Ankara Hükümetinin hiç hoşuna gitmemesidir."(31).
Çerkez Ethem kuvvetlerinin gönüllülük temelinde bir araya gelmesi ve Düzenli ordunun asker toplayamaması bu oluşumun niteliği hakkında ilk verileri vermektedir. (32) Gerek milis kuvvetlerine karşı girişilen şiddet operasyonları gerek Mustafa Suphi başkanlığındaki 15 kişilik komünist heyetin Trabzon'da katledilmesi, gerek Ankara'da gerekse İstanbul'da işgal güçlerinin yaptığı tutuklamalar ve komünist ve toplumsal hareketi oldukça zayıflatmıştı. Anadolu'daki Hareket artık bur burjuva program etrafında gelişecektir. Ankara hükümeti tutuklananların mahkumiyet kararını ise Sovyet Rusya ile yapılacak anlaşmaya kadar erteler ve ağır olmayan cezalarla davayı bitirir. Yenilen bu darbelerin komünist harekette geçici bir sarsıntıya da neden
olsa da "1921 yazında her iki örgütün birleştirilmesi ve ortak bir politikanın hazırlanması amacıyla parti kongresinin toplantıya çağrılması kararlaştırıldı. Kongre, 15 ağustos 1922 günü yapılacaktı. ancak Hüseyin Rauf Bey hükümeti daha önce izin verilmiş olmasına karşın kongrenin yapılmasını yasakladı. ve Anadolu'da 700'e yakın komünist ve sendikacı tutuklandı.( Yazı işleri müdürlüğünü Tokat mebusu nazım beyin yaptığı Yeni Hayat gazetesi 18 Mart 1922'de yayına başladı ve son operasyonla birlikte yayın hayatına son verdi..(33)
*Anadolu Hareketinde yer alanların büyük bir bölümü İttihat ve Terakki içinde yetişmişlerdi. Zaman zaman Çerkez Ethem'e yönelik yapılan eski İttihatçı "suçlaması" doğrudur. kuşkuları gidermek açısından iki tipik örneği karşılaştırmak gerekiyor. Çerkez Ethem ve Topal Osman. İkisi de eski İttihatçıdır ve Anadolu'daki savaş dönemindeki her ikisinde tavrı oldukça net bilinmektedir. Topal Osman Ermenilerden sonra Pontus Rumları ve Koçgiri Kürtleri için kabus olmuştur. Çerkez Ethem direniş sırasında tutsak düşen savaş esirlerine insanca davranmıştır. Hatta teslim olmamak için ölmeye yeğleyen Yunan askerlerinden birini sağ olarak yakalayınca hemen bunun nedenini sorar ve yunan ordusu içinde subayların Ethemistlerin eline geçerseniz olmadık işkencelerle öldürülürsüz diye propogaanda yapıldığını öğrenir ve hemen ilk grup savaş esiri serbest bırakıp esir takasını gündeme getirir. Ethem ve kuvvetleri yerel ağa ve eşrafın çıkarlarını da yöneliyordu.
Türk Ulusal Kimliği , Ermeniler Ve Kafkasya'da Sosyalist hareket
"..Ermenistan'da işçi köylü diktatörlüğünü uygulayan bir ülke olarak bundan böyle Türkiye'nin batılı emperyalizme karşı sürdürdüğü mücadelede sağlam bir cephe gerisi ve dayanağı olmak istediğindedir."* Stefanos Yerasimos Ekim devriminden Milli mücadeleye
Türkiye ve kürdistan emekçilerin zihninde oluşmuş/oluşturulmuş olan "Bizi" arkadan vuran "Kalleş Ermeni" kurgusunun altında yatan sis perdesini aralamakta fayda var.
Sened-i İttifak ile güçlerini merkezi otoriteye kabule ettiren yerel ayanlar köylülük üzerindeki sömürülerini de katmerleştirmekteydiler. " Her zaman borca batmış ve keyfiliğe maruz bırakılmış durumda olan Ermeni köylüleri harmanlarının ve topraklarının mültezimler ve (çoğu Ermeni toprak ağası olan) murabahacılardan ve büyük müslüman toprak sahipleri tarafından ellerinden alındığını gördüler." egemenlerle köylüler arasında çelişkiler derinleşmesine ayrıca 1870 isyanından sonra sürgün gelen Kafkas Halklarının Ermeni Reayanın yoğun olduğu topraklara yerleştirilmeleri de katkıda bulunmuştur. bu bölgeleri barut fıçısına çevirmişti. İşte bu koşullarda ortaya çıkan Ermeni Fedai hareketi temel yönelimini"Köylünün kendisini Türk'e, Kürde' ve ermeni murabahacıya* karşı korumaya ve direnmeye cesaret etmesini öğretmek gerekiyordu. Ona bu cesareti kazandırmak için silah vermek gerekliydi de" de açık biçimde dile getirmişti. Resmi Türk tezini savunan Süleyman Koçbas, Ermeni hareketinde ortaya çıkan bu durumu, yani köylü hareketi olmasını ve yöneldiği hedefleri oldukça net ortaya koyuyor. "... birçok Osmanlı Ermenisi bu kışkırtmaları hoş karşılamadı. Bunun üzerine kurulan çeteler önce bu namuslu Ermeni vatandaşlarımıza yöneldiler. Yola(!) getirmek için bunları kesip öldürmeye başladılar. Bu namuslu Ermeniler bir taraftan devletten bir taraftan çetelerden çekiniyorlardı. Sonra bunlar çeteleri desteklemeye, beslemeye ve saklamaya başladılar.(34)
Fakat yazan bu gerçeği teslim ederken aynı kitabın 29. sayfasında bir bütün olarak Ermenilerin müreffeh içinde yaşadıklarını, esnaf ve sanatkarlıkla uğraştıklarını, askerlik yapmadıklarını, Yemen belasında ve ikide bir çıkan isyanlarda Türkler gibi ezilmediklerini, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi ile eşit medeni haklara kavuştuklarını söylüyor.
Açıklamakta zorlandığı ,'namuslu ve devlete bağımlı'" olarak gördüğü Ermeni burjuvazisi olduğunun, hareketin asıl olarak daha alt sınıf ve tabakaların istemlerini yerine getirmek için ortaya çıktığını gizleyemiyor. Osmanlı sınırları içinde ilk kurulan sosyalist eğilimli partiler ermeni ve Bulgar partileridir. Bu gerçeği Türk milliyetçiliği "imparatorluğun gayr-i müslim ve gayr-i türk unsurların dil ve din yakınlıkları sebebi ile Batıyı daha iyi öğrenebilmiş olmaları sayesinde sol faaliyetlerin Ermeni ve Bulgar azınlıklar arasında yayılmaya başladığı görülmektedir." (35) diyerek dile getirmektedir. Osmanlıda kurulan ilk sosyalist partide Hınçak Komitesidir. 1887 yılında Rusya devrimci hareketinde yetişen- A. Babakyan'ın Ermenice kaleme aldığı "Türkiye'de Ermeni Devriminin İdeoloji" isimli çalışmada Hınçakların öğretmenleri arasında Herzen, Bakünin Lovrov, Çernehevksi gibi Rusların bulunduğunu ve Hınçak adının da Kolokol'dan geldiğini yazmaktadır. Londra'dan 1906 tarihli İstanbul'a gönderilen gizli bir yazıda Hınçak toplantılarına çok sayıda işçinin katıldığını yazmaktadır.(36) Kafkasyalı Avedis Nazarberkyan, Mariam Vardanyan ve Ermeni öğrenciler tarafından Sosyal demokrat bir parti olarak kurulmuştur. "Hınçak'ların ekonomik ve sosyal görüşleri hem Rusya'da hem de Türkiye'deki üst tabaka Ermeniler arasında itibar görmedi. Hınçaklar çalışmalarını merkezi olarak İstanbul'u seçtiler. Programlarındaki Ermeni cemaati Türk idarisinden kurtarılarak Komünist yapılmalıdır maddesine istinaden yürüttükleri faaliyetlerde Ermeni burjuvazisine yönelikte saldırılar bulundular.(37)
Ermeni Hareketinin diğer ayağı Rusya'da, gelişen devrimci hareket bütün boyunduruk altındaki ulusları da etkiliyordu. Özellikle üniversitelerdeki devrimci gelişim herkesi etkilediği gibi Ermeni öğrencileri de etkiliyordu. Kafkasya halkları içinde % 21 ile en yüksek şehirleşme oranına sahip Ermeni halkı bu gelişmeden etkilenerek geniş bir çekim merkezi oluşturan komünist hareketin yörüngesine girmeye başlıyordu. Buradan beslenen Ermeni hareketi emek eksenli bir hareket olma özelliği taşıyordu. Hınçak partisinin 1896'da Londra Kongresinde Sorunu Rusya proletaryasının kaderine bağlamak isteyen Kafkasya kökenli Marksistlerle, Batı Avrupalı kapitalistleri ürkütmek istemeyen Türkiyeli ve Mısırlı Hınçaklar yollarını ayırdılar. Keza Taşnak'ın Tifliste gizli toplanan ilk kongresinde de Kafkasyalılar sosyalizmi adı anılmaksızın genel bir ilke ve sonul ülkü olarak ilerlemiş ülkelerin proletaryasının zafer kazanmasına bağlı olarak koydurdular.
Stephan Şahumyan'ın 1902'de Tiflis'e gelmesinden sonra Ermeni sosyal Demokratlar Birliği kuruluyor ve yayınladığı Proletarya isimli gazetede ulusal sorunu tartışan bir Manifesto yayınlıyordu. Lenin Ulusal Sorunu doğru koyduğu için İskra'da bu dergiyi kutlamıştı.* Ermeni İşçiler Birliği kurularak Ermeni proletaryasının geleceğini Rusya ve Transkafkasya proletaryasının geleceğine bağladı.1905 sonrası süren tartışmalarda milliyetçilik ve sosyalizm arasındaki farklılık kendini gösterdi. Kafkasyalı Marksist Ermeniler Hem Hınçak hem de Taşnak partisini milliyetçi olmakla suçladılar. ermeni hareketi içinde Avusturya ekolü ile Bolşevik ekol arasında yoğun bir ideolojik çatışma yaşandı. Tiflis ağırlıklı Ermeniler arasında sınıf mücadelesinin bir süreklilik arz etmesi, Osmanlıdaki ermeni hareketinin zulüm karşıtı olması-Osmanlı kompradorlarının geniş köylü yığınlarını ağır vergi yükü altında ezmeleri ulusal eksenli dışa vurumudur.- hareketin ardındaki gerçek nedenlerdir. Emperyalistler bu zemin üzerinden egemenliklerini arttırmak için Ermeni burjuvazisini kullanmışlardır.
Birinci Paylaşım Savaşında İttihatçıların Ermeni Tehciri ile Alman Emperyalizmi'nin 1800lerde önerdiği Mezopotamya'ya sürülmeleri işini gerçekleştiriyor ve tarihe modern dünyanın ilk büyük kırımı olarak geçiyor. İttihatçıların Türk milliyetçiliği Ermenilerdeki Taşnak milliyetçiliğini besliyor ve Taşnaklar Ermenistan'da Şubat ve Ekim devrimi gerçekleştiğinde hakim güç olarak ortaya çıkıyorlar. Bunun nedeni, Çarlık Rusya'sının ermeni kilisesine ve halkına yönelik baskıların artmasında Taşnak'ların öz-savunma komiteleri kurarak halkın savunmalarını üstlenmeleri onlara ermeni halkı içinde muazzam bir prestij kazandırdı. Gürcülerde Ulusal ağırlıklı Menşevizm, Ermenilerde milliyetçi Taşnak, Azerilerde Müslüman Musavvat egemen parti konumuna gelmişlerdi.
Bakü Halk Komiserleri Sovyetinin Kafkaslar ötesi Tüm işçi ve köylülerine çağrısı 1 Haziran 1918 ".. Evet Menşevikler musavvatcılardan korkuyor, Taşnaklar Menşeviklerden çekiniyor, musavatçıların ise
*Sosyalizm Ve Ulusallık,S.13, Horace B. Davis Belge Y.
Taşnak'lardan ödleri patlıyor. Bunlar kendilerini haklı çıkarmak için bunları öne sürüyorlar." (38)Kafkasya'daki ulusal devletler Trankafkasya federasyonunun dağılması sonucu ortaya çıkıyor ve ulusal devlet kendi varlığını diğerlerinin kendisine karşı düşman olduğu gerekçesi üzerine dayandırmaktaydı. Bu dönemde Taşnaklar İngiliz emperyalizmine yaslanırken, Musavvatçılar Osmanlılara yaslanıyor, Menşevik Gürcülerde Avrupa sosyal demokrasisinin kollarına atmıştı kendini.
Barış, özgürlük ve Ekmek talepleri ile iktidarı alan Bolşevikler parti içinde oldukça çalkantılara neden olan, sol sosyalist Devrimcilerin hükümetten ayrılmasına ve devrimi sürdürmek için Alman Elçisine suikasta kadar götürmüş olan ve Lenin tarafından utanç anlaşması olarak değerlendirilen Brest Litovsk anlaşmasının imzalamışlardır. anlaşma imzalanmadan önce UKKTH çerçevesinde " 11 Ocak 1918 tarihli Ermenistan'la ilgili kararnamede Türk Ermenistan'ının geçici statüsü Ermeni halkının kendi kaderini tayin edene kadar belirleniyor ve bu amaçla Kafkas işçileri geçici halk komiseri Stapan Georgiveiç Şaumyana yetki veriyor. Kararname ek olarak Türk Ermenistan'ının sınırlarının belirlenmesi için izlenecek yol öneriliyor. komşu ve münaşakalı illerin halkından demokratik esaslara göre seçilmiş temsilciler ve Kafkas işçileri olağanüstü geçici komiseri ile birlikte kararlaştırırlar. (39) ardından imzalanan Brest-Litovsk anlaşmasına göre Ermeni çeteleri silahsızlandıracağı taahhüt eden Sovyet Hükümeti, devrimin varolma mücadelesini sürdürürken Bakü Kömününün ortaya çıkması sonucu Komün tüm Transkafkasyaya ayaklanma çağrısı yapar.
"Beylere hanlara ve bunların uşakları olan Menşeviklere karşı, Ermeni köylüleri en zor günlerinde mevzilerin korkakça teslim ederek halklarını uçurum kenarına iten Taşnaklara karşı ayaklanınız."(40)* Bu tarih kaos sürecinin tüm özelliklerini ve belirsizliklerini taşır yapılan ittifaklarda izlenen politikalar neticesinde taktikler olarak ortaya çıkar. Hızla değişen koşullara ayak uydurmak hızlı kararlar gerektirmektedir. Kızıl ordunun iç savaşta emperyalist işgal ordularını ve beyazları ezmesi sonucu devrim Kafkasya'ya doğru yeniden açılır. ".. Kızıl ordunun Azerbaycan'a girmesinden sonra Karabağ'a doğru ilerlediği haberinin gelmesi , Gümrü'da Taşnak hükümetine karşı Ermeni komünistlerin ayaklanması ve Erzurum'a gelen Kazım Bey'in(Orbay) Kara Vasıf'ın Enver Paşayla Mustafa Kemal'inde Talat Paşayla Sovyetlerle ilişkiler konusunda yazıştıklarını anlatması Karabekir'i tümüyle endişelendirir. (41)Bunun üzerine
" Ermenistan'daki bu iç dönüşüm ve eğilimler hızlı bir akım sonucunda genel Bolşeviklik ilan ettirirse, büyük bir ihtimalle yakın günlerinde birinde kırmızı bayraklı bir tren Sarıkamış'a gelecek ve Ermenistan'ın Bolşevikliği ilan edilmesinden dolayı ötürü sıkıca korunmuş bulundukları bildirilecek ve bizi bulunduğumuz duvarın arkasında eli bağlı bırakacak ve Ermenistan yine başımızda bugünkü biçimi ile ve bizim için gelecekte de tehlikeli durumda bir bela gibi kalacaktır." Bakanlar kurulunun Bolşeviklerle ilişkiler netleştirilmeden harekat yapılmaması gerektiği üzerine kararına Karabekir'in ikinci yanıtından. (42)
18 Şubat 1920'de ayaklanarak Erivan'ı ele geçiren Taşnakları , Ermanistan'ın kurtuluş sevincini ve Milli birlik komitesini destekleyeceğini belirten bir Ankara temsilcisi gider. (43) Erivan'da yeni bir hükümet kuran Taşnakları ve Milli Birlik Komitesini destekleyeceğini belirten bir Ankara temsilcisi Erivan'a gitmesinden altı ay sonra 28 eylül 1920 de Taşnak ordularının Bardis, Penyak ve Oltu bölgelerinde ki saldırılarından yararlanarak TBMM onayı ile TBMM orduları Ermenistan sınırlarını geçtiler. Gerekçe 'TBMM ordusunun Ermeni halkın Taşnak boyunduruğundan kurtarılması için Müttefik ajanı Taşnaklara karşı çarpışacağını ilan etti." Karabekir'in milliyetçi yorumunun Ermenistan'da Sovyet Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ermenistan SSC TC ile ilgili yaptığı açıklama ile ortaya çıkmıştır. Ardından 24 ekimde Ermenistan içlerine doğru saldırıyı genişleterek tekrarladılar.
Ahmet Muhtar Bey Çiçerin'e 22 Ekim 1920 tarihli yazısında Avrupa basınında çıkan Türkler'in Ermeni katliamları yaptığına ilişkin Rus basınında savunulacaklarına temenni eden bir telgraf çeker , Aralık 1920 Sovyet ayaklanması ve Taşnak hükümeti yıkılıyor. Ve Sovyet hükümeti Sovyet Ermenistan'ına karşı yapılan saldırıların ve Taşnaklardan dolayı Ermeni halkının cezalandırılmasını kınıyor. (44) aynı gün Taşnakların barış heyeti anlaşmayı imzalıyor Aynı tarihte Ermenistan Sovyet Hükümeti "..Ermenistan'da işçi köylü diktatörlüğünü uygulayan bir ülke olarak bundan böyle Türkiye'nin batılı emperyalizme karşı sürdürdüğü mücadelede sağlam bir cephe gerisi ve dayanağı olmak istediğindedir." (45) açıklamasını yaptığında İngilizlerin Bolşeviklere karşı TBMM hükümetinin desteklenmesi noktasında eğilimlerin** başladığı noktada Lenin, "..Türk saldırısı bize karşı hesaplanmıştı.İtilaf bize bir kuyu kazmıştı, ancak kazdığı kuyuya kendisi düştü, çünkü biz bir Sovyet Ermenistan'ı kazandık." (46)
*Bu komiserlerin üçü Ermeni asıllı (Şaumyan, Korganov, karinyan) biri gürcü( caparidze) ikisi Azeri(Nerimanov, Vezirov) ikiside Rus'tur.( Fiolotev, Koleşnikova)
** Kasım 1920'de Daily Herald, Kemal'i tanımalıyız o zaman Bakü'den kızılların kovulmasına izin verecektir..." ve Times'ta "Antant Devletlerinin Sevr Antlaşmasını Türkiye Lehine değiştirirse Türklerin Bolşeviklere sırt çevireceğini .." yazmıştır.
Bolşevik saflara kapitalist gelişmenin getirdiği sınıf ayrışmasından dolayı en yoğun katılım Ermenilerde idi., Şubatta ayaklanarak Ermenistan'da Sovyet Hükümetinin yıkan Taşnaklara TBMM hükümetinin yardım ettiğini ve Çiçerin'in Türk hükümetini suçladığını Carr yazmaktadır. Taşnak Ermenistan'ına karşı savaşan TBMM güçlerinin pragmatizmini ise Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir'in bilgisi dahilinde Bolşevik subay işaretlerinin kullanılmasında ve birliğin yeni adının "İnkılabı Türkiye Şark Cephesi Kızıl Müfrezesi" olarak değiştirilmesinde görmek mümkündür. Burada doğal olarak Ekim devriminin yarattığı moral atmosferde askerler arasında ve Anadolu'daki Bolşevik sempatisini de büyük etkisi vardır. Bu birlik daha sonra dağıtılarak Batı cephesine gönderildi.
Ermeni işçileri ve köylülerinin sürekli mücadelesi Kafkaslarda UKKTH yeni bir evresine geçilirken ulusun kaderini o ulusa ait emekçilerin belirlediği süreçte Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin kurulması ile sonuçlandı. 2 Aralık 1920 Gümrü ant., 29 Kasım Ermenistan'da Sovyet iktidarının ilan edilmesi,Moskova ant. ile çizilen sınırlara çekilmek konusunda yavaş davranan Türk birliklerine 11. Kızıl ordu komutanı tarafından ültimatom verilmesinden sonra . 22 Nisan 1922'de belirlenen sınırlara Türk ordusu çekildi.(47)
Emperyalist müdahalerle sürüp giden çatışmalar bütün bölge nezdinde devrimin egemenliği ile sonuçlandı ve bugüne kadar gelen sınırlar çizildi. Bölgedeki gelişmeleri anlayabilmek için Bakü Komününün doğuşu, yıkılışı ve yeniden Kafkaslarda devrimin hegomonik güç haline gelmesi incelenmelidir. Bakü'de Ermeni Azeri, Gürcü ve Rus devrimcilerden oluşan komün gerçeği bilinmeli ve Ermenistan SSC kurulmasından sonra yaşanılan kırımlara rağmen uluslararası proletaryanın işgale ve emperyalist talana karşı yürüttüğü mücadelenin sonucu olarak ESSC TBMM hükümetinin sağlam bir cephe gerisi olacağını ilan ediyor.
TBMM hükümeti artık arkasında sağlam bir müttefikle batıya dönebilirdi.
Bolum 6:
Türk Ulusal Kimliği ve Yunanlılar ve Yunanistan'da Sosyalist Hareket
"Ve anayurdunu
savunan bir halka
kurşun atmayan
Yunan komünistleri
kurşuna dizilirken
Yunan ordusunda.."* Mustafa Suphi destanı, Ataol Behramoğlu, Adam Y.
Alman general Limon van Sanders'in organize ettiği 1916 sürgünü ve ardından 16 Mart 1921 Anlaşması ile doğu sınırları çizilirken 1919'da İzmir'e çıkmış olan Yunan ordusunun Karadeniz'e çıkarma yapacağı söylentisi yayılması üzerine İttihat ve Terakkiden gelen kadrolar, Ermeni Tehcirinden bildikleri ve sonuçlarından "emin" oldukları yöntemlerle, "güvenlik amacı" ile Karadeniz Rumlarını(Pontusları) iç bölgelere "taşıma" kararı alırlar. "Malum" mevsim, "Malum" yöntemler yani yolda saldıran çeteler, hastalık, açlık, soğuk.
Doğu sınırı asıl olarak sosyalist hareketin etkisi altında belirlenmişti İngiliz emperyalizminin Kafkaslardaki hegemonyasının kırılmasından sonra SSCB'le TBMM hükümetinin arasında hiçbir engel kalmamıştı. Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti uluslararası proletaryanın örgütü olan Komüntern değerlendirmelerine istinaden Anadolu'da süren hareketi destekleme kararı alır.İç mücadelelerin bastırılmasından ve doğu sınırının çizilmesinden sonra Batı'ya dönen TBMM Yunan ordusu ile ilk çarpışmalara yönelmişti. Burayı biraz açmakta yarar var. 16 Ocak 1920'de Paris'te Emperyalist Devletlerin Bakanlıklar arası toplantısında Kafkasya ve Bolşeviklere karşı saldırının biçimleri tartışılırken İngiltere Çalışma Bakanı Sir Robert Horne Bir telgrafla tartışmaları İngilizler için noktaladı. Ekonomik ve sosyal durumun çok kötü olduğunu, işçilerin büyük grevlere hazırlandığını, bu koşullarda deniz aşırı operasyonlara girişmenin mümkün olmadığını bildirdi. Emperyalist Devletler için asıl sorun SSCB olduğu ve bunu önceden gördükleri için 1919'da Anadolu'ya Yunan kuvvetleri çıkarılıyordu. Keza 21 ortalarında Kafkasya İngiliz hükümeti temsilcisi artık Bolşeviklere karşı TBMM'ni desteklemenin zamanı geldiğini yazmaktadır. Biraz sonra çok daha iyi göreceğiz ki bu cephede de savaşı TBMM'nin kazanmasında sosyalist hareketin büyük rolü vardır.
Uluslararası sosyalist harekette ve işçi hareketinde savaş sonrası yaşanan gelişmeler Yunanistan'da küçük ama mücadeleci bir partinin şekillenmesine yol açmıştı. Daha sonra Yunanistan Komünist Partisi adını alacak olan, Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi savaş karşıtı propaganda ve eylemliliği ile Yunanistan'da dinamik bir güce dönüşmüştü.
Bizim resmi tarih kitaplarında yazan ve okullarda öğretilen 30 Ağustos Büyük Taarruz ve ardından 9 Eylül'de İzmir'e ulaşma safsatalarının altında yatan gerçek nedenleri göstererek bugün "Sonuçta ülke güçlerinin büyük kısmını en yetenekli komutanın emrine vererek Büyük Taaruzda'ki olağan üstü başarıyı ve on beş gün içerisinde Anadolu'daki tüm yunan kuvvetlerinin tasfiyesini sağladı." (48) biçimindeki illüzyona dayalı resmi ulusal tarihin çarpıklığını ortaya koymaktır.
Yunan ordusu İzmir'e çıkmadan önce bir parti "çapına" bakmadan savaş karşıtı bir kampanya düzenlemişti. Aktif, militan sokak gösterileri, grevlerle süren kampanya boyunca yöneticileri ve aktif militanları tutuklandı. Sosyalist ve savaşa karşı aydınlar kurşuna dizilmeye başlandı. Önceleri milliyetçilik histerisi altında "esir kardeşleri" kurtarma ve "megali idea" beslediği atmosferde cılız ama kararlı bir ses Ekim Devriminin açtığı yoldan enternasyonalizm bayrağını yükselterek Yunan emekçilerin yüreklerinin ve bilinçlerinin derinliklerinde yatan emek kardeşliğine seslenerek ilkeli bir mücadeleye başlıyor. Mücadelenin etkisi kısa zamanda tüm toplumsal katmanlarda hissedilmeye başlıyor. "Cephe gerisindeki" bu rahatsızlık Yunan Genelkurmayını oldukça rahatsız ediyor. generaller, tutuklu olarak cezaevinde bulunan YSİP yöneticileri ile savaş karşıtı propagandaya son vermeleri halinde serbest bırakılacakları ve partinin de hükümete alınacağını söyleyerek pazarlık yapmak istiyorlar. Tutuklu YSİP yöneticileri tereddütsüz reddediyorlar. Kampanya ve faaliyet cepheyi de kapsayarak genişleyerek sürüyordu.
Küçük Asya Seferinin Kaderini Değiştiren Kasım 1920 Seçimleri
İşgalin sürdüğü, Nüfusu 5 milyon( bazı kaynaklarda 3 milyon civarında) civarında olan bir ülkede 300.000 insanın silah altında bulunduğu ve 100.000 yakın insanın asker kaçağı olarak dağlarda dolaştığı bir ülkede emekçilerin artan hoşnutsuzluğunu, burjuva pasifizminin kanallarına akıtmak için kral Ülkeye geri çağrılıyordu. (Komüntern) ve seçimleri kazanmasından sonra ise Venizelosçularla arayı düzeltmek ve yerini sağlamlaştırmak , "Ulusal Politikayı" sürdürmek için bir Küçük Asya zaferine ihtiyaç duymaktaydı.
Türkiye eksenli tarih çalışmalarında Venizelos'un düşüşü Kral Konstantin'in iktidar olması olarak geçen Müttefik anlaşmazlıklarına va Kralçılarla Venizelosçuların çekişmelerine bağlanan, yunan ordusunun politikayla çalkanmasının zaman zaman ifade edildiği bu çalışmaların içinde, Kralçıların seçimleri hangi vaatlerle kazandığını ve bir dipnotta Yunanistan'da sadece Sosyalist Rizospastis gazetesinin savaşa karşı çıktığını yazan Bilge Umar ve Yunanistan Komünist Partisi'nin faaliyetlerinden bir paragrafta bahseden Stefanos Yerasimos konu ile ilgili en ayrıntılı Türkçe kaynaklardan olan İngiliz Belgelerinde Kurtuluş savaşının yazarı ve derleyicisi Bilal Şimşir belgelerde bir çok gerçeğe tanık olmasına rağmen bütünlüklü bir yunan kimliği oluşturmakta kararlıdır. Yani en iyimser ve tarihsel maddeci yaklaşımlarda bile bir dipnot(* ..Aynı şekilde Yunan Komünistleri ve işçileri de Emperyalizmin Yunanlı kuklalarına karşı Anadolu Hareketinin yanında yer almış, Yunan ordusu içinde yoğun bir propagandaya girişerek askerleri Türk halkıyla kardeşleşmeye çağırmış ve önemli etkinlik kazanarak ulusal kurtuluş mücadelesinin zaferinde belli bir katkıda bulunmuştur. Bkz. D.G. Kousuolas, Devrim ve Yenilgi: Yunanistan Komünist Partisinin Öyküsü s 7-11 Londra 1965 Aktaran Cevdet alsan, Türk-Sovyet halklarının kardeşliği , Sorun Y. S.30 Kasım 1976) ve bir paragraf olarak geçen karşı kıyıdaki savaş karşıtı mücadeleyi ise Anadolu'daki sosyal ve komünist hareketle bağlantıları ve Yunan ordusunun çözülmesindeki katkıları noktasında açmak gerekmektedir.
Türkçe'ye çevrilmiş Yunanistan kökenli bir çalışmada ise Helen ulusunun 1912'lerden beri süren savaşlardan yorgun düştüğü, savaşların toplumsal devrimleri engellediğine dair propagandalar halk içinde büyük yankı bulduğu ve bunların bileşkesi olarak Reformların mimarı Venizelos'un seçimleri kaybettiği yazıyordu. İngiliz belgelerini derleyen Bilal Şimşir'den ve Yunanlıların İzmir'den ayrılışını bir süreç olarak ele aldığı kitabında bir dipnotta Yunanistan'da savaşa sadece sosyalistlerin karşı çıktığını öğrenebiliyoruz. Gerçekten böyle bir değişimin önünü açan bu derece etkili mücadeleyi ve kampanyayı kimler nasıl yürütmüştü, yoksa her şey kendiliğindendik içinde akıp gelen Bolşevik devriminin rüzgarları ve savaşların getirdiği yıkıcı sonuçlardan dolayımı olmuştu. Savaşı doğrudan yaşayan Kuvvay-ı Seyyare Kuvvetleri komutanı Çerkez Ethem Anılarında Yunan ordusundan son bir kaç gün içinde kendilerine sığınan askerlerin anlatımlarına dayanarak, Yunan ordusunda sözün ayağa düştüğünü, parti tartışmalarının had safhaya ulaştığı,, ordularında disiplin kalmadığını ve en önemlisi Yunan askerlerinin cepheden kaçtıklarının altını çiziyor. (49)
Özellikle Venizelos döneminde 1911'de başlayan reformlar ülkenin en önemli reformları olarak kapitalist gelişmenin önünü açmıştı ve açılan kanallardan işçilerde örgütlenme kanallarını yasal güvence altına almıştı. Savaş tüm bunları kesintiye uğrattı. 1912'den Balkan("Büyük Ulus", "Esir kardeşler", "Büyük Yunanistan" söylemleri ile yürütüldü.) savaşları, Birinci Paylaşım savaşı, ardından Ekim devriminin bastırılması için Ukrayna'da (Anadolu'ya yapılacak sefer için zorunlu olduğu söylendi.) savaştırılan emekçi yunan köylüleri 8 yıldır savaşın içindeydiler.
"Helen ulusunun, 1912'den beri süren savaşlardan yorgun düşmüş olması, ayrıca savaşın, ülke kalkınmasını ve sosyal devrimleri engellediği savının sürekli olarak ortaya atılması, savaş aleyhtarı propagandanın coşkuyla karşılanmasına neden oldu ve bunlar sonucunda halk seçimde Venizelos'a karşı oy kullandı." (50)
Komüntern yapılan bu değerlendireme Komünternin Türkiye-emperyalizm ilişkileri değerlendirme ve bu konuda Anadolu'daki emek karakterli ve komünist hareketlerin zorla tasfiyesinden sonrada M.Kemal hükümetinin desteklenmesi yönündeki analizleri Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi tarafından onaylanmış ve Yunanistan'da Anadolu 'ya asker çıkarmayı bir ulusun başka bir ulus üzerinde emperyalist yayılma siyaseti olarak değerlendiren ve M. Kemal hareketini destekleyen ve bunu da ülkedeki nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan köylülerin toprak talebi ile birleştiren bir savaş karşıtı sosyal devrim hareketi ortaya çıkmıştır.
Tüm baskı, tutuklama, sansüre rağmen, Kızıl ordunun Varşova kapılarına dayandığı, bütün emperyalist ülkelerde proletaryanın Sovyet devrimi ile dayanışma eylemlerinin yaygınlaştığı, kitlesel komünist partilerin örgütlendiği, Almanya'daki belirsizlikte savaş sonrası süreçteki ayaklanmaları bastırılsa da komünistlerin önemli bir güç olduğu ve ayaklanma hazırlıkları yaptığı,Fransız komünistlerin Sovyetlere karşı savaşmaktansa darağaçlarına çıktığı koşullarda proletaryanın ve komünist hareketin moral etkisi çok yüksekti.
Bu tarihsel koşulları arkasına alan YSİP savaş karşıtı kampanyayı genişleterek büyütüyor ve 16/9/1920 tarihli olağanüstü kongresinde Kasım 1920 seçimlerine Savaş Karşıtı sloganlarla girmeye karar veriyordu.( Balkan savaşları döneminde Selanik devrimi, Seferberlikte askere sevk edilme çatışmaları, 16-17 ambargoları, ayaklanmalar tutuklanmalar ve kurşuna dizilmeler yaşanmıştı. YSİP savaş karşıtı kampanya başlarken 1914 öncesi bütün Avrupa'da sosyal demokrat partilerde dahil olmak üzere egemen olan "vatanseverlik" duygularının iflas etmesinin getirdiği elverişli koşullar ve önceki mücadele birikimlerinden de yararlanarak başlıyordu. Anadolu'daki emperyalist işgale karşı, Fransız sosyalistlerinin Sovyet devrimine karşı savaşmak için askere götürülmelerine direnerek kuruşuna dizilmelerini tavrını örnek alarak benzer politikayı uygulamaya sokuyorlar.)
Seçimlerden önce o zaman nüfusu 200 bin olan Atina'da 50 bin kişinin katıldığı bir mitin düzenliyordu. YSİP savaş karşıtı tavrı ve eylemliliği ile sosyalist aydınların ve emekçileri dışındaki kesimleride etkiliyordu. Bu atmosferde Kralcılar, yani "Yunanistan'ın yeni kadrosu, seçim kampanyası sırasında 'seferberliğin kaldırılması, askerlerin terhisi' sloganını işlemiş ve bu davranışı, oy kazanmasının en önemli etkeni olmuştu. (51) Seçimleri Kralcıların kazanması ve seçimlerde vaat ettiklerinin tersine savaşı ve seferberliği sürdürme kararı aldılar. "Öte yandan yunanlı kitlelerde , komünistlerin anlattığı şu gerçeği kavrayacaktır."Barışçı Kralda tıpkı cumhuriyeti Venizelos gibi, yunanlıların kanını akıtarak, "ulusun Birliğini", yani kendi çıkarlarını sağlamaya çalışıyor. sonuç olarak Konstantinin savaş macerası Yunanistan devriminin gelişmesine hizmet edecektir."
savaşa son verecekleri vaatleri ile seçimleri kazandılar.Kral ancak daha önceki savaş maceralarının sorumluluğunu gidermenin yolu olarak Venizelos Hükümeti aleyhine gelişen sosyalistlerin oldukça etkilediği fakat tam örgütleyemediği savaş karşıtı atmosferi kullanarak tahtına geri dönüyor.
Fakat seçimden sonra emperyalistlerin, artık SSCB'ye karşı M.Kemal'in desteklenesi gerektiği kanaatının oluşması(52) üzerine yaptıkları "barış" çağrılarına ve arabuluculuk teklifine "Atina'n¤ verdiği cevabi notası yalnızca bir Yunan gazetesince verildi. Sosyalist "Rizospastis" gazetesi, notanın sanki Venizelos Hükümeti tarafından kaleme alınmış olduğunu yazdı. Nota'da "Yunan Kraliyet Hükümeti'" deyimi geçmese , notayı Şimdiki hükümetin mi? yoksa Venizelos Hükümetin mi? kaleme aldığını kestirilemeyeceğini söyledi. Devrilen Venizelos Hükümeti ile şimdiki hükümet arasında , "Büyük İstek" bakımından bir fark yoktu."(53) Savaştan çıkılacağı sözüne rağmen seçim sonrası "(Yunanistan'da) Hükümet ve Venizelos taraftarı bütün gazeteler uzun uzun geciktirilmiş saldırının başlaması üzerine heyecanlı makaleler yayınlıyorlar ve kesin zaferden emin olduklarını belirtiyorlar.(Gazeteler) son hedefin İstanbul olacağını da sözlerine ekliyorlar. yalnız bir Venizeloscu gazete Mustafa Kemal'inde çok kuvvetli olduğu uyarısında bulunuyor, ama bunun Yunan zaferini daha da parlak duruma getireceğini ekliyor. Sosyalist organ bütün bu iyimserliğin saçma olduğunu ve zaferin bile yararsız ve kısır olacağını söylüyor." (54)
28-29Ocak 1921 tarihinde Anadolu'ya giriş yapan TKP yöneticileri Trabzon'a M.Kemal'in talimatı ile boğdurulmuştur. Anadolu topraklarında ilk ciddi örgütlenme girişimi, çeşitli komünist grupların belirli bir program etrafında oluşturduğu birlik doğmadan boğulmak istenmiştir. 1920 arlalık ayında Çerkez Ethem şahsında batı anadolu köylü hareketi ezilmiştir.
Yunanistan'da ise Tüm burjuva fraksiyonları tek bir koro halinde ses çıkartırken sosyalistler onurlu bir mücadelenin taşıyıcılığını sürdürüyorlardı. Ardından 28 Mart 1921'de Yunan ordusu ileri harekata başladı.
Yunan ordusunun ileri harekatı başlattığı 28 Mart 1921 ve ardından genişlettiği 10/7/1921'e kadar Yunanistan'da neler oldu. Gerek savaş yanlısı egemen sınıflar cephesinde gerekse savaş karşıtı toprak ve barış talebi ile mücadele eden emekçilerin cephesinde.
"Yunan basını hep bir ağızdan büyük devletlerin arabuluculuk teklifini tersinden yorumluyor, sert bir dille yeriyordu. Basının bu ortak tutumuna yalnızca sosyalist Rizospastis gazetesi katılmamıştı. Bu gazete Yunanistan'ın savaşı yitirebileceğini, büyük devletlerin Yunanistan'ı bozgundan kurtarmak istediklerin yazmamıştı, ama savaşa prensibinden karşı çıkmıştı. "Emperyalizmi durdurmak, savaşa ve seferberliğe son vermek gerektiğini" (55)yazmıştı.
Hükümetin ve egemenlerin bu ortak tavrı karşısında işçi ve köylülerde harekete geçmişti. 1921 başlarında Bolos'ta patlak veren grevi hükümet jandarma gücü ile bastırdı. 1921 1 Mayıs'ında Selanik'te büyük bir işçi yürüyüşü düzenlendi. Küçük Asya'ya gönderilen bir alay limanda ayaklandı ve işçilere katıldı. Askere götürülmek istenen köylüler dağlara "firar" ederek asker kaçaklarının sayısını 90.000'ne çıkarıyorlardı. Bu kaçakların çoğu silahlı ve YSİP ile de ilişki içindeydi.
Fiyatların bir yıl içinde üç kat artmasına YSİP'in yürüttüğü politikalarda eklenince hükümet oldukça zorlanmaya başlamıştı. Bu koşullar altında Yunan ordusuna moral vermek için Anadolu'ya gelmek üzere Atina'da "Kiliseden çıkarken kral, 'Konstantinepolis' 'Konstantinepolise' naralarıyla alkışlanıp uğurlanmıştı. Alkış tutanlar sıradan kimseler değil, törene katılmış yüksek katın temsilcileriydi. Tüm Yunan basını coşup kendinden geçmişti.." (56) Nisan ayında Hükümetine telgraf çeken Amerikan elçisi seferberliğe direncin sürdüğünü, kentte büyük bir bunalımı açık seçik belli olduğunu, Gunaris'in bugün(5 Nisan)(57) döneceğini ve onun başkanlığında yeni bir kabinenin oluşturulacağını yazıyor. Kralın, Gounarisin ve Dousmanisin Küçük Asya harekatını hata saydıklarını ve 'sansür en sonunda uygulanmaya başlanmış ve anayasal gerekçelerle bir yarı sıkıyönetim gelmiştir."
Tutuklanıp cepheye gönderilen isçi önderleri ve isçiler ve komünistler cephede de savaş karşıtı faaliyetlerini sürdürüyorlardı. İzmir'de savaş karşıtı "Kızıl Muhafız" isimli Türkçe ve Yunanca gazete çıkarıyorlardı. Ayrıca deniz kuvvetlerindeki YSİP hücreleri kanalı ile YSİP yayınları cepheye ulaştırılıyordu. Bu koşullar altında Kral Konstantin'i sürpriz bir tören Bandırma Askeri Hasta hanesinde bekliyordu. Kral'ı karşılamak için hastahane de düzenlenen içtima da Kral'ı konserve kutusu yağmuruna tutan yaralı askerler "Hemen geri dönmek istiyoruz." diyerek protesto ediyorlar. Ertesi gün alel acele gemilere bindirilerek Atina'ya geri gönderiliyordu.
İşte bu koşullar altında ". Zinoviev, Troçki ve Çicerin'in imzalarını taşıyan bir itimatname ile Kordatos'u ziyarete eden bir görevli - Komüntern görevlisi bn.- 1922 baharında ona unları söylemişti: "Mustafa Kemal hareketi, bir kurtuluş hareketidir ve şu ana kadar elimizden geldiği kadar destekleyişimizin sebebi de bu özelliğidir. ama hareket başarıldıktan ve kesin sonuca ulaşıldıktan sonra Türkiye'de ki eski gerici kuvvetlerin, beylerin, paşaların iktidarı ele geçiremeyeceklerine dair hiç bir garantiye sahip değiliz.1908 Jön Türk ihtilal hareketi örneği önümüzde duruyor. Şu anda M. Kemal milletin saygısını ve sevgisini kazanmış durumda, ama bir kaç müstesna, onu destekleyen politikacılar ve generaller gericidir. Daha şimdiden elimizde Fransız kapitalistleri ve emperyalistleri ile ilişkiler bulunduğuna dair işaretler değil, kesin deliller var, yarın öbür gün, eğer bunlar harbi kazanır ve Yunanlıları Anadolu'dan ve Trakya'dan kovarlarsa, başında M.Kemal bulunsun bulunmasın, Türkiye Batıya yönelecektir. Türkiye'deki burjuva sınıfı,memleketin yeniden kuruluşunu ve kalkınmasını tek başına yürütemeyecek kadar zayıftır. Reformlar yapacak, ama bunun için Fransa ile İngiltere'den borç almaktan ve minnet altına girmekten kurtulamayacaktır. Borcun alanı boyunduruk altına soktuğunu siz de bilirsiniz."(58)
Bu değerlendirme Anadolu'da komünist hareketin bastırılmasından sonra TBMM hükümetini neden desteklediğini ayrıntıları ile açıklayan komüntern yetkilisi hiçbir garantiye sahip olmadıklarının altını çizerken aslında belirlenmiş bir gerçeği hala olasılıklarının içine sığdırmaya çalışıyor. Yukarda çok net gördük ki Yunanistan'da Kasım seçimlerinin getirdiği değişiklik yaşanırken Anadolu'da Komünist ve toplumsal hareket zor kullanılarak tasfiye edilmiştir. Cephe hattında ortaya çıkacak olan fiili ilişkiler kardeşliği ve dostluğu daha pekiştirecek bir zemine sahip olmasına rağmen, buna Kemalistler olanak tanımamışlardır.
Elverişli uluslararası koşullarda toplumsal ve komünist hareket Anadolu'da yenilgiye uğramış Ege'nin diğer yakasında ise daha gelişkin ve daha nitelikli bir militan bir komünist hareket mücadelesi ve örgütlenmesi ile küçük bir parti olmasına rağmen yığınların isteklerine kararlı bir biçimde sahip çıkarak Yunanistan da ve Anadolu'da ordu içinde yürüttüğü etkinliklerle savaşın kaderinin değişmesinde önemli rol oynaşıştır.
21 Temmuz 1921'de Yunan ordusu ileri harekata başladı. 25 Temmuz Kütahya Eskişehir çatışmaları , 5 Ağustos Sakarya çatışmaları ve Sakarya hattında karşılıklı olarak bir yıl kadar bekleme. Bir yıl sonra 26 Ağustos'ta TBMM ordusu karşı saldırı başlatıyor. 9 Eylül'de Nurettin Paşa'nın komutasındaki TBMM birlikleri yakılan İzmir'de "Yunanlıları denize döktü." 22 Eylül'de İzmir'in üzerini kesif bir kara duman örtüsü kaplamıştı. Talan, yağma ve yıkımdan sonra o zamana kadar adı "Gavur İzmir" olan şehirde yalnız Türkler kaldı. Bu korku atmosferi içinde birbirine kenetlenmiş halkların kardeşlik dostluk bağları en zor koşullar altında bile yaşam buluyordu. Keza İzmir'e yunan ordusunun girişinde yaşanan emek ve yürek kardeşlikleri bu kez yunan ordusu çekilirken yeniden yaşanıyordu.
Tüm bunlar yaşanırken görünürde, "İngiliz hükümetinin tutumuna göre o tarihlerde Mustafa Kemal'le bu 20 kişinin durumundan başka konuşulacak bir şey yoktu." (59) İngilizlerin konuya ilgisini ve "geçici başarılar ne olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün sonunda Yunanistan'ın savaşı yitirmesi artık tarihi bir determinizm gibi görünüyordu. O günün coşkulu havası içinde Yunanistan'da bu gerçeği görebilen kimse yok gibiydi."görüşü ile Yunanlıların kaderini belirleyen yazar "Yunan ordusu içinde siyasi entrikalar vardı."(60) diyerek bir nevi iç çelişkileri niteliğini tanımlamadan kabul etmek zorunda kalıyordu. halbuki İngilizlerin ve müttefiklerin konuya ilgileri tabi ki çıkarlar çerçevesinde belirleniyordu.
biraz daha dikkatli gözler, olayların arkasındaki gerçekleri görebiliyorlardı. "Bu şanlı savaş dolayısıyla pek çok yazılar yazıldı. Fakat önemli bir nokta sessizlikle geçirildi. Ezilenlerin yenmesini, bütün basın yalnızca onların gösterdikleri hareketlere yordu. Oysa olayları dikkatle izleyenler diğer bir etkinin bizden yana çalıştığını fark etmişlerdir. Yunan ordularının çözülmesi, çürümesi denilen şey, gerçekte nedir? Bunu kimse kendi kendine veya daha iyi bilenlere sormadı. bir yıldırım hızıyla gelişen Türk yengisini kolaylaştıran bu durumu Yunan sosyalistlerinin savaş aleyhindeki ve Yunan burjuvazisinin Yunan ulusuna karşı işlediği hainlikler konusunda yaptığı şiddetli propaganda ve iki ulusu kardeşliğe doğru iten özendirici yayınlar sağlamıştır. Yunan ordusundaki işçilerden ve köylülerden kurulu birlikler dağılmış ve "yaşasın Lenin" diye haykırarak subayların cesetleri üzerinden İzmir yönüne çekilmişse bu Yunan Sosyalist Partisi ve genç savaşçıların korku bilmez çabaları yardımıyla olmuştur."(61) TKF İstanbul'da dağıttı "Maskeler Aşağı" başlıklı imzasız bir broşürde, işçilerin kardeşliğini ve dostluğunu savunurken Türk işçilerden gelebilecek İstanbul'daki Rum işçilerin Venizelosu destekleri ve onlar için para topladıklarına dair kaygılara yanıt verirken, Yunan işçilerinde aynı Türk işçileri gibi kendi burjuvazisinin etkisi altında olduklarını önemli olanın bilinçli işçilerin hem Türk işçileri hem Rum işçileri arasında aynı propagandayı yürütmeleri gerektiğinin altını çizdikten sonra Hem İstanbul'da hem de Yunanistan'da Rum işçilerin görevlerini fazlasıyla yerine getirdiklerinin altını çizmektedir. Ve artık yunan burjuvazisinin işçileri ve emekçileri yeni bir maceraya sürüklerken oldukça zorlanacağını yazmaktadır. En önemlisi oldukça berrak bir analizle " ..Emin olunuz ki, Türk işçi yoldaşlar, Türk ve Müslüman olmayan bu Yunan komünistlerinin Türk işçilerine, fakir halkına, Harb-i Umumi içinde, zavallı halka ekmek ve çamur yedirerek karınlarını ve kasalarını şişiren Türk ve müslüman tüccar mebuslardan ve bütün harp zenginlerinden ve ordu müteahhitlerinden elbet daha çok faydası olmuştur."(62)
Yunan Hükümeti tarafından "Askeri malzemeyi boşaltmak için iki yunan savaş gemisi ve bir çok nakliye gemisi İzmir'e yollanmıştı, ama sivilleri boşaltmak için hiçbir tedbir alınmamıştı."(63) " 9 Eylül beklemenin kabuslu günü . Askeri karargah gemilere bindirildi. Son resmi memurlarda ayrıldı. Şehir şimdi müdafaasız kalıyor. Binlerce yunanlı gemilere binmek umuduyla Kordonda dolaşıyor Çünkü limanda çok gemi var ve bunlar binlerce yunanlıyı alıp bir kaç saatte Sakız ve Midilliye götürebilir. Fakat İşgal valisi Steryadis , halkın gitmesine müsaade edilmemesi için şiddetli emirler veriyor." (64) Savaşa sürülen ve "vatanseverlik" duyguları ile ölüme gönderilenler bozgun sırasında Yunan devletinin yaklaşımlarını görünce gerçekleri daha iyi görmeye başladılar ve bunun üzerine "Yunan yenilgisinin ilk sonucu Yunanistan'da patlak veren güçlü bir iç siyaset bunalımıdır. yunan halkı büyük kurbanlar vermiş korkunç bir sefalete düşmüştür. Cepheden dönen işçi ve köylüler isyan ederek yöneticilerden hesap soruyor. eski hükümet devrilmiş, Kral kovulmuştur. ama ulusal burjuvazi ve onun subaylar arasındaki taraftarları bu hareketin önderliğini ele geçirerek hedeflerini sınırlandırmayı başardılar" ve Sözde "1922 Devrimini" gerçekleştirerek halkın öfkesinin yatıştırmak ve için Kurulan Olağanüstü Askeri Mahkemelerde bu askeri felaketin sorumlusu olan Eski Başbakan Guanaris ve Eski Başkomutan Hacıanestisi'nde içinde olduğu 6 eski devlet adamı kurşuna dizildi. (65)
Çiçekler Soluyor, Anadolu'da Uzun Bir Sonbahar
Mudanya ateşkes anlaşmasından sonra başlayan Lozan görüşmeleri süreci sonucunda imzalan Lozan anlaşması savaş sürecine ilişkin ek maddelerle garanti altına alınan suçların bir daha gündeme getirilmeyeceği maddesi ve iki tarafta bırakılan 100 er bin "azınlık" daha sonraki tüm gerilim süreçlerinde rehine olarak kullanılacaktır.Savaş sonrası girilen sükunet ortamının yarattığı atmosferde savaş yaraları sarılırken oluşturulan resmi tarih söylemlerinin Ulusal sınırları koruma ve kollama kaygısı altında dört bir yanı düşmanla çevrili ulus mitosu sistemin tüm ideolojik aygıtlarından topluma sürekli olarak şırınga edilir. Keza Lozan anlaşmasının Ek Protokolüne "Savaş suçlarından dolayı zan altında bulunan hiç kimse yargılanmayacaktır." maddesi eklenir ve bu Venizelos ve M.Kemal'in imzaladığı Yunanistan-Türkiye dostluk anlaşması ile 1933 pekiştirilir. İki tarafta birbirlerine karşı hak talep etmeyeceklerdir artık.
Geliştirilen Türk Tarih Tezine paralel olarak son Türk Devletinin Kuruluş süreci illüzyonlara süslenerek ve varlık-yokluk sorunsalına bağlanarak özellikle "Gavura' karşı söylemin bilinçleri kuşattığı dış düşman olgusu tarih kitaplarından edebiyat eserlerine kadar geniş bir yelpazede üretilerek halkın bilinçaltına iyice yerleştirildi. bu kampanyanın sonraki süreçlerde nasıl bir sonuçla zinciri oluşturduğunu yaşayan kuşaklar çok acı deneyimlerle öğrenecekti. Kıbrıs sorunu ile alevlenen gerginlikler İstanbul ve İzmir sokaklarında Özel Harp dairesini "Muhteşem bir organizasyonu" ile talan, yağma ve cinayetlere kadar uzanmıştır. Sonraki yıllarda Kıbrıs sorunu alevlendikçe Türk Egemenleri tarihe atıfta bulunarak Yunanlılara rahat durmalarını yoksa başlarına geleceklere katlanmaları gerektiğini sıkça telaffuz etmektedirler.
1955'lere gelindiğinde anti-faşist savaşın kazanılması sonucu değişen dünya dengeleri Kıbrıs"ı öne çıkarmaktadır. İngilizlerin katkısıyla Türkler birden gündemlerine Kıbrıs'ı alırlar. İngilizler kendi aleyhlerine gelişen ABD'nin adadaki İngiliz emenliğinin sınırlandırılması için örgütlediği General Grivas'ın EOKA' sına karşı Türkleri silahlandırır. TMT kurulur. 1958"e kadar her iki örgütün ortak hedefleri Kıbrıs Komünistleridir. 6-7 Eylül provokasyonu ile bir taşla iki kuş birden vurulmak istenir. İstanbul sokaklarını dolduran güruh "Kıbrıs Komünist adası olamaz", "Kızıllara Ölüm" sloganları* ile harekete geçer. İronik biçimde olaylardan sonra komünistler sorumlu tutulur ve geniş bir tutuklama kampanyası başlatılır. 1951 tevkifatından arta kalanlarda tutuklanır. Soğuk savaş yılları ve Mac Karticilik Türkiye üzerinde kabus gibi çökmüştür. Önceki bölümde Ermenilerle komünizm arasında kurulan ilişki Komünist ve Rum kavramları bütünleştirilerek komünizm belasının da aslında "Bir ve bölünmez Türk milleti"nin başına Rumlar ve Ermeniler tarafından sarıldığının bilinçlere kazınma operasyonlarından biridir.
Yağma talan ve cinayetlerin gerekçesi Kıbrıs'tır. Hareket buradan çıkar buradan beslenir.Daha sonra bu provokasyonu örgütleyenlerden biri Özel Harekat dairesinin "Muhteşem bir organizasyonu" olarak tanımlayacaktı. Ardından yaşanan Kıbrıs olayları coğrafyanın bir renginin solması/soldurulması ile sonuçlanır. 40 bin civarında Rum sınır dışı edilir. Ermeni Kırımından sonra zamana yayarak Anadolu'daki Rum nüfusu da silerler. Lozan'da bırakılan yüzer bin azınlık iki taraf tarafından sürekli Rehine olarak kullanılmıştır. fakat artık bu tarihten itibaren Türkiye tarafında rehine olarak kullanılabilecek bir "Azınlık" Rum nüfus kalmamıştır. Bugün İstanbul'da iki bin olarak tahmin edilen Rum nüfus içinde ise Antakyalı Ortodoks-Hristiyan Araplar da bulunmaktadır.
* Şimdi ise uzun bir alıntı ile Ermeni düşmanlığı ve sosyalizm düşmanlığının da nasıl iç içe geçtiğini göreceğiz. " Ama Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğunda sosyalizm deyince Türk'ten gayrı unsurların bu yoldaki bazı faaliyetleri yabana atılacak cinsten değildir... Bu Ermeni mebusların çoğu mebus olmadan önce sosyalist idiler. Parlamentoya sosyalist olarak gelmişlerdi. Tabi ermeni sosyalisti olarak!" Osmanlı İmp. ilk sosyalistler Ermeni politikacılarıydı. Abdülhamit devrinde memleket sınırları dışında kurulan iki ermeni partisinden biri sosyalist, hem terimin Marksist anlamı ile sosyalisti. ermeni istiklaline giden yolu sosyalizm idealinin ışığında arayan bu adamlar, hepsi Marksist olan Avrupa'daki Çarlık Rusya'sını muhalifleri ile - Bolşevik ve Menşeviklerle- sıkı temastaydılar ve onların etkisi altında olanlarda sosyalizme kaymıştı. İlk meşrutiyet Parlamentosunda Ermeni mebuslardan başka bizzat İttihat ve Terakkinin seçip mebus olara İstanbul'a gönderdiği Bulgarlar arasında da kıpkızıl sosyalist olanlar vardı. Mesela Selanik mebusu Vlahof hakiki bir sosyalist idi. İkisinin de Osmanlılığı sahteydi. Çünkü ermeni ve Bulgar sosyalistleri arasında Osmanlı imparatorluğunun günlerinin sayılı olduğuna inanmayan kimse yoktu."(10)
Gerek yunanlı gerek Ermeni düşmanlığının anti-sosyalizm ve anti-komünizmle ilişkilendirilerek işlenmesinin altında "Bir ve bölünmez Türk Milleti" mitosu yatmaktadır. Doğal olarak bu düşünce sosyalizmin Türklere dışsal bir akım olduğu tezine de sıçrama tahtası olmaktadır. Bunda ise Türk Milliyetçiliğinin oluşum sürecinde önemli bir köşe taşı olan Makedonya, Selanik bölgesindeki gelişmelerin oldukça önemi bir işlevi vardır. Makedonya İç Devrimci örgütünün yürüttüğü etkinliklerin önünü alabilmek için yürütülen operasyonlara katılan devlet görevlilerin İttihat ve Terakki üyesi olması onların düşün dünyalarında da derin izler bırakacaktır. Keza Selanik'te örgütlenen ilk sosyalistler Selanik Sosyalist Federasyonunu kurarak çok önemli bir mesafe kaydetmişlerdi.Bu federasyonun üyeleri genellikle Yahudi, Bulgar, Yunanlı idi.çok az sayıda Türk ve Müslüman kökenli işçi vardı. Türk Milliyetçiliği bu federasyona savaş açmıştı. Sosyalizmin Türk ve Müslüman olmayan halklar içinde hızla yayılması Türk Milliyetçiliğinde Sosyalizmin Türk örf adet ve gelenek ve kültürüne aykırı ve Rum ve Ermeni ve emperyalistlerin "birlik ve beraberliği" parçalamak için Osmanlı içinde yaydıkları bir mikrop olarak algılanmıştı. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bir çok komünist tevkifat ve tutuklamalarda "sünnetsizleri" aramak hep bu mantığın sonucu olarak gündeme gelmiş hatta bugün KUKM içinde de "sünnetsizlerin" keşfi bu işin içinde "Ermeni Dölünün" parmağı olduğunun kanıtı olarak gösterilmektedir. Aktif sosyalist mücadelenin içinde olan bir militana annesinin "Sizi gidi komünistler, sizi gidi papazlar" demesi ve sosyalist militanın "komünistlik kabul de papazlık nereden çıktı?" diye sorması bu tarihsel süreçle ilgilidir ve ne kadar derinlerde yattığını göstermektedir.
Türk Ulusal Kimliği ve Araplar
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş dönemlerinde Misak-i Milli ile Arapların yaşadığı toprakların tamamına yakınından hak iddia etmekten vazgeçmiştir. 1938 kadarda Hatay sorunu ile muhatap olmuş ve 1938 histerik bir milliyetçi kampanya ile Hatay'da çoğunluğu oluşturduğunu ileri sürerek Hatay'ı ilhak etmiştir. Hatay'da ve Güneyde yaşayan Arap kökenli insanlar resmi söylemde "Hain" olarak kodlandıkları için kimliklerini uzun süre gizlemek zorunda kalmışlardır. Nasıl olmasın ki " 19.yy'ın sonları ile 20 yy. başları arasında Osmanlı Devletinin bütünlüğüne karşıt davranışlar arasında hiçbirisi Araplardan gelen kadar sinsi, hain ve arkadan vurucu olmamıştır."(66) Hatta biraz daha ileri giderek 1913-19 yılları arasında Türkün asıl düşmanlarının İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar değil Araplardı diyor. "Arap milliyetçiliğinde Türk Düşmanlığı" bölümü olarak özel bir bölüm açma gereği de hissetmiş. 70'li yıllarda dünyayı saran devrimci dalganın en önemli bileşenlerinden olan ve binlerce devrimciye eğitim için kucak açmış olan Filistin Devrimci hareketi için , "Türkiye'deki Anarşist hareketleri besleyen ve destekleyen Arap" başlığını atmış, Arapları sadece şeriatçı akımları değil aşırı sol akımları da örgütlemek silahlandırmak ve körüklemek yönünde suçlamıştır.
Aynı Arap BM oylamalarında Türkiye aleyhinde oy kullanan Yunanı Kıbrıs davasında açıktan açığa destekleyen Arap olarak yeniden tanımlanıyor. Cezayir için BM da karşı oy kullanan TC ise nedense hiç söz etmiyor." Lawrence of Arabia" isimli filmin TC sansür edilmesini alkışlıyor ve Arap ülkelerinde gösterilmesini ise lanetleyerek anıyor. Cemal Paşanın Anılarına gönderme yaparak halbuki Türk Milliyetçiliğinin Arap'a zarar verecek hiç bir yanının bulunmadığını iddia ederek bunca olan şeyi de doğal olarak Arapların "Hainliğine" veriyor. Tabi ki burada değindiği Türk Milliyetçiliğinin Arap'a zarar verecek bir eylemde bulunmaması asıl olarak Arapların müslümanlığına gönderme yapmak içindir. Zımnen olsa da başka halklara Türk Milliyetçiliğinin zarar verdiğini kabul ediyor. buram buram faşist ırkçılık kokan kitabından ise Türk aydının Arap aydının dinamik çabaları karşısında sessiz kalmasını eleştirerek konusunda ilk kitap olduğunun altını çiziyor. Boyunduruk altında bir halkın bağımsızlık istemini ise sürekli İngilizlere gönderme yaparak gayrı meşru düzleme çekme çabaları ise ancak kör bağnaz bir milliyetçilikle mümkündür. İşgalci ve yayılmacı Osmanlı İmparatorluğunun sınırları bu politik perspektifle savunulur ve başka halkların yaşadıkları topraklara neden ve niçin gidildiği oralarda ne arandığı ise hiç sorgulanmaz. Kendi işgalci yanını ve fetihçiliğini ancak başkalarının "ihanet" ettiği kurgusu ile gizleyebilen suçlu bir tarihsel kişiliğin ruh hali ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Ayrıca buna birde İslam dünyasındaki "ilerici ve Laik" tek devletin Türk vatandaşı olarak sahip olunan ek bir ayrıcalıkta eklenince "ihanet" içindeki "gerici Arap" kodu pekiştirilmiş olarak yeniden üretilir.
Bugün açısından ise İmparatorluğa ihanetten TC'ne ihanet noktasına gelinmiştir. İç huzurun illüzyonlar etrafında yeniden tesisinin gerekliliği olarak tarihsel kodlara duyulan gereksininim, "PKK Terörünü" besleyen Hain Arap olarak yeniden zihinlerde tasavvur edilir.
Türk Ulusal Kimliği ve Kürtler
Anadolu'daki savaş sonrası dönemde çelişkilerde istem ve taleplerin dile getirildiği bir girişimde Koçgiri ayaklanmasıdır. TC'nin kuruluşunda tasfiye ve katliamdan Kürtlerde Hristiyan halklar kadar olmasa da paylarına düşeni almışlardır. Topal Osman ve Nurettin Paşa birlikteliği Karadeniz Pontusluları ve Koçgiri Kürtleri için tam bir kabus olmuştur.
Lozan antlaşması sürecine giden uzun yolda "gavur" a karşı birlikte mücadele ve zoralım, Lozan sonrası içine girilen süreçte karşıtlığa,giderekte inkar ve imhaya dönüşünce "gavur"a karşı müslüman "birlikteliği" parçalanarak , Türk islam ağırlıklı kimlik öne çıkıyor/çıkarılıyor. Kendisi inkar edildiği ve Türk devletinin kuruluşuna katıldıkları için özel bir kodlama gereksini duymadan şeriata ve feodalizme karşı mücadele kisvesi altında Kürdistan bir baştan bir sona asker postalları altında inletilerek "Betonlanmış" ve uzun süren mezar sessizliği mezarlığa çevrilmiş topraklar üzerinde sağlanmıştır. Hıristiyan halklar tasfiye edilirken mal varlıklarının talanında ortala çıkan ortaklığı Türk egemen sınıfları bozmakta tereddüt göstermemişlerdir.
Müslüman Kürt- Türk ticaret burjuvazisi ve eşrafa dayanan siyasal kadrolar % 98'i müslüman olan bir toplum yaratmışlardır. Yaratılan müslümün yoğunluklu toplumda ise, Kürt İsyanlarının bastırılmasından sonra dünyanın yeni bir tarihsel sürece girmesi , Türkiye'nin emperyalist ülkelerle askeri, politik, ekonomik entegrasyona girmesi içe kapalı ekonomik ce toplumsal yapıları çözmüş, kırdan kopan insanlar kentlere akarak büyük şehirlerin kenar mahallelerine yığılmaya başlamıştır. Şehirlere akın eden Kürtler ise Türkçe'yi "iyi" konuşamamalarından dolayı, "Kıro"* olarak anılmaya başlamış ve bir aşağılama kültürü olarak gündelik yaşamda kullanılan bir kavram haline dönüşmüştür. Yoksulluğu, cahilliği ve Türk gibi "medeni" olamayışı bu kodun üretilmesini ve siyasal-toplumsal sistemden dışlanmalarını beraberinde getirmiştir. Ancak "Resmi Türk" gibi olanlar toplumsal ilişkilerde itibar görme şansını yakalayabilmiştir.
60'lı yılların ortalarından itibaren filizlenen yeni bir sosyalist devrimci dalga toplumsal ilişkilerdeki tüm eşitsizlikleri mercek altına alan devrimci toplumsal muhalefet yaratmış ve Betonlandığı düşünülen Kürdistan ve Kürt gerçeği yeniden gündeme girmeye başlamıştır. 70'lerdeki çıkış Türkiye ve Kürdistan'ı geri dönüşü olmayan bir sürece sokmuş bu tarihsel gelenekten beslenen Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi 84 Ağustos atılımı ile güncel-tarihsel bir sorun olarak T.C gündemine oturmuş, hareket aynı zamanda toplumsal hafıza rolünü de görerek tarihsel-arkeolojik bir kazı başlatmış ve zaman zaman uç örneklerde görülse oldukça geniş sayılabilecek bir literatür geniş kesime ulaşmış ve T.C. bile sözde de olsa 'Kürt Realitesini' tanıma noktasına getirmiştir. Konumuz açısından İttihat ve Terakki Kürtler ilişkisine bakılabilir .Bugüne ışık tutacak bir çok nokta Osmanlı devleti Kürtler ilişkisinde de saklıdır.
Müslüman kimlikteki ortaklık, ortak bir kardeşlik kültürünün gelişmesinin önünü açmıştır. Etle tırnak söylemi Türk egemen sınıflarını ağzından düşürmedikleri bir nakarata dönüşmüştür. Fakat bugün artık müslüman kardeşlikten ziyade "Bölücü Kürt" dışlayıcı öğesi öne çıkmıştır.
*24/10/1998'da ATV'de Ayşe Özgün'le birlikte programında Emine Un isimli mankenle yapılan söyleşide Emine Un kendisine "Doğulu" insanlarla birlikte çalıştığı için "Kıro" dendiğini söylemiştir. Üstelik KUKM geldiği düzeyde bile "Uygar" Türkler anlayışlarını sürdürmekte kararlılar. Ama artık Kürtler için değil onlarla birlikte olan Türkler için kullanmaktadırlar bu aşağılayıcı sıfatı.
Ulusalcılığın Ötesi ve Milliyetçiliğe Direnişin Emek Karakteri Üzerine
Türk Ulusal kimliğinde temel bir yer tutan "Kahpe Yunan", "Kalleş Ermeni", "Hain Arap" bütünlüklü kodlarının Türk milliyetçileri tarafından kurgulanan ve "ulusal varoluş" açısından sürekli ve ebedi düşman yaratma düşüncesinden başka bir şey değildir. Tehcir suçluluğundan "ulusal Kahramanlığa" giden yol ancak böyle aşılabiliyor. Çok sonraları Hitler "korkmamıza gerek yok, bugün Türklerin Ermenilere yaptığını kim hatırlıyor?" sorusunu çok rahat sorarak Yahudi Soykırımının önünü açıyordu. Egemen sınıfların birbirlerinin pratiklerinden ortak yanlar bularak savunmaları ve uygulamaları açısından amaç ve yöntemlerini birbirlerinin diline çok rahat tercüme edebilmektedirler. Süreç unutuluyor, ulusal homojenleştirme planlarını , karşılıklı nüfus mübadeleleri tamamlıyor. Yaşanan her şey sessizliğe ve unutkanlığa terk edilerek emekçi halkların hafızaları iğdiş ediliyor. ama gerektiğinde kullanmak üzere iki tarafta nüfus mübadelesi sırasında 100'er bin insan Rehine olarak bırakılıyordu.
Türkiye emekçileri SSCB ve Ermeni Devrimcilere karşı Milliyetçi Taşnak Hükümetini destekleyen TBMM'sini de bilmeli, Taşnaklar'a karşı ayaklanan Ermeni devrimcileri ve Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyetinin TBMM hükümetine gönderdiği emperyalist saldırılara karşı Sovyet Ermenistan'ının sağlam bir cephe gerisi olacağına dair notayı da bilmeli. Keza yürüttüğü savaş karşıtı kampanya ile Yunan Ordusunu Anadolu'da rahat hareket edemez hale getiren Yunan emekçilerini ve Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi'ni de bilmeli.
.
Sosyalistlerin bugünü için bir kaç söz
Ya geride kalanlar, gitmek istemeyenler. Tamama'nın hikayesi yada güneyde bir köyde ölürken "Yapma Yorgo ben değil Osmanlı yaptı" diyerek son nefesini verenler. Yerinden yurdundan edilen kıyımdan geçirilen emekçi halklar . Sosyalist hareketin kendini yeniden organize ettiği ve örgütlediği günümüzde tarih bilincinin geliştirilmesi proletarya Enternasyonalizmi ve Halkların Dostluğu şiarını yaşama geçirmenin olmazsa olmaz koşullarından biridir., Yoksa Kıbrıs'ta ve İmia/Kardak'ta, Karabağ Sorununda olduğu gibi iki tarafın faşistlerinin sahneye koyduğu oyunları izlemek zorunda kalırız.
Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu için sosyalist bilincin geliştirilip yaygınlaştırılması için tarihte yaşanmış deneyler bugün için hem Ege ve Akdeniz krizinde hem de Kürdistan'da süren savaş açısından sosyalistlerin önüne görevler koyuyor. KUKM kendi tarihsel sürecini bir nebze olsun açtığı için , daha bütünlüklü bir perspektif üretimi ve sosyalizm mücadelesinde yükü hafifletmek için ve yürüyüşü hızlandırmak için UKKTH etrafında ayrıntılı bir proğram taslağı çıkarmak , baskıyı üzerinde hisseden bütün kesimler ve halklar için demokratik muhtevaya sahip anti-emperyalist anti-oligarşik bir açılımın sosyalist mücadele açısından bir sıçrama olacağı çok açıktır. Çok uluslu topraklarda eşitlik gerçekten olmazsa olmaz bir koşul olarak ulusal doygunluğun yaşanmasında vazgeçilmez bir olgudur. Sosyalist hareket hiç bir zaman sorunlar karşısında çaresiz kalmamıştır. Toplumsal pratik İlişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak ayrı ulusal devletten, bir okulda okuyan tek bir farklı etnik kökenli öğrenciye kadar bir uygulama zenginliği içerir. Halklar hapishanesinden kurtuluşun programı denilen şey de, öz itibarıyla bu perspektifin yaşam bulması ve uygulama kararlılığı gösterilmesidir.
Bugün sorunu anlaşılır hale getirmenin en yalın yolu, somut ilişkilerden hareket ederek gerçekliğin ilkelerle ilişkisini kurmaktır. Binlerce yıllık sınıflı toplum ilişkilerinin toplumsal yaşam içinde içkenleştirdiği ve hiyerarşik bir düzen içine soktuğu baskı ve ezme ilişkilerini sosyalist perspektif ışığında Demokratikleştirme süreçlerinde yaratacağı toplumsal özgüven, eşitlik ve toplumsal zenginlik arasındaki ilişkinin paralelliğini toplumsal yaşamın içine sokarak emeğin ortak kültürü olarak süzgeçten geçirecek ve daha ileri bir toplumsal yaşamın örgütlenmesi mücadelesinin kaldıracı yapacaktır.
Kendimizi içinde bulduğumuz kapitalist ilişkiler yarattığı nüfus sirkülasyonu ile karmaşık etnik ilişkiler ağı ortaya çıkarmıştır. edinilen bilginin paylaşılması ve yeniden üretilmesi süreçlerinde bir bölgede çeşitli etnik kökeni sahip öğrenciler olsun. Burada önemli olan herkese ayrı okul mu?, yoksa anadillerinde eğitim hakkımı. Bunun tartışılmasının coğrafyamız açısından önemi büyüktür. Çünkü yüzyıldır yaşanan deneyler "azınlıkları" toplumsal yaşamdan soyutlayarak kendi dünyalarına hapsederek bu duyguyu her zaman onlara yaşatmıştır. Dostluğu üretmekten ziyade her zaman nifak yuvaları olarak değerlendirilip tehdit altında tutulmalarını sağlamıştır. Ön yargıların kırılacağı yer ortak mekanlarda emeğin ortak eğitim programları süreçlerinde kendi öz iradeleri ile gerçekleştirecekleri eğitim süreçleridir. Daha anlaşılır kılmak için örneği biraz daha karmaşıklaştıralım. Bir eğitim grubunda yalnız bir farklı kökenli öğrenci olsun. Ne yapmak gerekiyor. Eğer bu öğrencinin anadilinde eğitim görme hakkını kullanmak istiyorsa hiç tartışmadan ve tereddüt etmeden bu talep karşılanmalı ve kendisine bu olanak sağlanmalıdır. Bu ilke meselesidir ve ihmal edilebilirliği yoktur.
Örneği biraz geliştirelim. Doğu Karadeniz'de Hopa, Fındıklı ve çevresinde yoğun olarak yaşayan Lazlar veya Bolu, Düzce, Adapazarı bölgesinde yoğun olarak yaşayan Çerkezler için kurulacak Özerk bölgede çift dil kullanımı yaygınlaştırılacaktır. Lenin'in bu bölgelerde çalışan kamu görevlerinin yerel dilleri öğrenmesi gerektiğini söylerken bunun tüm yerel halka egemen dili öğreten baskıcı ve asimilasyona dayanan tarzdan farkını ortaya koyuyordu. Demokratik olan ve halklar arasında dostluğu sağlayacak olan güveni pekiştirecek olan bu pratik yaklaşımlardır. Nüfus çoğunluğunu oluşturan bölgeler ise federasyon statüsü ile değerlendirilmelidir. Örneğin anlaşılır kılmak için tanık olduğum bir olayı aktaracağım. 1987 yılında Kafkas göçmenleri dayanışma Derneğinin düzenlediği kendi sorunları ile ilgili panelde konuşan Sağcı Şeyh Şamil Vakfı yöneticisi SSCB Kafkas halklarının kültürlerini geliştirmekte aldıkları mesafeyi överek onlardan öğrendikleri çok şey olduğunu söylediğinde dinleyicilerin önemli bir bölümü şaşırmıştı. Çünkü konuşmacı istemeye istemeye biz beğensek de beğenmesek de oradaki kardeşlerimiz sosyalist estetik süzgecinden geçen kültürleri ile bizi kat kat aştılar demişti. sosyalist beğeni süzgecinin pozitifliğinin altını çizmek gereği duymuştu. Sorun buradadır. Çok yönlü bir çözüm perspektifi her zaman mümkündür.
Federasyon ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği örneğinde de görüldüğü gibi eşitlik temelinde bir merkezileşme sürecidir. Asıl olarak ta ulusal perspektifin aşılıp somut insana doğru bir gelişim sürecinin bir adımıdır. Ulusal sınırların şeffaflaştığı ve birbirini tanıyan farklı etnik kökenli insanların ulusal önyargıları yıktığı bir arada yaşama kültürün gerçekleştiği bir biçim olarak emeğin siyasal toplumsal örgütlenmesinin en önemli biçimlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. kendi erekleri peşinde koşarak tarihi yapan insanın Somut , komünist insana giden yolda Ulusal kimliklerle Sovyet Yurttaşlığı kimliğinin bir arada bulunduğu uzun bir tarihsel sürecin ilk adımı olarak biçimlenmiştir. SSCB'yi oluşturan federal cumhuriyetler ulusal bir yoğunluk taşırlardı. Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti gibi. Ayrıca USSC sınırları içinde yaşayanlar aynı zamanda SSCB kimliğini e taşımaktadırlar. Kapitalizmden Komünizme giden uzun tarihsel süreçte ulusal önyargılara ve ulusal kimliklerin erimesi sürecinin somut görünümü olarak ortaya çıkmış ve tarihsel bir deney olarak bugünkü sosyalizm mücadelesinin deneyim-veri-kazanım olarak önemli bir bileşene dönüşmüştür.
Elbette burada tartışma gereği bile hissetmediğimiz Ayrılma Hakkı, ayrı bir siyasal devlet olarak örgütlenme hakkı sonunu kadar savunulmalı kendisine ulusal devlet kurmayı hak görenlerin aynı hakka başka uluslarında sahip olduğunu anlamaları için özellikle ezen ulus devrimcilerinin ayrılma hakkı üzerine tavizsiz bir propaganda faaliyeti yürütmeleri gerekmektedir. Birliğe ise ayrılma hakkının kullananların süreç içinde kendi bilinçleri ve kararları ile katılmaları gerekmektedir. Kürdistan açısından örneği somutladığımız ulusal doygunluk sürecini yeni yaşayan ve bunu ulusal bir devletle taçlandırarak vatan sorununa-burada vatan sorununu daha ileri bir toplumsal ilişkiler örgütleme düzleminde değerlendirerek çözüm aramak gerekmektedir. bu anlamı ile Kürdistan UKM böyle bir işlev yüklendiği açıktır.- çözüm arayan Ulusal Hareket yurtseverlik temelinde bölgede gelişecek sosyalist hareketlerle kurulacak ilişkiler ve Ortadoğu'da ve Kafkasya'da oluşacak olan sosyalist cumhuriyetler federasyonu içinde kürdistan sosyalist cumhuriyeti olarak yerini alır. Devrimin gelişmediği dönemlerde ara çözümler her zaman mevcuttur. Bu anlamı ile Türkiyeli sosyalistler her an karşı karşıya oldukları böyle bir çözüm sürecinin olası sonuçlarını değerlendirerek kendilerini hazırlamaları gerekmektedir.
Sosyalist perspektif açısından genel çözüm önerileri ve saptanan bu politik toplumsal projeler mevcut sınıf mücadelesine nasıl içkenleştirilecek. 71 Silahlı mücadelesinin teorik temelleri atılırken güncel anti-emperyalist mücadele taleplerinin Anadolu'da emekçi halk kitleleri içindede oldukça yaygın olan "gavura karşı alerji"* ile birleştirilmesi noktasında önerisi ile Mahir Çayan, Soyut-somut ilişkisinin kavranışına mükemmel bir örnek vererek Doğru işlenirse ideolojik yanılsamanın yerli yerine oturacağı ve tarihsellikten güncelliğe anti-emperyalist bilincin devrimci hareketin bileşenlerinden birine dönüştürülebileceğini söylemektedir. Sorun saptanmış temel taşları konmuş olan ve ilk etapta kendisi bir soyutlama olan sosyalist hareketin somut canlı ve dinamik toplumsal ilişkilere girişinin kanallarını bulunması ile ilgilidir. ve tam burada halkın günlük yaşamında
*Burada değinmekte fayda var. Mahir Çayan o günün koşulları içinde halkta yer edinmiş olan bu duyguyu devrimci mücadeleye içkinleştirmeye çalışmaktadır, bunun olası ters sonuçlarının da bilincindedir. Fakat bunun oluşumunun tarihsel köklerine inmemektedir. bunda Kemalizm ile ilgili yaklaşımlarında payı vardır. Kemalizmi "Devrimci-milliyetçilerin açık işgale karşı milliyetçilik temelinde politik bir tavır alışı" olarak değerlendirirken bu tavır alışta bunların savaş suçlusu olması ve halkların katili olmalarını ihmal etmektedir. " Gavura karşı alerji" asıl olarak bu politikalar sonucu Anadolu halkında yer etmiştir. Somut olarak ta bu Ermeni ve Rum belli ölçülerde de Moskof gavurudur.
önemli yer tutan simgeler, değerler ve yargılarla ve gündelik istekler hepsi birer kontak noktalarıdır ve bu kontak noktaları devrimci mücadelenin organik birer parçasına dönüştürülebildiği oranda gelişme büyüme, öğrenme ve öğretme diyalektiği işleyebilir. Bugün artık en kör gözlerle bile görünen somut politika açısından "gavura karşı alerjiyi" doğası gereği çok büyük avantajlara sahip olan politik islam AT karşıtlığı ile ilişkilendirerek müslüman-hristiyan çatışması temelinde sorunu politik alana taşımış ve oldukça da mesafe almıştır. İşte bunun için UKKTH formülasyonunu güncel mücadelenin diline tercüme edecek olan politikaların saptanması aciliyet taşımaktadır. Reaksiyoner milliyetçilik ve radikal politik İslam "bütünlüklü kodlar" etrafında emekçilerin bilinçlerini düşüncelerini ve davranışlarını etkilemekte yönlendirmektedirler.
Türk milliyetçiliğinin, en ayırt edici özelliklerinden biri, devleti ayakta tutmanın en son çaresi olarak şekillenmiş olması ve bir devlet geleneğinin yeniden üretilmesi sürecini ideolojik olarak tamamlayan bir öğeye dönüşmesidir. İşte bu "devlet miti" laik, müslüman, milliyetçi, "sivil toplumcu" çok farklı kesimleri devletin bekasının tehlikeye düştüğü, parçalanma fobisinin had safhaya çıktığı noktada ortak bir toplumsal harca dönüşerek milletin en temel özelliklerinden birini ortaya çıkarmaktadır. "Bize kalırsa Türk seçmeni iki sandıkta da "devlete" oy attı...
Milletvekili için DSP ve MHP'ye.. Yerel yönetimlerde alterdatif kent devletleri kuran Fazilet'e..
Kısacası bu seçimin galibi devlet..
Artık siz hangi devleti seçtiyseniz.." Enis Berberoğlu, 20/4/1999. Hürriyet diyen yazar aslında bu gerçeğin altını çizmektedir. Devletin milletin zihinsel dünyasında korkudan kaynaklı bir ortaklık olarak var etmesi bugünkü egemen kitle psikolojisi olan parçalanma ve dağılmaya karşı otoritenin yeniden tesisinin tarihsel süreklilik içinde bugünkü dışavurumudur. Devletin 12 Eylül'de benzer bir süreci faşist cunta aracılığıyla gerçekleştirdiği düşünüldüğünde kitle hareketinin ideolojik çeşitliliğinin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Durağan gözüken süreçlerde ideolojik geçirgenlik çok fazla algısal olarak hissedilmez. Toplumsal sürecin devinim anları ise bu çeşitliliği çıplak gözle görülür hale getirir. Çok çarpıcı bir örnek olarak 1914 ve öncesi milliyetçiliğin tüm Avrupa'da hegemonik bir güce dönüştüğü yıllar olarak geçer 1916 İrlanda ve 1917 Şubat devrimi ve onun izleyen Ekim devrimi milliyetçi karanlığın parçalandığı ve enternasyonalizm ve devrimin yığınların gündelik yaşamının önemli ölçüde etkileyerek, bizzat kendi bilinçli etkinlikleri onları tarihsel bir özneye dönüştürmüştür. Bu kısa zaman aralığında bu hızlı dönüşüm ancak kitlelerde aynı anda varolan yaşamlarında içkinleşmiş olan düşünsel biçimlerin çeşitliliği ile mümkündür.
Bu çarpıcı söylem milliyetçiliğin tarihsel olarak devlete içkin olduğunun, önemli olan düşünsel sistemlerin kendileri değil devlete olan yakınlıkları ve uzaklıklarıdır. Bir yanı ile İslamiyet ve bölücülük korkularının odaklandığı yer olarak devlet milliyetçi-laik salınımının toparlayıcı işlevini üstlenmiştir. siyasetin toplumsal itibarını kaybettiği, kitlelerin gelecek kaygılarını ve korkularını süreklileştiren krizin zamana yayılması düzen ve otorite gereksinimini 'tarihsel tecrübeye' yöneltmiş ve ordunun birleştirici misyonu yeniden nüksetmiştir. Birinci Paylaşım savaşı sonrası ordu artıkları etnik temizlik üzerine devleti yeniden tesis ederek uluslaşmışlar, bugün ise parçalanma duygusunun sürüklediği insanların çaresizliğine yüklenerek bölücülüğü kaynaştırıcı etmen olarak zihinlerde canlı tutmaktadırlar.
Devrimci-Sosyalist-Yurtsever Yazında Sorunun Ele Alınışı
Devrimci-sosyalist-yurtsever hareketin yazılı belgelerinde zaman zaman dağılmış olarak ta olsa sorunun ortaya konuluşunda ciddi bir netlik vardır. İbrahim Kaypakkaya "Osmanlı imparatorluğundan Ulusal devletlere giden süreci analiz ederken 1915'te, 1919 ve 1920'de kitle halinde katledilen Ermeni Ulusal Hareketini Müstesna olarak değerlendirmektedir." İbrahim Kaypakkaya, Bütün yazılar, Türkiye'de Milli Mesele. Hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir netlik vardır.
Doktor Hikmet Kıvılcımlı İhtiyat Kuvvet: Milliyet(Şark) çalışmasında 1930'ların güncel sorunu olan "Şark Meselesini" somut gerçeklik etrafında ele alırken bizzat resmi görevlilerin Hususi bir dile sahip olan Lazlarda yada Dörtyol'da Türkçe'den başka bir lisan konuşulmasını yasaklayan "Dil İnkılabına" dair bir hüküm gazetelerde yer almasına gönderme yaparak "Şark Meselesinin" nesnesinin adının milliyetler meselesi olarak doğru konması gerektiğinin altını özenle çizer. Ermenilerle ilgili sorunu dünya komünist hareketinin genel durumuna ve özel olarak da Ermeni proletaryasının çıkarlarına bağlayarak Sovyet devriminin Ermeni halkının 'Yurt' sorunu çözdüğü söylemektedir. Keza yine günlük gazetelerin izini sürerek Ermenilerdeki sınıfsal farklılaşmanın tarihsel kökenlerini ortaya koymakta ve Ermeni komünistlerindeki sınıf bilincini milliyetçiliğin üstesinden nasıl geldiğini ortaya koymaktadır. Bunun için Lübnan'da Taşnakların bir diğer işçi gazetesine yaptığı saldırı ve bir diğer haberi Ermeni komünistlerin taşnakları taş yağmurunu tuttuğunu örnek olarak göstermektedir. Konuyu kapatırken de "Bu meselede de- Ermeni meselesi- Kemalizm Dünya proletaryasının ve Bolşevizmin bir daha elini öpsün der, asıl konumuza geçeriz." İhtiyat Kuvvet: (Şark), S.25, Yol Y.
Haklıyız Kazanacağız başlıklı savunmanın, "Kürt Ulusu Bir Gerçektir, Kurtuluşu anti-emperyalist anti-oligarşik Halk devrimindedir" alt başlığının "Ülkemizde Azınlıklar Sorunu ve Özelde Ermeni Sorunu" başlıklı kısmında sorunu tarihsel bir süreklilik içinde getirip Anadolu harekatı döneminde Ermenilerin gerici bir konumda oldukları gibi tarihsel bir yanılgıya düşmektedir. Soruna da asıl bakış açısı olarak Osmanlı sınırları içinde Ermeniler gibi bütünlüklü bir kodlama ile bakmaktadır. "Ermeni tarihi bir yönüyle soykırıma uğrama tarihidir." doğru saptamasını yaptıktan sonra "Anadolu'nun işgale uğramasında Ermeniler adeta öncü kuvvet rolü oynamışlardır. Özellikle İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin yönlendirmesinden kurtulamamışlar, bir çok yerde (örneğin Maraş'ta) Fransız üniformaları ile savaşmışlardır. Bu tavır Sovyet Ermenistan'ında İngiliz işbirliği şeklinde kendiniz tekrarlar." dediğinizde aslında 1919-23 arasında tarihsel dönemde tüm Ermenileri aynı kefenin içine koyan sığ bir yaklaşımı ortaya koyarsınız. Ermeni milliyetçileri ile Türk milliyetçileri arasına sıkışarak bir harekete tarihsel maddeci bir açıdan yaklaşmak yerine Lozan'a giden yolun ideolojik gerekçelerini ortaya koyarsınız. Sorun Ermeni milliyetçilerin konumlanışı değil Ermeni Ulusal Hareketindeki milliyetçilikle sosyalizmin tarihsel hesaplaşmasını gün ışığına çıkarmaktır. Ayrıca ulusal baskıyı emperyalizmin yeni sosyal temeli olmasını gözden kaçırmakla a gerici bir konumda olduğunu ekliyor. Emperyalizm doğası gereği işgal ilhak ve ulusal baskıyı getirmektedir fakat Kemalist hareket objektif olarak proletarya devriminin yanında olmasına rağmen öznel olarak içindeki ideolojik duruş anti-komünist ve Türklerin dışında kimseye yaşam hakkı tanımayan bir düşünce sistematiğini taşımaktadır.
Kürdistan'da Zorun Rolü (Ulusal Kurtuluş Savaşı-Ulusal Kurtuluş Siyaseti) isimli çalışmada "İttihatçılar, Batı Anadolu Rum azınlığına ve Ermenilere soykırım uygulamaktan geri kalmadılar, binlerce kürdü Toroslar da Mecburi iskana tabi tuttular."( s.163) saptamalarını yapmadan önce tarihsel olarak kapitalizmin Balkanlardaki gelişimini ve onun üzerinden Balkan halklarındaki özgürlük tutkusunun mücadeleye dönüşmesini şiddetle ezdiklerini söylüyor.
Birinci Paylaşım Savaşı sonrası 1919 Sosyalist Enternasyonal kongresine Osmanlı Sosyalistlerinin sunduğu raporda Kürtler, Ermeniler ve İttihatçılardan söz edilirken "Ermeni kırımını İttihatçıların paralı adamlarıyla Kürt sürüleri yaptı" denmesini sosyalistlerin İttihatçılığına bağlayarak " Böyle bir miras alınınca yakın geçmişte ve günümüzde neden sosyalist gerekler yerine getirilemedi, neden demokrat olunamadı ve neden 'Kürt sürüleri" eşit haklara sahip görülemedi anlaşılıyor"a getirmekte ve bugüne dair bir şeyler söylemektedir. (İttihat Terakki ve Kürtler, Naçi Kutlay, Buybun Y.) Sosyalist Enternasyonalin niteliği herkesçe malumca, ısrarla bu örneğinin verilmesinin herhalde bir nedeni olsa gerek çünkü aynı yılda Ekim Devriminin ateşinde pişen devrimcilerin tavrına ilişkin bir şey yok. Yeni Dünya 1918'de Moskova'da yayına başlıyor. Eğer önyargılarla tarihe baktığınızda görmek istediklerinizi görürsünüz. Buda ders çıkararak yol açmak değil tıkanmanın yeniden üretilmesini sağlar.Eğer siz sosyalist Enternasyonalin savaştan önce aldığı tavrı unutarak Burjuvazinin saflarına geçtiğini unutursanız, yazmazsanız ve sadece etiketine bakarak bütün bir tarihsel sürece ilişkin saptamalar yaparsanız düşünsel dünyayı saran "yerelleşme" dalgasının içinde yüzersiniz, tüm sürece Kürtler ekseninden bakarsanız tabi ki tüm sosyalistler sizin için aynılaşır. sosyalizm lafının geçtiği ilk yer sosyalistlere saldırının kaldıracı yapılır.
yaşanılan süreci anlatan çeşitli kavramlarda kullanılsa katliam, soykırım vs. Anadolu'da gerçekleştirilen etnik temizliğin niteliği ve kapsamı hakkında oldukça ikna edici genel bir netlik vardır. Asıl sorun bu tarihsel sürecin bugünkü sınıf mücadelesine nasıl taşınacağındadır.
Anadolu'da yaşanılan bu sürecin bugüne taşıdığı sonuçlardan hareket eden Mahir Çayan, ülkemizin diğer geri bıraktırılmış ülkelerden ve Latin Amerika ülkelerinden farklılıklarını açıklarken(Teorik Yazılar, S.333) Ülkenin Jeopolitik durumunun askeri ve taktik bir sorun olduğu için avantajlı görürken , dezavantaj olarak anti-komünizm propagandasının tarihi "Moskof düşmanlığına" dayandırılmasın göstermektedir. Aynı analizin "1919-23 Harekatının oluşturduğu Özellik"te "Türkiye halkındaki anti-emperyalist duygular, yabancıya karşı alerji, Latin Amerika ülkelerinden çok daha fazladır."
Bu duygular devrimciler için çok önemli bir potansiyeldir. gizli işgal espirisini iyi işleyebilen bir silahlı propagandayı temel alan bir örgüt bu duygu ve alerjinin oluşturduğu potansiyeli sınıfsal bir temel üzerine oturtabilir.(Eğer bu potansiyel iyi işlenmezse ,oligarşi bunu anti-komünizmin demagojik silahının bir aracı olarak devrimcilere karşı kullanabilir. Nitekim bugün bu konuyu oligarşi özellikle işlemeye çalışmaktadır. Ayrıca oligarşi Türk ve Kürt halklarını birbirine düşürmek içinde bu konuyu istismar aracı olarak kullanmaktadır.)
İşte devrimci pratiğimize ışık tutan ülkemizin , emperyalist gizli işgal altında olan öteki geri bıraktırılmış ülkelerle ortak temel özellikleri ile onlardan farklı kendine özgü temel özellikleri özetle bunlardır." diyerek halkın bilincinde yer eden değerleri sınıf mücadelesinin içine damıtmaya çalışmaktadır.
Mahir Çayan'ın "günlük maişet derdi" analizi çarpıcı bir analiz olarak "günlük bilinç" kavramına geçiş yapmamızı sağlayacaktır. Tarih- gelecek- günlük bilinç ilişkisi bütünlüklü bir sistematik kurarak eleştirel devrimci pratiğin ön verisine dönüşür.
DİPNOTLAR:
(1) İstanbul'dan Diyarbakır'a Azalırken S.147, Yelda,Belge Y.
(2) Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e, Bilgi S. 381-382
(3) Sırrı Erkuş, Yakın Tarihi Yeniden sorgulamak, Bizim ocak Mart 1990
(4) Ertuğrul Özkök 29 Mayıs 1998 Hürriyet
(5) Doğu Perinçek, Devlet ve Toplum, Kaynak Y,S.220
(6) Taner Akçam, Röportaj, Ekspres Sayı 85
(7) Tarihin Sonu ve Son İnsan, Fukuyama, S.74
(8) Ümmet-i Muhammed, Sayı 227, Sayfa 13
(9) Yelda, İstanbul'dan Diyarbakır'a Azalırken, Belge Y.
(10) Age. S.146
(11)Köygöçüren, Fakir Baykurt, S.210
(12) Age.
(13) Faik Baysal, Rezil Dünya, S.124, Can Y,
(14)Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye, Şiirler 3,s.88 Adam Y., 1995,12.Baskı
(15)Leman, 4 Temmuz 1998, s.347
(16) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi
(17)Alman Emperyalizminin Türkiye'ye Girişi
(18) Herkül Milas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Y.
(19) Mete Tuncay, Türkiye'de Sol akımlar
(20)Stalin Marksizm Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, S.86 Sol Y,
(21) Lenin, UKKTH, Sol Y. S.92
(22)Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 3, 1082)
(23)Komüntern Belgelerinde Türkiye-1, Kurtuluş Savaşı ve Lozan, Kaynak Y..S 135
Fontnigtly Review
Kemal-insan ve Hareket başlıklı yazı.
"Hiç kuşku yok ki saf ulusal hedefler peşinde koşmalarına karşılık, Bolşevikler Batı uygarlığına en zayıf noktasında saldırmakta ve bitkin Avrupa'da bu yeni sarsıntılar sonucunda devrimci hareketin yeniden patlak vermesini sağlamak amacıyla Türklerin ulusal özlemlerinde de yararlanmaktadır." "ama önem bakımından küçümsenmeyecek bir İngiliz bağlantısı da vardır." WEBB, Büyük Britanya, Doğu sorunu üzerine Tartışma, KE 4. Kongresi 5 Kasım-5 aralık 1922
(24) Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul(1918-23), İletişim Y, S.123
(25) Age.128
(26) Yerasimos, Stefanos, S.50 Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadeleye, Gözlem Y. Bilim araştırma Dizisi.
Birinci Baskı Ocak 1979
(27)TBMM zabıt ceridesi. Cilt.3, S.189, aktaran Yerasimos, Stefanos, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadeleye, S.179Gözlem Y. Bilim araştırma Dizisi.
Birinci Baskı Ocak 1979
8 Eylül 1920 tarihli Yenigün gazetesinde Halk Zümresinin programı yayınlanır.
(28)Age. S.178
(29) Ahmet emin Yalman, Yakın tarihte gördüklerim ve geçirdiklerim, S.297 Cilt 1 İstanbul, tarih yok,
(30) Stefanos Yerasimos, Age.59
(31).1227 Azgelişmişlik sürecinde Türkiye, 3, Birinci Dünya savaşından 1971'e , Gözlem Y. Bilim araştırma dizisi, Stefans Yerasimos
(32) D.Avcıoğlu,308, Bolşeviklerin suç ortağı yaratma metodu ile Çerkez Ethem'in metodlarını karşılaştırıyor.
(33) S.25 Atatürk Döneminde Sovyet-Türk ilişkileri Dr. Dimitır vandov. infograpi, 1982, Almanya
(34) Süleyman koçbaş, Ermeni Sorunu, Vatan Y.
(35) Dr. Erdal İlter,Türkiye'de Sosyalist Ermeniler ve Silahlanma faaliyetleri (1890-1923) Turan Y.İstanbul 1995)
(36) Van ve çevresinde Ermeni İsyanları (1896,1916) Yr. Dç.Dr Ergünöz Akçora,S.18 Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı İstanbul 1994
Hınçaklar daha sonra Gerçek Hınçaklar ve Reformen Hınçaklar diye ikiye ayrılıyor. ermeni halkı ise Hınçakların görüşlerinin Marksist olduğunu anlayınca onların görüşlerini kabul etmeyecektir.. Neticede birbirlerini sokak ortasında öldürmeler başlayacak ve komite zamanla dağılacaktır.
(37) Age. S.18
(38) Yerasimos, Stefanos, S.70 Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadeleye, Gözlem Y. Bilim araştırma Dizisi.
Birinci Baskı Ocak 1979
(39) Age. Belge 3 Sayfa 41-42
Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadeleye, Gözlem Y. Bilim araştırma Dizisi.
Birinci Baskı Ocak 1979
(40) Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadeleye, Gözlem Y. Bilim araştırma Dizisi. Birinci Baskı
(41) Age. S.150
(42) Age. S.151 Karabekir'in milliyetçi yorumunun Ermenistan'da Sovyet Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ermenistan SSC'nin TC ile ilgili yaptığı açıklama ile ortaya çıkmıştır.
1920, 18 Şubatta ayaklanarak Erivan'ı ele geçiren Taşnakları , Ermenistan'ın kurtuluş sevincini belirten ve Milli birlik komitesini destekleyeceğini belirten bir Ankara temsilcisi gider.
(43) Age. S.215
(44) Age. S.266
(45) Age.283 Ermenistan SSC Dışişleri halk komiserinin TBMM hükümeti Dışişleri halk komiseri Ahmet Muhtara notası, "Dokumenti Vneşney..."cilt 3 belge no. 251 8 Ocak 1921.
(46)Age. Lenin, 8. Tüm Rusya Sovyetler Kongresinde S.204-205 21 Aralık 1920 '
(47) Age. S.70
(48) Mehmet Tanju Akad, Osmanlının Stratejik sorunları Tarihsel araştırmalar Dizisi, KASTAŞ S.280
(49)Çerkez Ethem, Anılarım, Berfin Y. S117-118
(50)Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Nikos Svarnos, Belge Y.,1988 s,91
(51) Bilge Umar, İzmir'de Yunanlıların Son Günleri, Bilgi Y. S.212
(52) "Mustafa Kemal'in gözü doğudadır ve düşmanı Rusya'dır. tarihte Türkler, Ruslarla mücadeleye giriştiklerinde daima batılıların yardımına başvurmuşlardır. Mustafa Kemal'de bir doğuludur ve ona göre işlem görmelidir." 3.12.1920, LLOYD GEORGE D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838 den 1995 e ikinci cilt S. 747)
(53) İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e Bilal Şimşir S.45
(54) Age.
(55) Age.
(56) Age.
(57) Orhan duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye'nin kurtuluş Yılları Milliyet Y., S.109 "Telgraf, Atina, 5 Nisan 1921, Hall, S.118-119
Seferberliğe direnç sürmektedir.Kentte büyük bir bunalım, açık seçik bellidir. Gounaris bugün dönüyor, Guounarisin başkanlığında yeni bir kabinenin oluşturulması düşünülüyor"Hall, Atina 5 Nisan 1921
(58) 335, Dimitri Kitsikis, Yunan Propagandası, S69,1964 İstanbul Aktaran, Doğan Avcıoğlu, Türkiyenin Düzeni, Dün-bugün-yarın, Birinci Kitap, Tekin Y.,1975
(59) Benden Selam Söyle Anadolu'ya-Kanlı Topraklar, S.153-167 1998 14.Baskı
yunan ordusu içinde Venizeloscu, Kralcı, Venizelosu destekleyen dış ülkelerdeki yunan kapitalistlerinden birinin oğlu, Hiç bir şeyden haberi olmayan Anadolulu Yunan bir emekçi köylü ve "zararlı faaliyetlerinden " dolayı cepheye sürülmüş sosyalist bir militan arasında 1921 Ekiminde süre tartışmaları gündelik hayatın dili ile oldukça berrak biçimde vermektedir, Dido Sotiriou orijinal adı "Kanlı topraklar" olan Türkçe'ye "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" ismiyle çevrilen kitabında. Tartışmalar uzar gider, ve bu bölümün sonunda Paris'te yapılan pazarlıklar ve Yunanistan'ın artık Anadolu2dan çekilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerin ortaya atılması, emekçi köylünün bilincini biraz daha aralar. Demek ki Sosyalist militan haklıymış noktasına getirir. Niçin buradayız, Niçin savaşıyoruz soruları bir önceki kendini ikna ettiği gerçeklikleri tuz buz ederek düşün dünyasında büyük bir boşluk açarak gerçeğe açlığını artırmıştır.
(60) Şimşir.Bilal, Sakarya'dan İzmir'e
(61) 29 Eylül 1922, Sayı 9 Aydınlık S55
Türkiyede Sınıflar, Şefik Hüsnü, ülke Y., İkinci baskı, Nisan 1977
(62) Mustafa Suphi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları Sosyalist Y. S.225
(63)266 Hristos Solomonidis Aktaran Bilge Umar, İzmir'de Yunanlıları Son Günleri
(64) Age. S.152-153
(65) İzmir"de Yunanlıların Son Günleri, Bilge Umar. S. 334
69 nolu dipnot. 21 Eylül 1921'de Sakız a sığınmış olan Albay Nikoloas Plastirias( Çağdaş Helen Tarihine bakışta Venizelosçu general Plastirias olarak geçiyor ve Atina'daki Venizeloscu subayların ayaklanma hazırlıklarına başladıklarını yazıyor.) ve Albay Stilyanos Gonatas komutasındaki Yunan birliklerinin başlattığı ayaklanma bütün Yunanistan'a yayıldı. Kral Konstantin 27 Eylülde tahtını bıraktı. Yerine oğlu 2. Yorgos geçti. Kurulan Divan-i harb eski yöneticilerden 6 kişiyi idama mahkum etti ve bunlar 28 Kasımda idam edildiler. İdam edilenler arasında eski başbakan Gunaris, eski başkomutan Hocıanestis de vardı. Konstantin bir kaz ay sonra sürgünde öldü.
aynı dipnotta Yunanistan'a giden 1.5 milyon Anadolu Rumunun burada çok ciddi problemlere neden olduğunu yazmaktadır.
(66) İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği Ve Türkler S.262
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder