"İnsanlar gerçekleri nasıl incelemeye girişeceklerini bilmedikleri sürece daima, öncel genel teoriler icat etmişlerdir." (Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal-demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, Lenin)
Tarihsel evrimim tarihsel olarak, yaşayan kuşaklara bıraktığı mirasın etkileri, emekçilerin günlük yaşamlarını idame ettirilmesindeki bilinçleri ile sınırlıdır. Buna geçmişteki tüm toplumsal çatışmaların izlerinden tutun da, genel ideolojik motiflerin kendisine kadar bir dizi etkenler demeti ekleyebiliriz.
Yaşanılan toplumda yabancılaşma kaçınılmaz olarak toplumu değiştirme tasarıları ile hareket edenleri de sarmaktadır.
META FETİŞİZMİ VE YABANCILAŞMA
İnsani öz kavramının tartışılmasında ve açığa çıkarılmasında yabancılaşma, Hegel ve Feuerbach'ta açıklayıcı bir kavram olarak ortaya çıkar. Hegel'in "Benim gerçek varoluşum felsefi varoloşumdur"da, Feuerbach'ın dinsel yabancılaşmada gördüğü bu sorunsalı Marx emek sürecine bağlayıp çözdü. Feurebach üzerine altıncı tezde, insani öz, "insanın içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerin bütünüdür" olarak tanımlanır.
Marxist Yabancılaşma Kuramı "1844 El Yazmalarından Kapital'e" giden süreçte değişik biçimlerden geçmiş ve Kapital'de en berrak haline ulaşmıştır: Meta Fetişizmi ve Yabancılaşma.
İnsan emek sürecinde kafa ve kol emeğini tüketerek, bunları ürün olarak nesneleştirir. Kendisini tüketirken kendini yeniden üreten nesneleri yaratır. Fakat özel mülkiyet ve meta üretimi insanın kendi öz etkinliğinin sonucu olan ürünle bağlarını üreticiden dıştalamıştır. Dolaşım sürecine giren ürünler metalaşır ve emekçiler ile emekleri arasındaki ilişki toplumsal süreçte metaların kendi arasındaki ilişki olarak gözükür, meta fetişleşerek gizli güçlerle yüklü bir nesneye dönüşür. "Metanın fetiş karakteri".
Sürecin üç temel kavramı var, nesneleşme, dışsallaşma, fetişleşme. Bunlarda emek süreci, özel mülkiyet ve toplumsal ilişkilerle birbirine bağlanır ve yabancılaşma sürecine uzanır. Emekçide "yabancılaşma etkinliğ" olarak ortaya çıkan olgu diğer alanlarda yabancılaşma durumu olarak gözükür. Bu da emeğin, emekçinin yabancılaşma fonksiyonu olarak belirir.
Artı-değer ekseninde, devlet, çekirdek ataerkil aile, din, okul, hukuk, tımarhane, hapishane, ıslahevi, genelev,. Hapsini kesen yabancılaşma etkinliği ve durumu yani DÜZEN.
Geçim araçlarını sağlama, insanların bedensel, zihinsel alandaki gelişiminin aracı olmaktan çıkıp amacı haline dönüştüğü meta ekonomisinde üretim ilişkilerindeki bu olgu kendini ideolojik, politik, ahlaki, kültürel v.s. tüm toplumsal süreçlerde gösterir. Toplumsal bilincin belirlenmesi, etkilenmesi ve değiştirilmesi mücadelesinde sınıflara bölünmüş bir toplumda değiştirilmesi mücadelenin ideolojik mücadelenin belirleyiciliği bu alandaki yabancılaşmanın irdelenmesinin önemini artırmaktadır. Çünkü ideolojik alandan geçiş politik ve toplumsal alana olacaktır.
İşte yabancılaşma da toplumsal be bireysel çözülmeyi, parçalanmayı ve bunun sonucu olarak çaresiz, mutsuz, bıkkın, yorgun, yalnız umutsuz duygular yumağını ifade eder. Hüzün, zihin işinden, kendinden ve siyasal toplumsal yaşamdan yabancılaşması. Görünmez duvarlar içinde yalnızlık. Kimliksizleşme, kişiliksizleşme.
Aristo insanı geçim sağlama biçimleri arasında doğaya en yabancı biçimin paradan para kazanmak olduğunu söylerken oldukça haklıydı. Marx kapitalist üretim ilişkilerinde faiz getiren sermayenin de "sermayenin en yabancılaşmış biçimi" olduğunu söyler. P-P Döngüsü ile üretimden kopan birikmiş değer, üretime dolaylı olarak başkaları arcılığıyla girerek üretken sermaye olmaktan çıkar ve yabancılaşmış sermayeyi oluşturur. Bugün gerek dünya ölçüsünde gerek yerel düzeyde baktığımızda bu sermayenin genel bir egemenliğini görüyoruz. Spekülatif sermaye hakim biçime dönüşüyor. Rantiye gelirlerindeki artış yabancılaşmanın dayanacağı sınırları da göstermektedirler. Alman İdeolojisi'nde Marx ve Engels "Yabancılaşmanın 'katlanılmaz' bir güç, yani kendisine karşı bir güç haline gelmesi için onun insanlık yığını tamamen "mülkiyetten yoksun" ve aynı zamanda gerçekten mevcut olan zenginlik ve kültür dünyası ile çelişki halinde bulunan bir yığın haline getirmesi gereklidir. Öyle şeyler ki, her ikisi üretici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerinin gelişiminin yüksek bir evresini varsayarlar." ( Alman İdeolojisi, Marx-Engels)
Bankalar ve borsalar inanılmaz bir güce erişti. Bütün mali piyasaları denetleyen ve istedikleri gibi oynayıp, değer akışını istediği yönde sağlayan bir güç artık. Yabancılaşma dünyasal ve katlanılmaz bir olgu düzeyine geldi. Buda üretici güçlerin gelişiminin en yüksek evresinde ortaya çıktı.
KAPİTALİZM ALTINDA YAŞAYIP KAPİTALİZMİ AŞMAYI TASARLAYANLAR VE YABANCILAŞMA
Yabancılaşma kapitalist ilişkilerin sonucu olarak toplumsal bireysel yaşamda giderek artan bir eğilim gösteriri. Teorik olarak sosyalist ilişkilerin inşasında giderek azalan bir eğilim gösterecektir. Devletin sönmesi süreci aslında bunu anlatır.
Peki yabancılaşma kuramlarında bugün çözümlenirken mevcut toplumsal ilişkileri aşmayı tasarlayan bunun için mücadele edip örgütlenenler hangi kategori içinde değerlendirilecektir veya yabancılaşma kuramı açısından devrimci insan, muhalif insan ne ifade ediyor? Gene kuramın açıkladığı sosyalist dönüşüm süresi içindeki inan kategorisine girmediklerine göre kuramın açıkladığı insan tipine benzemiyorlar.
TARİHSEL OLARAK KİMLİĞİNE YABANCILAŞMA!
Yaşanılan ana gelirken geçmişten bugüne yabancılaşma bağlamında ne kaldı. Osmanlı Devletinin kula çevirdiği bir halk, hep dört bir yana akınları ve fetihleri ile övünmüş bir millet, bunu üzerinde yükselen ve geçmişle bağlarını koparan bir cumhuriyet. Geçmişimizi bilmeli öğrenmeliyiz. Bizim geçmişimizde tarihimizde bize ait olan fakat bizim adımıza yapılan lekeleri de artık kabullenmeliyiz. Gerçeğimiz bugünkü kimliğimizin bir parçası olacak. Yaşanılan anın yabancılaşması ile tarihsel yabancılaşmayı birlikte ele almak, birlikte arınmak. Bugün kolektif birey olabilmenin yolu tüm etnik kökenlerle birlikte yaşamaksa buna zorunluyuz. Başka ulusların kanı üzerinde kurulmuş bir ulusçuluk. Bir yanda Ermeni ve Rumlar diğer yanda halen can alıcı bir olgu olan Kürtler.
Geçmişe yeniden bakalım. Babailer, Şeyh Bedrettin Hareketi ve Celali İsyanları dönemindeki alevi kökenli isyanlar. Anadolu ve Rumeli'de etnik köken ayrımı tanımadan her zaman her yede hep beraber demiştir. Dostluklarımız kökeni de oldukça sağlam.
SOL İÇİ ÇATIŞMA VE YABANCILAŞMA!
Devrimciler bu koşulların içinden çıktığı bu koşullara etki ederken yabancılaşmış toplumsal ilişkilerden payına düşeni istemese de almıştır. Hem en coşkulu devrimci dalganın yükseldiği Eylül öncesi günlerde, hem de yenilgi ile sonuçlanan Eylül sonrası günlerde.
En azından kendi yakın tarihimiz bize gerekli ipuçlarını verecektir.
Kapitalist toplumsal yapının temel dürtülerinden biri bireyler arsı rekabettir. Rekabet bu yapının temel taşıdır ve eşitsiz gelişimin kendisidir. Varolmanın başkalarının üzerinde kurulduğu ve kendi varlığını ancak başkalarının varlığını yadsıdığın noktada nokta da gerçekleyebileceğin düşüncesi bu yapı içinde hayat bulur.
Rekabet meta ekonomisinin de toplumsal bir hastalık olarak tüm toplumsal bünyeyi sarar. Sermayenin kendi içinde rekabeti, işçilerin kendi arasındaki rekabeti, işsizlerin işçilerle rekabeti, bireylerin diğer bireylerle rekabeti. Rekabet her yerde, gündelik hayatın derinliklerinde sürekli bizlerle birliktedir. Arkadaşlar arasında sahip olunan metalar ve eşyalar referanslı rekabet. İşinde yükselme için başkalarıyla, diğer iş arkadaşların ile rekabet.
Solun kendisi bu toplumsal yapının izlerini taşımaktadır. Hatta geçmiş toplumsal yapının bıraktığı parçalı muhalefet yada tarikat tarzı muhalefet anlayışı yeni toplumsal yapıdaki rekabet ağırlıklı muhalefet anlayışı ile tamamlanınca bugün yaşamakta olduğumuz bin bir parçalı bir toplumsal muhalefet anlayışı ile karşı karşıyayız.
Düzenle mücadele kendisini muhalefet grupları arasındaki mücadeleye kadar indirgemiştir. Hatırlayalım birbirinden hep uzak durulmasını, hatırlayalım dergi sayfalarında yalan bir yalan iki diye giden yazıları. Hatırlayalım Lenin'in öncü olduğunu iddia etmek yetmez önde gittiğini göstermek gerekir deyişine rağmen illa da önde gidiyorum saplantılarını. Hatırlayalım örgütlerin yenilgisini çiğ ve ilkel bir rekabet dürtüsüyle dört gözle bekleyenleri.
Hatırlayacak çok şey var. Bu bizim geçmişimiz ve bugünümüz. Komünistler toplumsal sürecin hafızalarıdır, bu aynı zamanda kendilerinin de hafızaları olduğunu göstermektedir. Muhalif olmayı unutmaya kadar genişletmeliyiz. Unutarak muhalif olunmuyor. Geçmişin ağırlığını çok daha yoğun hissediyoruz. Süreci anlama ve değiştirme-değişme çabası olanlarda bu ağırlıkların atılması gerekiyor.
Toplumsal muhalefette düşmanımız olmamalı, muhalefet ilişkileri sosyalist demokrasinin izdüşümü olarak ele alınmalı. Sorunlar ideolojik mücadele esas alınarak, açık bir biçimde konuşulmalı, tartışılmalı ve öyle çözülmelidir. Ben tarihsel özneyim, bilimsel doğruyum ben haklıyım tarzı karikatür yaklaşımların bugün artık komik olmaktan öteye hiçbir pratik yararı kalmamıştır. Rekabet terk edilmeli, dayanışma, tartışma, ve birbirini anlama ve yanlışları bırakma ilkesel olmalıdır.
YAŞANILAN KOŞULLARDA YABANCILAŞMA!
Yaşadığımız gerçeklikte yabancılaşma ise sorunun bir başka boyutu. Bunun tarihselliği var ve bu yabancılaşmanın kırılmasında THKP-C'nin önemli bir işlevi var. Toprağı anlama, onun en önemli çabası oluyor. Anlama ve değiştirme... Yarattığı toplumsal muhalefet siyaseti gündelik yaşamın her yerine sokmakla pratik bir yanıt buldu. Coğrafyanın gerçeği, insanı ile ilişki kurdu. Onun ruh halini, davranış biçimlerini ve bunun nedenlerini çözdü. Neden-sonuç ilişkisi ile nedenlerin üzerine yürüdü ve anın sonuçlarını parçalayarak sınıflar mücadelesini yeni bir aşamaya taşıdı.
Genel olarak Marksist felsefeye ve teoriye yabancılaşmanın en çıplak örneğini oluşturan Türkiye'nin yarı-sömürge yarı-feodal olduğu analizleri ya da 20'ların politik açılımını 70'lere taşıyan Ulusal Demokratik Cephe önerileri, ülkede bilimsel sosyalistlerin müdahale edebileceği kadar koşulların olgunlaşmadığı analizleri hep bu ülke gerçeğine yabancılaşmanın değişik görünümleriydi. Bu sosyalist solun çıktığından beri yakasını bırakmayan bir görüngüdür. Tüzük ve programlarının inceleneceği ayrı bir çalışmanın konusudur.
İkinci bir anlama ve değiştirme çabası THKP-C'nin açtığı yoldan Kürdiatan'da yürüyen PKK'dan geldi. Kendi coğrafyasının, Kürt insanın gerçeği üzerinden yürüdü. Geçmişin hatalarını tekrarlamadı ve bugün bu sayede yabancılaşmayı kırmış ve özgürleşme yolunda önemli adımlar atmış bir halk var.
MÜCADELE EDİLEN DÜZENE BENZEME VE YABANCILAŞMA!
Devlet ve toplum birbirine karşıttır. Devlet toplumsal ilişkilerinin evriminin belirli bir aşamasında ortaya çıkmış ve giderek içinden çıktığı topluma yabancılaşmış ve onun üstünde bir güce dönüşmüştür. Devletin kendisi yabancılaşmanın siyasal boyutunun en yalın örneğidir.
Peki devrimciler, muhalifler düzene ve onun düzenleyicisi devlete karşı mücadele ederken devlete benzemiyorlar mı?
Merkezi bir yapıya karşı mücadele etmek merkezi organizasyonları gerektirir. Partiyi örgütlenmesi ve işleyiş mekanizması olarak demokratik merkeziyetçilik, mücadele edilen düzenin özelliklerinden ortaya çıkmıştır. Bu işleyiş devrimci bir örgütün bir ayağının düzende bir ayağının da gelecek düzende olduğunu göstergesidir.
Bunu tehlikeleri yok mu? Var. Gramci parti örgütlenmesinin başlı başına amaç olamayacağı ve önemli olan görevinin toplumsal işlev olduğunu söylediği zaman oldukça haklıydı. Parti "ilerlemeci" olduğu zaman demokratik olarak işler, gerici olduğunda ise "bürokratik" olarak işler. İkinci durumda teknik olarak partinin polis organına dönüştüğünü adının parti olmasının aldatmacadan ibaret olduğunu söyler.
Düzenle mücadele eden örgütlerin düzene benzeme olasılıkları da göz ardı edilemez. Mücadele tarihi örnekler doludur. Fetişleşen "Yaşasın partimiz ....." ve "Parti ile ..." gibi sloganlar tam da Gramsci'nin vurgu yaptığı noktalar oturur. Biçimseldirler ve öze, ilişkilere dair hiçbir şey ifade etmemektedirler. Aslında bu açıkça telaffuz etmeye çekindiğimiz bir toplumsal ilişkilere tekabül etmektedir: Eşitlikler Hiyerarşisi
Devrimci muhalefet çevrelerinde yer alan kesimlerin kendi içinde ve birbirleriyle ilişkileri bunu açıkça göstermektedir. Bir devrimci örgütün kendi iç ilişkilerini düzenleyen insanların birbirine ve kolektife karşı hukukunu belirleyen tüzüktür. Haklar ve görevler tüzükte yer alır. Keza tüm örgütlerin esinlendiği tüzükte Bolşevik partinin tüzüğüdür.
Peki bu örgütlerin birbirleriyle ilişkisi,i belirleyen nedir? Devrimci bireyler arasındaki eşitlik bir anda eşitsizliğe doğru evirilir. Farklı siyasi gruplar arasındaki bireyler arsında çıkan sorunlarda haksız dahi olsa kendi üyesini savunma olayına oldukça sık rastlanır. Özellikle örgütsel geçiş sağlayan bireylerin örgütler arasında neden olduğu sürtüşmeler nasıl açıklanacak.
Bu eşitlikler hiyerarşisi diğer toplumsal örgütleri de kapsayacak biçimde genişler. Bu eşitsizliklerin bilincinde olduğumuz ve ahlaki olarak yadsıdığımız sürece değer taşırlar. Yoksa solun genel siyasi kültürel mirasımızda olduğu değersizleşirler ve bayağılaşarak kendileri otoriteye dönüşür. Giderek bu eşitsizliklerden dolayı öne çıkan düzenle mücadele edenlerin diğer insanlar üzerinde zulüm ve baskı görmelerinden dolayı ayrıcalıklı ve hiçbir dayanağı olmayan öncü bir yer talep etmelerine kadar uzanırız.
İşkence görmenin, öldürülmenin, hapis yatmanın hepsini önceden görerek devrimci olduk. Bunları yaşamanın devrimcilere ek bir iti,bat getirdiği sanısı bugün devrimciler ile diğer insanlar arasındaki uçurumun açılmasını da getirdi. Kendi içsel birikimleri sonucu seçimlerini yapan insanların daha sonra sanki başkaları için devrimci mücadeleye katılmış gibi hak talep etmeye başladılar. Burada önemli ola yaşananların değersizleşmemesidir.
Kapitalist toplumsal ilişkilerin ürettiği eşitsiz koşullar altında gelişen bireyler kültürel değerlerden aldıkları pay oranında gelişirler. Bu da eşitsizlikler aynı zaman da eşitlikler zincirini oluşturur.
Devrimci örgütler ile "sıradan" yığınlar arasında eşitsizlikten dolayı hiyerarşi oluşur. Bu sürecin hep böyle işleyeceği anlamına gelmiyor. Bir eğilimdir ve bugün ağırlıklı olarak bu yönde bir gelişme göstermektedir. Toplumsal muhalefete öncülük edemediği halde halen ben öncüyüm diye tutturan örgüt ve parti sayısı hayli kabarıktır. Bu gruplar tam da eşitsizliğin hiyerarşiye ve otoriteye dönüştüğü bir durumu anlatmaktadırlar.
Peki bu noktaya sürüklenmemek için ilişkileri nasıl algılamak gerekiyor.
Öncelikle "yabancılaşma etkinliği" içinde olan emekçilerle, "yabancılaşma durumu" içinde olan insanların organik ilişkisi. Aydınlar farkına varıp ondan kopma eğilimi taşıdıklarında yoksunluklarını devleti karşılarında bulunca hissederler. İçlerinden bazıları kendi çıkmaz ve açmazlarının nedenlerine yönelip, yabancılaşma durumunu yabancılaşma etkinliği içinde olan emekçilerle birlikte aşma eğilimi içine girerler.
Yürümek artık şimdiye kadar algıladığımız siyasi pratikle değil, siyasi pratikle toplumsal pratiği birleştiren bir devrimci hareketle mümkün görünüyor. Tek başına siyasi alan artık toplumsal gerçekliğin üzerini örtmekten başka bir şeye yaramıyor. Çünkü artık bireyler olarak bizim de değişmemiz, değişme değiştirme etkinliğinin beraber olması gerekiyor.
Hem siyasi etkinlik hem gündelik yaşam. Düzene tam karşıdan duruşu tüm yönleri ile gerçekleştirmek. Mümkün olan her yerde kolektif yaşam alışkanlıkları kazanmak, bunları yeşertmek yabancılaşmaya karşı örgütlü panzehiri üretmek. Diğer yandan siyasal etkinlikler zincirini uzatmak. Yani düzene karşı kolektif bir alternatif yaratmak. Hiçbir şeyi küçümsemeden her alanda yaşamı yeniden üretmek. Gerçek anlamda teorisizimden sıyrılmış pratik varlık haline dönüştürülmüş siyasi toplumsal varoluş.
Bugün yabancılaşmanın kuşatılmışlığı altında özgürleşme çözüm olarak atılıyor. Özgürlük kavramsal varoluşunu esaret, tutsaklık, ve köleliğin varlığına borçludur. Yabancılaşma tutsaklığın en dolaylı ve göze batması ve görünmesi en zor olan kısmıdır. Artık özgürlük kavramı çeşitli toplumsal muhalefet kesimlerinin kendilerini tanımlamada önemli bir eksen oldu. Özgürlük mücadelesi yürüten kesimlerin kavrama kendi yaşadıkları ilişkiler üzerinden anlam yükledikleri bu toplumsal muhalefet kesimlerinin isteklerini dışavurumlarında belirginleşmektedir.
Mevcut toplumsal yapı sınıfsaldır ve bu salt ekonomik alanla değil diğer tüm alanların etkileyiciliğinde oluşan bir toplumsal yapıdır. Özellikle bilginin üretilmesi ve edinilmesinde alınan mesafe bilginin ideolojik yüklemlerle de kullanımının önünü açmıştır. İnsanlar içinde yaşadıkları toplumsal ilişkilerden hareketle kendilerini tanımlarlar. Özgürlük ve özgürleşme kavramına çeşitli anlamların yüklenmesi de burada ortaya çıkmaktadır.
Kamu emekçileri özgürlük mücadelesini grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma ve çalışma yaşamının değiştirilmesi üzerine odaklamıştır. Kürt muhalefeti için özgürlük yurtseverlik olarak somut bir görüngüye dönüşmüştür. Yoksul kesimler için ise yoksulluğun aşılması olarak görünürken, düzenin eğitim kurumlarından geçen ve düzenle çelişir hale düşenler için yoksunlar için özgürlük etik bir tavır olarak gözükür. Kendi varoluşunu gerçekleyen maddi koşullar toplamı, koşulların eşitsiz olduğundan dolayı farklı bireysel varoluşlara ulaşır. Eşitsiz gelişmiş bireyler toplamının olduğu bir toplumsal muhalefet.
Yabancılaşma, kendimizi ve toplumsal ilişkilerimizi anlamada özellikle Eylül sonrası karşılaştığımız olguları açıklatıcı kavramlardan biri oldu. Kapitalist ilişkiler sadece toplumsal ilişkileri değil bireyleri de parçaladı, kişiliksizleştirdi.
Toplumsal örgütlülüğün dağılması bireyin yalnızlaşması sürecini doğurdu. Tabancılaşma günlük dile tercüme edersek tutsaklık tüm topumu kapladı. Tutsaklığın yabancılaşma biçimi ise gözle görülmediği için en tehlikeli biçim olarak varlığını sürdürür oldu.
Buradan özgürlüğe sıçramak nasıl olacak. Düşsel zenginliğin gerçek yaşamla ilişkisi nasıl olacak ne biçimler alacak. İlk elde toplumsal ve bireysel parçalanmaya karşı toplumsal dayanışma, yardımlaşma ve beraber varoluşu içeren örgütlenmeyi koymalıyız. Toplumsal bir hastalık olan yabancılaşmanın panzehiri örgütlenmektir. Bunca yaşanılandan sonra genel bir örgütlenme fikri kimseye ikna edici gelmeyebilir, keza ikna edeceğini de kimse beklemiyor.
Örgütlenme ile devrim arasında bir ilişki kurup kendimizi ikna edecek bir tartışma içine doğru adım atalım.
Devrim Örgütlenmektir!
Yani örgütlenmeyi başı ve sonu olmayan, gelişen, tarihsel sürece bağlı olarak içerik ve biçim değiştiren, yaşadığımız süreç açısından en yoğun noktasına devrimle ulaşılacak olan, doğayla uyum içinde sonsuzluğu olan bir süreç olarak görmek!
Devrim burada amaç olmaktan çıkıp örgütlenme sürecinin bir anını oluşturacaktır. Devrim her çelişki ve sorunu çözen sihirli bir anahtar olmaktan çıkıp, çelişki ve sorunların çözümünün başlangıcını oluşturacaktır.
Genel soyutlama düzeyinde yabancılaşma-örgütlenme-devrim arasında ilişki kurduk. Yabancılaşma bugünkü toplumu, özgürlük gelecek toplumu yani düşsel varlığımızı devrim ve örgütlenme ise bu ikisinin sentezini oluşturmaktadır.Bu sentez yaşanılan zamana ve mekana bağlı olarak değişik biçimler almıştır ve alacaktır.
Yabancılaşmadan devrimci olunmuyor. Kendi insani yönlerimiz ve değerlerimize yabancılaşmak. Bu bizi korkutmamalı. Çünkü burada bilinçli bir yabancılaşma var ve "farkında olunmadan yabancılaşmadan" farklı. Kendi yaşam süreçlerimizde bir eğilimdir. Kendimizi ve ilişkilerimizi ne kadar etkileyeceğini belirleme şansına sahibiz. Şiddet kullanıyoruz, hiyerarşiler oluşturuyoruz. Şiddeti ve hiyerarşiyi zorunluluklar sonucu kullanmak zorunda kalıyoruz. Arınmayı düşündüğümüz ve tasarladığımız şeyleri bugün yapıyoruz. Bunu farkında ve bilincinde olup yürümek gerekiyor. Düşlerimizin insanı ile bugünün insanı arasında gidip geliyoruz. Bizimki tam bir talihsizlik ve bir anlamda mutsuzluk. Düşlerini ve isteklerini bugün yaşayamamak. Ama dayatılan yaşamı reddetmek, zorunluluğu görmek, kavramak ve kopmak bizleri özgürleştiriyor. Buda muhalif devrimci olmanın mutlulukla ilişkisi. Yaşam işte tamda burada anlam kazanıyor. Ruhlarımız kirlenmeyi reddediyor. Ruhlarımız isyan yaşatıyor.
Teslim olmak mı, asla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder